Kamera; Metin -Sığacık
Gönüllü ve koşulsuz olan her şey güzeldir; bilinen haliyle
güzel,şirin olmasa bile güzeldir,gereklidir...
HATIRALARIMIZ
Her anne ve babanın
bir çocukluk dönemi, her çocuğun de bir anne ile babası vardır. Onların kökü,
kökeni nereye dayanırsa dayansın bizim için biricik, ruhumuz için önemli
vazgeçilmezdirler.
İnsanın kendi buluşu
olan zaman, yaşamımızın evreleri adına önemli katkılar sağlar bize. Tanıdık
yüzleri yitirdikçe hatıralara sığınmayı, hatıraların geçmişinden süzülen taze
kokularına yalvarırcasına sarılırız. Beynimize çizilmiş, en usta ressamlar
tarafından ortaya çıkarılmış resimler, bilgeler tarafından seslendirilen
eserler gibi dökülü verirler ortaya.
Hatıralar; gök gözlü
annenin hamur yoğurur, makine ile bütünleşen bedeninin bir başka bedene
elbise dikişini, makası ustaca kullanışını, yüksek sesli çocuk oyunlarını
hatırlar gibi hatırlıyorum. Tarhana, kuskus, reçel, turşu üreten anne ellerini
ve üretilen şeylerin kokularını; yaşamın, var oluşun, minnettarlığın büyük
saygının büyük hatırına selamlıyorum.
Daima güler yüzle
ciddiyetini koruyan baba, geniş kaşlarının üzerinde bulunan siyah olan
saçlarının beyaz görünüşleriyle ses verir, sese tutunmuş hatıraları besleyen ve
onlarla var olan bedene;
“Paran var mı cebinde? Okumalı daha büyük yerlere
gitmelisin! Kabataş lisesinde bir tanıdığım var; Tekirdağ Endüstri Meslek
Lisesi sınavlarına gelecek ay yapılacakmış.” Bizi biz yapan, ruhumuzun yaşam
içinde her türlü oluşum karşısında utanmaz bir dinginlik ile dik durmasını
sağlayan, sesler, resimler ve onların bütünü olan hatıralardır.
Sanmayın ki
hatıralar yaşlıdır, buruşuk halde kötürüm haldedir. Güneşin, rüzgârın, yağmurun
hiç durmadan parlattığı, beslediği, yeşerttiği, her bahar filizinden fışkıran
gonca gibidir hatıralar.
Büyük filozofun
(Vergilius) ölüm ile pençeleştiği ve büyük göçten on sekiz saat önce kendisi
ile söyleştiği hatıralardan küçük bir demet sunuyorum size;
“ Ey zaman içerisinde direnen bir zamanın yüzleri! Önce genç
bir yüz olarak hatırlanan, ardından gittikçe daha silikleşip derinlere kayan,
böylece de ölümden sonra artık yüzü oluşturan bütün çizgilerin ötesine geçip,
neredeyse sonsuz bir manzaraya dönüşen anne yüzü; babanın başlangıçta
hatırlanmamış ve sonra gittikçe daha bir canlı insan yüzüne, bir surete doğru
uzanmış, ölümde ise kahverenginin katılığını taşıyan, sert çamurdan yapılma,
son gülümsemesinde sevecen, unutulması ve yitirilmesi imkânsız insan yüzüne
dönüşen yüzü… Evet, kökünü hatıralarda bulamayan hiçbir şey, gerçekliğin
olgunluğuna erişemez; insanoğlu, daha en baştan benliğine katılmamış ve üstüne
gençliğindeki yüzlerin gölgelerinin düşmediği hiçbir şeyi sonradan kavrayamaz.
Çünkü ruh, hep kendi başlangıcında kalır, hep ilk uyanışlarında ki ihtişamı
yaşar; son bile, ruhun gözünde başlangıcın saygınlığına sahiptir; ruhun
çalgısının tellerine dokunmuş hiçbir şarkı kaybolup gitmez ve yine aynı ruh,
sonsuzluğa akarcasına yenilenen bir bekleyiş içerisinde, daha önce kendisini
seslendirmiş olan bütün ezgilerin tonlarını kendi içinde korur. Bu şarkı
ölümsüzdür, hep yeniden çıkagelir; şimdi burada da yine vardı ve Vergilius,
toprak testiler ile üst üste yığılmış dev fıçıların zaman zaman açık bir
deponun kapısından, kapkara fışkıran hafif kokusunu yakalayıp acıyan
ciğerleriyle solumak için havayı içine çekti.”
Hayatın sonsuz
görünen heyecanı, hiç bitmeyecekmiş gibi ortaya çıkan karamsarlıkları, bin bir
çeşit olaylar serpintileri insan denen et, kemik ve kan hücreleriyle donatılmış
insanı etkiler, anlamsızlıklar girdabına düşmesine neden olur. Siz ki okumanın
büyük erdemine, değişimin evrensel yürüyüşüne inanmış değerli canlılar,
utanmasam size şöyle derdim; merak içinde olunuz ve size gelen, sizin kaderiniz
ile yüzleşmenizi sağlayan bazı yaşanmışlıkları, düşleri, destanları bir değil
on kez okuyunuz; okuyunuz ki her anlama ayrı bir anlaşılmanın incecik koruyucu
tabakasını ilk önce ruhunuzun üzerine örtsün; işte o ruh, sizin çıplak
bedeninizi her türü zorluklar karşısında koruyacak en hakiki dostunuzdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder