İnternet
BU DÜNYAYA KAZIK
KAKMAK İSTİYORUM!
Ne kadar iddialı bir
söz! Sonlu olmanın türküsünü söylemek yerine; “ Belki aradan sıyrılırım!” umudu
her insanın içgüdülerinde varmış…
İnsanlar hasta olmayıp, büyük kayıplar
yaşamasa kimse ölümü ağzına bile almaz. Sizin anlayacağınız, bir yerde “Dünyaya
kazık kakmak” için kalmak, yüzyıllarca yaşamak ister…
Bilimsel
araştırmalar da bunu gösteriyor: Herkes ölüme inanırmış, ama kendi öleceğine inanmazmış…
Sıklıkla ölümden söz edenlere inanmayın siz. Ölümü aşağılamak, karşısındaki
insanı ölümle korkutmaktan başka bir meseleleri yoktur. Zaman kaybıdır, onların
söz ettiği ölümün sizden çalacağı o değerli vakitler…
Öykülerde, destan ve
masallarda saklıdır ölümün sırları. Bulabilene, bu muazzam şifreyi anlayabilene
aşk olsun! Antik zamanlardaki Tanrılar, Tanrıçalar, ölümsüzlüğün kendisiydi. Ve
bu yüzden o ölümsüzlerden korkulduğu gibi aynı zamanda insanlara yardımcı
olmaları istenirdi. Yapılan tapınaklar, şuurlu ve şuursuzca sunulan kurbanlar;
hep o ölümsüzlerin hışmından kaçmak, korunmaktan başka bir şey değildir…
Homeros’un
destanlarına da girseniz, Sümer Medeniyeti’nin bıraktığı, yazı diliyle bugüne
ulaştırdığı Gılgamış Destanı veya Antik Mısır Dönemleri, İnka, Aztek, Likya,
Bizans, Roma uygarlıklarında da öyledir…
Gılgamış’ın
peşinden koştuğu ölümsüzlük otu, bu dünyaya kazık çakma isteğinden başka bir
şey değildir… İngmar Bergman’ın Yedinci Mühür filmindeki karakteri Orta Çağ
şövalyesinin ölümü yenmek isteği, ölümle satranç oynayıp zaman kazanması da
dünyanın-YAŞAMIN eşsiz oluşundandır…
Özellikle öteki
dünyayı işleyen insanları nazikçe ve koşul koymadan dinleyin! Her saat, her gün
öteki dünyadan, cennet ve cehennemden söz ederlerken dahi “ölümsüzlük hapı”
bulundu diye söylense, ilk önce koşa koşa, ömrün bu dünyada devam etmesi adına
bir güzel tercihlerde bulunurlar…
Yanlış bir tercih
de değildir, eşsiz bir gezegen olan, evrenin uzak köşesinde, kendi saman
yolumuz denen yerde sıkışmış, uzay boşluğu ile hapsedilmiş olan bu dünyanın
bütün nimetleri; havası, suyu, güneşi bile diğer dünyaları tanıdıkça ne kadar mucizevî
bir anlam taşıdığını öğreniyoruz…
Bu arada yakın
arkadaşım Özkan Öğretmen; Özkan Papatya’dan da söz etmek isterim. Dünyaya kazık
çakmak istemesinden değil, dünyadaki normal yaşam süresini uzatma oyunu, tıpkı
Bergman’ın filmindeki ölüm meleği ile satranç oynayan Orta Çağ şövalyesinin
kazanma isteğidir onun dileği. Fazla bir şey de değildir; 176+10 yaş gibi…
Yani, iki yüzyılcık gibi bir süre…
Dünyaya kazık çakmak,
deyimi özellikle mala, mülke, güce, gurura düşkün olanlar için söylenir. Onları
bu ıslah olmaz çalımı-güç zehirlenmesi, bir yerde kırılmak istenir… Bu başlığı
atarken çalışmama, kendimin de kazık çakmak niyetini açığa vurdum…
Böyle bir şeyi nasıl
yapacağım peki? Hasan dedem: 61 yaşında, babam Yusuf: 58 yaşında, Şerif dedem
ise onlardan daha genç yaşta ölmüş ve onların ölümlerini biliyorken, böyle bir
isteğim; bir parça fantezi sayılmaz mı?
Açıklayayım dostlarım!
Bu şehirde; yani yaşadığım kentte geçirdiğim kırk yıllık ömrün bir yerde borç ödemesi,
ayrıca beden ve ruh sağlığımın zengin ve sıhhatli olması adına yazıyorum.
Neredeyse hiç durmadan…
Nicelik ile nitelik
arasındaki farkı okuyucu; yani sizler belirlersiniz. Bir de gelecek kuşaklar…
Yazı sanatın şöyle bir ödülü var; sanata yaklaşmışsa kendi ölümsüzlüğünü de yakalar.
Yani yazı sahibi öleli bilmem kaç bin yıl olsa bile, bir şekilde onun ruhunu besleyecek,
devamlı güncel kalacak bir serüven başlar: Dünyaya kazık çakmak gibi bir şey…
Bugün Sokrates’i hiç
durmadan anıyorsak; 2400 yıl denen zamanı önemsemeden onun felsefesinden
besleniyorsak; söz ile yazı sanatının kendi ödülünü, kazığını bu dünyaya
çaktığını da iddia edebiliriz…
Aynı şeyleri; Yunus,
Mevlana, Neyzen, Nasreddin Hoca, Dante, Virgil; Cervantes, Balzac için de pekâlâ
söyleyebiliriz. Hepsi, sanatın, kültürün kazığını çakıp da gitmişlerdir;
gidebildikleri yer neresi olursa olsun, evrenin ve evrensel olanın, insan eli
ve ruhuyla yarattığı en büyük ölümsüzlük ödülünü de alarak…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder