AYSEL...
CHOPİN...
YANSIMANIN YANSIMASI
Kısa bir yaşama,
yaşamları sığdıran iki sanatçıyı; tekrar tekrar anlatacağım. Birisi Türkiyeli
Deli Aysel… Diğeri ise Polonyalı Chopin…
Chopin Aysel’den çok
önceleri yaşadı. Birisi 19. yüzyıla damgasını vururken, diğeri 20 ve 21.
yüzyıla ayakbastı.
Bizde, her şey bol
olduğundan mıdır neden bilinmez; hiçbir oluşumun, üretimin, ister doğal, ister
insan emeği, yüz akıyla olsun pek kıymeti bilinmez.
Chopin neredeyse
Polonya’nın gururu kabul edilip, Chopin demek Polonya demek oluyorsa; Aysel
Gürel’i Y ve Z Kuşağından kaç kişi anıyor? Şüphesiz; pop müzik, popüler
kültürler derken çok hızlı tüketip, çok hızlı unutuyoruz. Hatta çoğunu unutmaya
bile gerek duymuyoruz; çünkü tanımıyoruz ve öğrenmemişiz bile…
Gelibolu deyince
Çanakkale Savaşı akla gelirken; aynı zamanda Anzakların Kutlamaları da 25 Nisan
sabahına damgasını vurmuştur. Ait olmadıkları bir ülkenin topraklarına gelip,
kaybettikleri, öldükleri savaşı; genç kuşaklara, turizm, seyahat sunumu içinde
atalarının nasıl savaştıklarını; niçin orada olduklarını ince bir felsefeyle
anlatıyorlar;
“ Evet, bizler bu
savaşa ait değildik. İngilizler bizi kandırdı. Ama biz söz vermiştik; sözümüzü
tuttuk.”
Avustralya, Yeni
Zelanda insanı bunu söylüyor. Gelin bizler de, hem dünya insanını, hem de kendi
insanımızı; insanımıza türküler, besteler, şiirler, hikâyeler, tiyatrolar,
ilim, felsefeyle; kısacası içinde emeğin yoğun olduğu, zanaat ve sanata
dönüştüğü her türlü güzelliği yücelterek tekrarlayalım; bıkmanın ne olduğunu
unutmuş bir tekrarla…
Aysel; onu
anlatanların söylediği gibi, hayatın karşısında hep dimdik ayakta durdu.
Vasiyeti de böyleydi. Kızı Mehtap Ar’a söylediği söz;
“ Ben 80 yaşına kadar
çalıştım ve dimdik ayaktayım. Çalışmakla hayatta kalmak güç! Ama ben ayakta
kaldım. Ben başardım. Tüm kadınlar da başara bilir… Tüm kadınlara söyle! “
Tiyatro oyunculuğu, şiir hep hayatında oldu. Şarkı sözü
yazarlığı dendiğinde her daim kulaklarda çınlayacak, belki onun ismi unutulsa
da, şarkıları unutulmuşluğa taptaze hatırlama, dönüşüm coşkusu yollayacak.
Chopin, Polonya
deyince akla gelen piyanist, besteci. Daha 40 yaşına gelmeden hayata veda eden;
kısa ömrünün yarısını Polonya, yarısını Fransa’da geçiren insan…
Kalbi Polonya’da bir
kilisede gömülü, bedeni ise Fransa’da gömülmüş bestecinin; doğduğu diyarı
özleyerek geçirdiği ve ayrıldıktan sonra bir türlü geri dönememiş olmanın hikâyesidir;
bedeninin ayrı, kalbinin ayrı gömülmesi…
Chopin’i sanatıyla
değerlendirenler; onun yüreğinden şarkı söylediğini; bütün eserlerini piyano
için yapmış olduğunu söylüyorlar.
“ Bir hasret
bestecisiydi, yüreğinde yananın bir ateş değil, bir kor olduğunu” öğreniyorum,
onu öğretenler; tam 200 yıldan bu yana onu ölümden ayırıp yaşamın tam da
merkezinde bırakanlar.
Bizlerin de yegâne amacı
bu olmalı. Şehirlere; şehrimize sahip çıkmış, bir iz; izler bırakmış her kim
olursa olsun; onu her yerde; mahallede, sokakta, okulda, camide, parkta; edebi,
felsefi bir güzellik içinde; şiirlerle anlamalıyız.
Varşova’ya gidenlerin
söylediği söz şudur; “ Her yer Chopin kokuyor; her yer…”
Aysel Gürel, 80 yıl
çalışmış, deli lakabını kendi isteğiyle alıp, akıllıların nasıl harcandığını
bilecek kadar akıllı, bilgili, görgülü Aysel;
Gün olur şöyle seslenir sözlerinden şarkının;
Hasret oldu ayrılık oldu/ Hüzünlerle bölündü saatler/ Gördüm
akan iki damla yaşı/ Ayrılık da sevgiyle beraber- Bir şarkı bir şiir gibi/
Yaşadım canım acıları/ Senden bana hatıra şimdi/ Sakladığım sevgili kederler-
Sen ağlama dayanamam/ Ağlama göz bebeğim sana kıyamam
Chopin son
günlerinde, hastalığı devam ederken bile beste yapmaya, sanatı hakkında
konuşmaya devam ediyordu.
“ Bir çalışma anında
bir doğaçlamaya girişiyor. Sonra bir anda duruyor. Devam et devam et! Bitmedi
ki! Henüz başlamadın bile. Bir şey çıkmayacak. Sadece yansımalar, gölgeler,
suretler. Doğru rengi bulmaya çalışıyorum ama henüz doğru biçimi bulamadım.
Biri olmadan
diğerini bulamazsın! İkisi da beraber çıkacak ortaya. Ya ay ışığından başka bir
şey bulamazsam! O zaman bir yansımanın yansımasını bulmuş olursun…”
Bu konuşma sanatçıyı
memnun etmiştir. Tekrar piyona sının tuşlarına dokunur. Ve aniden;
“ Mavinin notası
duyulur. Gök mavisi şeffaf bir gece… Işıl ışıl bulutlar olağan üstü gökyüzünü
doldurur. Sanatçı, uyumakta olan renkleri uyandırıyor…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder