31 Mayıs 2011 Salı

ŞAFAK YÜRÜYÜŞÜ

Kamera; Yunus   Ganoslar Diyarı
Saat: 04.45 gün ağarmaya başlıyor; tıpkı
düşüncelerimiz gibi...

Kamera; Yunus  Ganoslar
İnsanın uykuya yattığı,uykunun en tatlı olduğu
zamanda tabiat capcanlı bizi bekliyor...


Kamera; Güven  Ganoslar Diyarı
Çiçeğin kaç çeşidi var sayamadım. Her
çiçeğin bir hikayesi, kendine ait bir tepesi ve
yaylası var yemyeşil çayırların olduğu diyarda.


Kamera; Güven  Ganoslar Diyarı
İç içe geçmiş tepeler; iç içe ışıklar... 

Kamera; Güven  Ganoslar
Kahvaltı Zamanı 



Kamera; Yunus  Ganoslar
Çayırlar,otlar,çiçekler... Birkaç saatlik emek
harcama; karşılığında ufkunuzu açacak güzellikler
size dokumaya başlıyor. İnanın dostlar; tabiatın
dokunması kadar güzel bir şey yok...


Kamera; Güven  Ganoslar
Yunus, çiçek dolu çayırlar içinde mutluluğunu
sessizce yaşayarak gösteriyor; tıpkı Tamer kaptan
gibi...

Kamera; Güven Ganoslar Diyarı
Grilik kendi krallığını oluşturmuş. Ganoslarda
her rengin krallığını görmek mümkün...


Kamera; Tamer Kaptan  Ganoslar
Çoban Selami'nin Heykeli
İlk fırsatta yıkılacak heykellerden bir tanesi; Ucube...
Elbette bize göre emek harcanmış, bir çobanın
yalnızlığını kendi sanatı ile bütünleştirdiği bir eser...


Kamera; Güven Ganoslar; dünyada da
cennetin oluğunu hatırlatan diyarlar...


Kamera; Yunus Ganoslar
Dinlence anı... Bazen sadece beden değil
düşünceniz de dinlenmeye çekilmek ister..




Kamera; Yunus Ganoslar
küçük yollar, patikalara,iç içe geçmiş renkler
ve bedenler...


Kamera; Güven Ganoslar
Küçük dere, kim bilir kaç canlıya can katıyor...
Sürekli almayı bilen insana, veren tabiat
öyle güzel sunumlar yapıyor ki; kaybetmeden
mutlu olmayan soylu insan; bolluğun kıymetini
bilemeden çölleşmeye doğru yol alıyor...


Kamera; Güven Ganoslar Diyarı-Çoban Selami
Keçileri dinlenirken, selami de yeni sardığı
sigarasını, tabiatın zengin sunumu ile
dengeler gibiydi. Sigara ölümü hatırlatırken,
tabiat; Selami'nin keçileri ile mola
verdiği tepe; alabildiğine yaşamı anlatıyordu.
Yaşam; en zor anlışılan öğretilerden birisi...


Kamera; Güven Ganoslar
Selami'nin keçileri bereketli toprakların
en güzel otları ile doymuşlar; haylazlık yapıyorlardı.
Hoşçakal, Ganoslar ve bağrında barındırdığın
binlerce renk,ot,çiçek,böcek ve hayvan...

ŞAFAK YÜRÜYÜŞÜ



 Saat gecenin 04.00’nı gösterirken alarm çaldı; kalkış zamanı… Akşamdan hazır olan çantam ve ben; on dakika içinde apartmanın giriş kapısındaydık. Gece, sessizliğin içine gömülmüş, ne bir köpek havlaması, ne bir kedi miyavlaması, ne de araçlar… Sessizlik o kadar alışılmışın dışındaydı ki sanki evrenin ilk zamanı, sıfır noktasının büyük sessizliği gibi; canlılar, cansızlığına; hiçliğe dönüşmüşlerdi…

