ZAMANIN SAYACI ve
ARKEOLOJİ
Zamanın Sayacı bir Arkeolog gibi ilerler. Arkeoloji Bilimi bizim toplumumuza epey uzaktır. Bir genç insan; “ Ben Arkeolog olacağım” derse, birçok aile bireyi; “ İş bulamazsın ne yapacaksın Arkeologluğu!” deme cesaretini kendisinde bulur.
Zamanın sayacını filozoflar gibi arkeologlar da iyi bilirler. Katmanlara usulca yaklaşıp, büyük emek ve deneyim içinde ilerlerler. İnsanın yaşamı da öyledir; zaman sayacının içinde, kendi ruhsal, bedensel katmanlarımıza inmek için ne çok uğraşlar veririz. Bazılarımız büyük emekler de harcar…
Dante’nin çıkmış olduğu kendi yolculuk, başyapıtı kabul edilen Komedya eserinde anlattığı yolculuk da bu katmanlardan bir tanesinden başka bir şey değildir… Cehennem, Araf ve Cennet; Dante’nin katmanlar arası dolaşımı, ustam dediği Vergilius ile birlikte yaşanır…
Son dolaştığım antik kentlerden birisi de Aspendos, Olimpos ve Myra oldu. Oradaki antik kentlerin yakınlarında kazı çalışmaları devam ediyordu. Bir tarafta işçiler, diğer tarafta arkeologlar şehrin yüzlerce, binlerce yıl ötesine uzanan katmanları içinde gün yüzüne çıkacak olan eserleri arıyorlardı.
Bugün milyonlarca insanın gezdiği çok bilinen, ünlü antik şehirlerin geçmişlerinde inanılmaz trajediler vardır. Yangınlar… Savaşlar… En önemlisi de şehirleri yerle bir eden depremler… O yüzdendir antik zenginlikler, yerin yedi kat altına gizlenmişler…
Ama hangi ünlü antik şehri gezersek gezelim, geçmişlerindeki o korkunç olayların izlerini anlamak için arkeolog gözüyle bakmak gerekir. Yangınların, savaşların ve depremlerin izleri, delilleriyle birlikte; kazıldıkça gün yüzüne çıkar.
İnsan denen canlı için de zamanın sayacı işler. Bir saniye dahi gecikmeden, bize sunulan yaşam içinde, tıpkı bizden önce milyarlarca canlı için işlediği gibi işler ve ayrıştırma işlemini yapar.
Nasıl mı? Yağmurlar, rüzgârlar, güneş ışınları yardımıyla. Onun işi, bu gezegeni yaşanır hale getirmektir. Dünyanın ilk halini bilim insanlarından dinlemenizi isterim. Yaşanmaz olan zehirli gazların ve ateş topu zamanlarından bu yana işleyen zaman sayacı, eşsiz bir gezegen yarattı.
Geçen milyarlarca yıl, zaman sayacı şahitliği eşliğinde yaşandı. Muhtemelen de bir o kadar daha yaşanacak. Ya insan? İnsan bunun neresinde? Milyarlık yaşları düşünürsek, toplu iğnesi gibi dahi yer kaplamayan yaşam sınırımız, zaman sayacı için hiç zorlanmadan kendi dönüşümü içinde geçecek ve gitmemiz gereken katmanlara gideceğiz…
Öyleyse, niçin bir sürü ıvır- zıfır şeylerle zaten bir solukluk, bir yudumluk olan yaşamlarımızı hırpalıyoruz?
Bu yazıyı yazarken bile zaman sayacının sesini duyuyorum. Kendisini göremesem de, bu yazı birkaç saat, birkaç gün sonra; geçmişin o soylu koynuna hapsolacak… Onu oradan çıkartacak olan yegâne şey; bu sayacın işleyişine aldırmadan merak eden, araştıran, okuyan diğer insanlar olacak veya olmayacaktır.
Hiçbir şartın büyüklüğü, önceliği, zaman sayacı içindeki güne-şimdi-ye dokunma şansımız kadar güçlü olmamalıdır. Tükeniş ve dönüşüm durdurulamaz. Süreyi ne kadar çok uzatırsak uzatalım; elimizdeki yaşama, zaman sayacıyla pazarlık yapmadan sarılmak; ayrı bir beceri, hüner ve sevgi gerektiriyor…
Zaman sayacı bir arkeolog gibi bütün katmanları açar. Önce bir ses, bir bebeğin tazeliği, nefesi ve sonra, yaşama ait süreçler… Sonrası mı, yaşamı tatlı, heyecanlı hale getiren hücrelerin ağır ağır uykuya, uçsuz bucaksız boşluğa doğru geri çekilirler…
Yaşlanmanın katmanları; rüzgârın, güneşin,
yağmurun etkisiyle gün yüzüne çıkmıştır. Dış etmenler kadar insan denen canlının
zihni de kendi rüzgârını, fırtınasını, yangınlarını, sellerini, ateşlerini
yaratma beceri veya kırılganlığına sahiptir.
O yüzden, zaman sayacının arkeologluğu
eşliğinde ölü zamana değil yaşamın içinde; iniltileri, sevinçleri, çığlıkları,
tebessümleri olan zamana kulak ve el vermek daha karlı gibi görünüyor…
Güven SERİN