Kamera; Güven Antalya
Çitlembik ağacı ve yanı başında her daim duran
bir heykel güzel şeylerdir; biri tabiat ile var olmuşken,
diğeri hoyrat bilinen insanın nazik elleriyle doğmuştur.
Onları seyretmek güzeldir; bakarken, çitlembik
ağacına, Akdeniz'e, Tahtalı, Olimpos dağlarına...
Gece başlar Antalya da yaseminler kokmaya,
gündüzün büyük kargaşası ve koşuları
bitmiş gecenin büyük aşk iksirleri dağılmaya
başlar; yeryüzüne ve öteye...
GÜZEL ŞEYLER
Güzellik soyut bir
kavram gibi görünse de faydaya, iç huzura dönükse tadına doyum olmaz… Yüzyıllar
öncesinin filozofu güzeli hakikatte arıyor ve bugünün insanına fısıldıyor;
“ Ve yine biliyordu ki, her türlü sanatçılığın görevi, yani
kendini bilme yoluyla hakikati bulma ve dışlaştırma görevi, böyle bir hakikate odaklanmaktaydı sanatçıya bu görev verilmişti ki, ruh, Ben ile evren
arasındaki o büyük dengenin bilincinde olarak, kendini evrende yeniden
bulabilsin, Ben’e kendini bilme yoluyla eklenmiş olan, evrende, dünyada, dahası
bütün bir insanlık bağlamında varlıksal bir zenginleşme niteliğiyle bilinç
düzeyinde yeniden algılasın.”
Görünen o ki
dostlarım, “güzel” diyeceğim şeylerin sayısı oldukça fazla; evrenin sonsuzluğu
gibi fazla ama sıkıştığımız yerde, bize zorla benimsetilen, taklit ve zoraki
yaşam tarzları, uyuşuk ve kör bir dünya yaşamı sürmemize neden oluyor. Bu
fikrimi hakiki bir örnekle anlatmak isterim;
“ 2007’nin
sabahında, bir kemancı Washington şehrinin metrosunda bir konser verdi. Daha
ziyade bir mahalle delikanlısını andıran müzisyen bir çöp kutusunun hemen
yanında, duvara dayanmış bir halde, üççeyrek saat boyunca Schubert ve diğer
klasik bestecilerin eserlerini çaldı. Müzisyenin yanından bin yüz kişi hiç
durmadan koşar adım geçti. Yedi kişi bir andan biraz daha uzun süre durdu.
Kimse alkışlamadı. Durup bakmak isteyen çocuklar oldu ama anneleri tarafından
sürüklenerek getirildiler. Onun Joshua Bell; dünyanın en çok aranan ve
beğenilen virtüözlerinden biri olduğunu kimse bilmiyordu. Bu konseri Washington
Post gazetesi organize etmiş ve konser onların şu soruyu sorma biçimleriydi;
Güzellik için vaktiniz var mı?”
Aynı soruyu sizin
sesiniz ile ben kendime soruyorum; Güzellik için vaktin var mı? Hayatı sırada
bekleyen kâbuslara mı teslim etmek istersin; yoksa sonsuz evrenin yaşam dolu
köşesinde diğer yaşamları keşfederek sonsuz bir iç huzur ile kâbuslara el
sallamayı mı düşünürsün?