 Yunus tam da zamanında geldi; aracın sesi, gecenin sessizliğini çok kısa bir süreliğine de olsa deldi. Tekirdağ şehri derin uykusunda renkli ve renksiz rüyalarını görürken, boş caddelerden geçtik. Tamer kaptan odasının ışığını yakmış bizi bekliyordu. O da hazırdı. Hepimiz hazır ve heyecanlı; şafak yürüyüşü, ilk uygulamamız olacak. Güzelim uykularımızı terk edip, gecenin içinden geçip gün ağarırken Ganos diyarına geldik. Ganoslar; birbiri içine geçmiş karanlık gölgelerle mitolojik bir kurgu sahnesi gibiydiler. Her şey karanlığa ve sonra gölgelere ve daha sonra renklere doğru ilerliyordu. Dağlar, tepeler, ağaçlar, çiçekler, kuşlar…

 Mermer ile Yeniköy arasında karanlığın tam orta yerinde aracı durdurduk. Bizi durduran iki şey vardı. Birincisi yol kenarındaki kesik dal parçalarından yürüyüş için dayanak; birer sopa hazırlamaktı kendimize. Elbette bu işin uzmanı; baltası ile birlikte Yunus ustaydı. Tam iki dakika içinde üç tane dayanak; sopalar hazırdı. Yunus ustanın baltası sessizliğin içine gömülünce, tabiatın esas sahipleri; kuşların sesleri gecenin sessizliğine ses katarcasına duyulmaya başladı. Derenin içindeki gür ağaçlık; kuşların yaşam alanıydı. Aracın ışıkları, karanlığı, belli bir mesafede aydınlığa çeviriyordu. Geri kalan, siyahlık, başka bir boyutun hemen yakınındaymışçasına gizem ve farklılık doluydu.

 Tamer kaptana sordum; kaptan öten bu kuşların cinsleri nedir, diye! Kaptan; şu sağ taraftan gelen ses, isketeye, ileriden duyulan ses; florya’ya, daha aşağılardan gelen ses de bülbüle benziyor, dedi. Orman tavukları belli aralıkta, belli bir ritimde sesleniyorlardı gecenin en sessiz zamanına. Guguk kuşu sanki tarih öncesinden, çok derinlerden varlığını işaret ediyor; gece, kuşlar, böcekler ve adını bilemediğimiz hayvanların sesleriyle canlılığını, ölmediğini, ölemeyeceğini anlatıyor…

 Sonra, araç yine ilerliyor, akıp gidiyor yukarılara doğru. Rakım hızla yükseliyor; serinlik bedenlerimize dolanıp sımsıcak bir kadın gibi değil, yüze çarpan soğuk bir su gibiydi… Yeniköy’ün üstünde baharat kokularının birbiri ile yarıştığı yerde aracı bırakıp, şafak yürüyüşüne adımlarımız; bedenlerimizi taşıyan ayaklarımız ile başladık.

 Deniz hemen tepelerin aşağısında biliyor ama göremiyorduk. Gün yeni ağarıyor ve ışık, renklere, belirli ritmik hareketlere dönüşüyordu; hiç acele etmeden. Ganos tepelerine son yıllarda daha fazla yağmur düşmesi ve köylülerin şehir aşkı ile göç edip bu diyarları terk etmeleri; doğayı, ilk zamanlardaki gibi yalnızlığa, bakirliğe sürüklemiş. Her tepenin ardında bir başka yayla, bir başka vadi de neredeyse dizlerimize ulaşan otlar, çiçeklerle kucaklaştık.

 Kaç çeşit çiçek, kaç çeşit ot ve böcek vardı bu diyarlarda; hepsi bilinmezin içinden bilinmek istiyordu ama kavgaya, yalnızlığa, öğrenmemeye, uyandırılmamaya adanmışlığın zamanları olduğu için; bir başka zamanın kurtarıcısını bekler gibi bekliyordu bu diyarların canlıları.

 Gecenin en derin yerinde, uykularımızın en tatlı zamanında yola koyulmuş, kendi zorluğumuzu sırt çantalarımızı sırtlar gibi sırtlamıştık ama fazla olmadan muhteşem hediyeler bize; gece, dağlar, çiçekler, kuşlar ile birlikte sunuluyordu. Gözlerimiz gördüğü güzellikler karşısında büyülenirken, görünmezler adına muhteşem bir ürperti yaşadık.

 Bir ara Yunus sordu; acaba öldük de başka bir dünyaya mı geldik, dedi. Onun bu sorgusu tepeler arasında bir yayla; çiçekler, ardıç ağaçları, otlar ile kaplı; sanki insanın tüm yükünü bırakıp, başka bir beden ile ayrılacağı sağlık merkezi gibi bir yerdi. Gülüştük; burası başka bir dünya, gezegen olmalı dedik; sisli ve dingin bu yerin birbirine karışmış çiçeklerinin kokuları ile ruhlarımız sarhoş, sarhoş dolaşırken…

Her özgürlük, her kavuşum; belli bir sırat köprüsünden geçiyor; ulaşılacak huzur, öğrenilecek öğretiler; hepsi adımlara, yürüyüşlere muhtaçtı.

 Şafak zamanı güne, günün en taze sabahına kavuşmuştu yine. Renksizlik yüzlerce renge dönüşmüş, etrafımızı, ağaçları, karşı tepeleri, ormanları ve ilerideki denizi görüyorduk. Siyalık, yeşile, pembeye, kırmızıya, sarıya, eflatuna, mora, laciverde dönüşüyor; konuşmayı unutmuşçasına sessizce bir töreni izliyorduk… Tamer kaptanın elindeki poşet, bahçesine getireceği çiçeklerle doluyor; bedenlerimiz, uygarlığın çok yakınında sanki ölümden, yaşama; yaşamdan ölüme geçeceğini bildiği halde tekrar; merhaba dünya, diyordu; tekrar, merhaba dünya…

 Her tepemin ardında bir başka rüya, bir başka yaşam kendi egemenliği ile hoş geldin diyor; her orman kendi değişik patikaları ile zorlu geçitlerde sınıyordu bizi. Yeni bir orman yoluna girerken, arkadaşlara; biraz yalnız kalmak istiyorum; bir süre sonra buluşuruz, dedim. Yalnızlığımı, ruhumun kırıntılarına tutunan değişimin izlerini aşağılardaki denize; süt liman büyük suya bakarken yaşadım. Sanki bir kadın sesleniyordu uzaklardan; telaşı olan, önündeki torbasına çiçek doldurup, taş kulübesine çiçek taşıyan ve onların sularını kaynatıp aşağılardaki insanlara; şifa arayanlara bıkmadan usanmadan taşıyan bir kadının sesi geliyordu, rüzgârsız havanın denizin kıpırtısız olduğu yerlerden…

 Kadının sesi susunca bir adam konuşmaya başladı; “özgürlük ana, babaların reddedildiği, ya da gömüldüğü yerde değil, olmadıkları yerde başlar; insanın kiminle olduğunu bilmeden dünyaya geldiği yerde. İnsanın ormana atılmış bir yumurtadan dünyaya geldiği yerde.


İnsanın gökyüzü tarafından yere tükürüldüğü ve hiçbir minnet duygusu olmaksızın ayağını yere bastığı yerde.” Uzaklardan çok uzaklardan sesleniyordu; Milan Kundura…

 Fazla uzaktan gelmeyen ses; Tamer kaptanın öten düdüğüydü. Nerede olduklarını ve beni çağırdıklarını anlatıyordu çiçek dolu yaylada düşlerin içinde düşünen bana. Ve ben, Tamer kaptan ile Yunusun girdiği ormana, küçük patikanın ilerlediği yola doğru ilerledim…

Güven Serin












4 yorum:

Sazan dedi ki...

Oradaymışım gibi okudum...

Kaleminize sağlık ve fotoğraflar için ellerinize...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhabayın; teşekkürler..

Adsız dedi ki...

Ganosların her köşesini elin ayağın değdi, artık anadoluya mesela benim topraklarıma Ilgaz`a doğru gelsen derim Güven..O gökyüzünü kapatan sık çamlarını tepesinde sincap oturuyor sandığın aslında çam kozalağı olduğunu bir görsen..O muhteşem yerden gelmek bile istemesin dostum..Gezen, gören, yazan gönlüne selam olsun..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Elbet oraya da geleceğim; bu ruh, bu beden heyecanını, cokşusunu tüketmediği sürece; elbette... Ilgaz'ın gezgin dostuna da selam olsun; o güzelliklerin fotoğraflarını, anlatımlarını bekliyorum elbet...

Saygılar,sevgiler sana...