Kamera; Güven Tekirdağ
Issızlığın hikayeleri burada yazıldı; yanık sesli kızların
üzüm çiğnediği, şarabın kutsandığı bin bir çiçeğin,böceğin
yerleri...
Kamera; Bülent Tekirdağ
Düşünce burada üretildi. Hasat burada verildi.
Heyecanlar,acılar burada döllendi...
Kamera; Güven Tekirdağ
Bir yerlerde güneşler doğar ve bir yerlerde batar.
Döngü bütün şirretliği, bütün marifeti ve muhteşem
matematiğiyle sizi kandırır; yaşama, davet eder...
EMEKLİ OLUNCA TEKİRDAĞ’DA YAŞAYACAĞIM
Günün sürprizi
Ankara’da yaşayan öğretinin ve sanatın içinde olan arkadaşımın aramasıyla
yaşandı.
Alo, Güven; Ben
Tekirdağ'a geliyorum… Sürpriz dedik ya, birden toparlayamadım kendimi, kadim
zamanların arkadaşı, gülmenin gerçek yüzü, sanata ve öğretilere adanmış bir
insan…
Bazen insan
sezgileri işe yarar; güzelleştirir, heyecan verir insana; tıpkı, bir buluşun,
bir keşfin verdiği heyecanı gibi; sarılırsınız özlediğiniz sarılan bedene… Buluşma
yerimizi hiçbir şekilde söylemeden ve onların ev sahipliğini yapan başka
Tekirdağlı arkadaşların da seçeneği olan limana geldiler; şeftali ağacının, o
meşhur iğde ağaçlarının bulunduğu limana…
Arkadaşım,
arkadaşlarıyla birlikte epey kalabalıktı. Kahveler, çaylar söylendi. Herkes
kendi hislerine uygun alan sohbeti en yakınında olanla paylaşmaya başladı.
Biliyorduk zamanın kısacık, güzel olan her şeyin kıt olduğunu ve bize ayrılan
zaman sadece yarım saatti.
Özlem dolu bir el,
gülümseyen bedenler ile kırk yıllık dostluğun şerefine yudumlandı çaylar. Martı
bizim şerefimize bir kez daha daldı limanın bulanık sularına. Ve yine
ıskalamadan uçtu ganimetiyle birlikte.
Arkadaşımın Ankara’da
yaşayan arkadaşı Tekirdağ'a daha önceleri de gelmiş. Arka mahalleleri de
görmüş. Sevmiş durağan şehrimizi. O sevginin, limanın sakin dinlendirici
havasının da etkisiyle
“ Emekli olunca
Tekirdağ da yaşamak isterim.”
Tekirdağ, coğrafi
açıdan, denizi ve dağlarıyla, ovalarıyla, mitolojik hikayeleriyle farklı olan
güzel şehir. Elbet yaşanacak bir yer ama ben yine onu kendi irademin
seslenişiyle sınamak istedim;
“ Tekirdağ güzel bir
şehir, sakin ve güvenli! Ama henüz bir kent olamadı…” Arkadaşımın çocuk yüzlü
arkadaşı o içten cevabı verdi;
“ Keşke hiç olmasın!
Hep böyle kalsın!”
Henüz kent olmamış
şehrim bu hâliyle beğeniliyor; hatta bir insanın en değerli zamanlarını
geçireceği dinlenme zamanı için düşünülüyor. Bize garip gelse de, bir de bu
şekilde düşünen insanın yaşadığı büyük şehri, kargaşayı, gürültüleri düşündüm.
Her yan büyük beton, çelik binalarla, donatılmış. Bir de medeniyetin gürültü
kokan araçları; binlerce, milyonlarca aracı yan yana düşününce, şehirler, en
güzel kentler; başkentimiz bile, emekli olunca yaşanılacak bir düşten
sayılmıyor…
Günün sürprizi
yaşandı bitti. Arkadaşımla hasret giderdik, nadide, kıt olan güzel bir çiçeğin
bulunuşu ve gözden yitişi gibi “hoşça kal” dedik, dostlukların yüce hatırına…
Hazır limana, iğde
kokan martıların sörf yaptığı yere gelmişken, birkaç arkadaşımı daha görmek
istedim. Fatih Ağabey günün güneşli hatırına, doğduğu, büyüdüğü yerin
anılarıyla limanın küçük teknelerine bakıyordu. Yine her zamanki seslenişiyle;
“ Nasılsın güzelim.
Gel çay içelim.”
Fatih Ağabey Mustafa Amcanın mirasıdır bana. Onun sayesinde
tanıştık. 86 yaşında yaşam yolculuğunu sonlandıran Mustafa Amcayı da anarak,
hatırlayarak, limanın efendisini bir kez daha andık.
Sıra şehrimizin diğer
renklerine geldi. Mustafa Amcayı rahmet, minnet ile andıktan sonra; Bizim Dağlı
da buranın rengidir, dedim. Bizim Dağlı dediğimiz, insan kılığındaki viran
görünüşlü Mehmet. Ağzında bir tek dişi kalmasa da, aklı, bildik insan
kurnazlığıyla, aleviyle yoğrulmamış olsa da, o bizim şehrimizin kıt olan
insanlarından…
Fatih Ağabey ile bu
konuşmaları yaptık. İlgi ile dinlediği konuşmaya o da bir ekleme yaptı;
Dağlı Mehmet,
burasının rengi olan bu insan, aynı zamanda burasının bir kültürü oluyor değil
mi?
Elbet! Ben onunla
ilgili birkaç yazı da yayınladım Habertrak Gazetesinde. Fatih Ağabey biraz daha
gülümsedi ve göğsü onurlu bir insanın göğsü gibi kabartı ve konuşmasına devam
etti;
Şimdi daha iyi
anlıyorum; kafamdaki resim iyice netleşti. Geçen gün, ellerinde fotoğraf
makinesiyle bir sürü insan gelmişti limana. Dağlı Mehmet’in fotoğrafını
çektiler. Hem de saatlerce uğraşarak…
O bir kültür değil
mi?
Evet, o bir kültür; onu farklı buldular. Doğal buldular… Bilinen, insan
yüzlerinden, sürüleşmiş, kurnaz ve değerlerini yitirmiş, yaşam kavgası diye,
umursamazlığın içine, pişkinliğin miskin uykusuna yatmış insanlardan farklı;
her haliyle, doğal, organik ve orijinal; yani özgün bir canlı; olduğu gibi
görünen…
Ankaralı arkadaş,
arkadaşımın arkadaşı, emekli olunca Tekirdağ da yaşamak istiyor; tıpkı Bizim
Dağlının krallığı olan limanda büyük mutluluk, huzur duyduğu gibi, bir parça
ekmek ve suyun da ne büyük lütuf içinde insanı huzurlu ve farklı kıldığının
inancı ile…
2 yorum:
Tekirdağ sessiz huzurlu bir yer kalınmaz mı hiç :) Günaydın Güven mutlu günler ve sıcacık güneşler seninle olsun :)
Merhaba Hamiyet;günaydın. Teşekkür ederim;sağlık ve huzur,senle olsun..
Yorum Gönder