Elbette cevabım,
haylaz bedenimin çocuk ruhunda saklanmamış oldukça açık bir şekilde ortadadır;
yani, sorun ve problem diye sıraladığımız ve altından bir türlü kalkamadığımız
yüklerin hamalı olmak yerine, tabiattan, canlılardan, güzelliklerden kopmamış
en değerli eşyası bir kaval olan, on kuzunun ve bir köpeğin çobanı olmayı
tercih ederim; bu düşüncenin ana felsefesi ile yürüdüm patikalarda, köy
yollarında, kasaba kaldırımlarında ve şehir sandığım kentlerde…
Aynı soruyu sizleri,
siz soylu ve rahatına düşkün dostlarımı rahatsız etmeme adına sormayacağım; ama
sadece ve sadece bu konuda hakikate biraz daha yakın durup düşünmenizi
isteyeceğim; güzel şeyler için vaktiniz var mı, diye düşünmeniz, ağır yükler,
saniyelik eğlenceler ile sürekli zikzaklar çizen ve bir türlü bir kahve
fincanını doldurmayan yaşam sanatımız, hiç olmazsa bundan sonra, etrafından,
yakınında, üstünden geçtiğimiz yüzlerce, binlerce güzelliği fark edip, güzele
hakiki nefesimiz ve samimi ruhumuz ile fark eden gözlerle bakarak, yaşamın
yüklerini ağır ağır eritiriz…
Güzellik deyince erkeklerin gözünde ilk akla kadının
geldiğini saklamama gerek bile yok. Ve kadına düşkünlüğümüzün kösnül bir hayvan
ruhu ile aynı seviyede olduğunu da bilmeyen yoktur. Ama arızası olmayan gerçek
manada hastalanmamış hücrelere sahip olan her beden, öğrenmenin, sanatın,
müziğin, felsefenin yardımı ile o güzel kaba bedenini sürekli zımpara yaparak
cilalar ve bu kösnül kaba görüntüsü nazik, şefkatli bir insan kılığına dönüşür.
Güzelliğin ilk akla gelen düşüncelerinden birisi de zenginliktir; yani büyük
paralara sahip olarak büyük güçlerin yanı başımızda olacağını düşleriz;
krallar, padişahlar, beyler gibi… Büyük güçlerin büyük entrikalara kurban
gittiğini büyük bir zevkle hatırlatırım; büyüklüğün o korkutucu gücünü yenmek
de ayrı bir sanattır…
Şimdi yaşadığımız
yerde düşlediğimiz büyük güzellikleri, büyük güçleri nazikçe bir kenara bırakıp
kendi vaktimizi kendi yakınımızdaki güzelliklere ayırma zamanıdır. Bu güzellik
her gün yanından geçtiğimiz bir yaşlı ağaç, şirin bir fidan, bir çiçek de
olabilir, güne büyük bir telaşla başlayan zıp zıp hoplayan serçe, kurnaz ve
kibirli uçan karga, fırsatçı ve şamatacı martı da olabilir. Bizim selamımıza
alışık bir sokak köpeği veya günaydın dememizi bekleyen köşede duran simitçi de
olabilir.
Çok dikkatle baktığımız zaman her insanın gülüşünde bile
ayrı güzellikler yüze yansır; ön yargılardan sıyrılmaya, büyük ve soylu
telaşlarımızı bir kenara bırakmaya başlayınca, derin korkuların hatırlatıcı
ölümleri bir anlık düşünüp, sahte korkularla sükût etmek yerine, güzelliklere
hakiki ve samimi sesimiz, gözlerimiz ile bakıp o güzel ellerimizle dokunmanın
güzelliğine erişmek çok zor bir şey değil dostlarım…
1929’Da Sofya’da
doğmuş şair Liyana Stefanova da güzellik adına şöyle sesleniyor biz güzel
insanlara;
NE GÜZELDİR SABAH RANDEVULARI
Ne güzeldir sabah randevuları
Şafağın soğuğundan ürpererek
Yangın rengi yaprak dökümünün ortasında
Korlu iki el beklemek
Sözcüklerin ilk kez kullanılması, soyuluşum
Susuz bakışlarınca
Tutuşması üzerinde yattığımız yaprakların, biz
Oradan ayrılınca.
Ne güzeldir o gizemli dakikalar, yüzlerimizde
Yansıyan ilk ışık,
Biz yürürken gözlerden uzak-tamamen özgür
Ve birbirine âşık!
2 yorum:
Teşekkür ederim Sezer; hoş geldin. Ruhumuz, biricik ruhumuz evrenin sonsuzluğunda minicik bir dünyanın yaşam dolu çığlıkları arasında mutlu ve huzurlu olmaya hak ediyor. Ve bizler hiç durmadan tıpkı evrenin hareketli döngüsü gibi ruhumuzu beslemeliyiz Sezer.
Yorum Gönder