FÜSUN ABLA
UNUTULMADI
Güzel bir söz var dilden dile, belki de milletlerden milletlere aktarılan; “ Sizi hatırlayan son kişi öldüğünde hiç yaşamamış olacaksın”-Diye…
Füsun Abla, yani Avukat Bedriye Füsun Cingöz’ün ölümünün üzerinden dokuz yıl geçmiş. Neredeyse herkesin tanıyıp, benim tanımadığım Füsun Abla’yı ne hazindir ki ölümünden sonra tesadüf, onu tanıyan Hasan Bey’in duygu yüklü olduğu bir anda dinleyerek tanıma şansını yakaladım.
Füsun Abla, nasıl birisiydi; biraz anlatabilir misin?-Dedikten sonra yalı bölgesi çınar ağaçları altında, denizin hemen dibinde oturan Hasan Bey, sanki ötelere, çok ötelere gitti. Belki de anılar denizinde, insan denen canlının; özellikle duygu hassasiyeti, saflığı yüksek olan insanların, bu dünyadan ayrılanlarla, bir yerde iletişime girme becerisi, ruhani bir ortama ulaşmış gibi; uzun uzun iç çektikten sonra:
—Füsun Abla, çok iyi bir insandı. Yaşar Konak İş Merkezi’ne gelir gelmez herkes selam verir, onun mekâna yaydığı disiplini, enerjisi, neşesi pasajın havasına yayılırdı. Türk kahvesini çok sever, kahve sevenlerin merak duygusu, fal heyecanı onu da sarar, eğlenceli kahve sohbetleri yayılırdı etrafa.
—Başka, neleri, hangi fikir,
davranışları öne çıkardı?
—Sıcağı hiç sevmezdi. Sıcak zamanlarda;
“ Ben Mart çocuğuyum, sıcak
bana yaramıyor. Yaşayacağım en güzel yerler kuzey ülkeleridir.” Derdi.
Riyakârlıktan nefret eder, özellikle
kadınların erkekleri elinde oynatması onun çok canını sıkardı. Eşinden
anlaşarak boşanmış, her dul kadının zorluklarını yaşar ve sıklıkla;
“ Bu şehirde dul kadın olmak
çok zor! Doğu Beyazıt, Sivas, İskenderun’da görev yaptım ama kadın olarak bu
şehirde zorlandığım gibi zorlanmadım.”
Ne hazin bir öykü! Herkes için bildik ifadeler olsa da, çoğumuzun bilmeden, duymadan, duyarlılık göstermeden geçtiğimiz yaşam baskıları. İşi gücü olan, ekonomik olarak güçlü ve aynı zamanda avukatlık mesleği yapan bir kadın: Füsun Abla, neredeyse milyonlarca kadının yaşadığı ortak psikolojik baskıyı yaşıyor…
Batıda Avrupa şehirlerinin dibinde,150 km kıyı şeridi olan şehrimin turizm yolculuğu, dünyaya açılma becerisi gelişmediği için, Sanayi ile Tarım arazında ezilen, büzülen, en değerli toprakları kirlenmeye, fabrikalara gittiği gibi en değerli, duyarlı insanlarımız da bir bir yok oluyor…
Kim der ki bu şehir, yetmiş seksen yıl önce bağları, bahçeleri, çeşmeleri, cumbalı evleri, birbirini tanıyan, komşuluk ilişkileri ileri seviyede bir şehirdi?
Füsun Abla, hastalıkla boğuşurken, eğlenmek için gittiği şehre, ülkeye (Almanya) şifa bulmak amacıyla gidip gelirken, içinde taşıdığı buruk neşeler, yarım kalmış düşler de, ona yapışan kanserli hücreler gibi ruhuyla birlikte bedenini de, birçok sağlıklı insanın aniden hastalığın pençesine düşünce anlam veremediği sancılı, uğursuz zamanın içinde zamansızlığa tutunmaya çalışıyordu.
Füsun Abla, yılbaşı tatillerini muhakkak yurtdışında geçirir, kardeşiyle birlikte olmayı severdi. Onlarca, yüzlerce ülke gezip, binlerce anı ve fotoğraf biriktirdi. O da bizim gibi Tekirdağ sabahlarına, yepyeni umutlara, düşlere uyanmadı mı? Denizinin, tepelerinin, Avrupa ve büyük şehirlere yakın olan şehrimizin yardım çığlıklarını duymadı mı bizim gibi? İnsan fısıltılarını, yeteneği, zenginliği olup da gizleyenleri bilip de susmadı mı bizim gibi…
Şehrin kaderine etki edecek insanlarımız yığınla birikimi sadece bankalara ve taşınmazlara taşırken, Füsun Abla, belki de burada bulamadığı insanlığı dışarılarda aradı; yıllarca.
Ülke ülke, şehir şehir, kasaba kasaba ve insan insan döndü dolaştı, belki de bulmuş olduğu yabancı neşeleri çevresinde sevdiği insanlarla paylaşmayı ayrı bir yaşam stratejisi, sosyal ve kültürel etkinliği olarak benimsemişti; kim bilir.
Bugün burada Füsun Abla’yı andık. Bedriye Füsun Cingöz’ü. Yaşar Konak İş Merkezi avukatı Füsun Abla’nın pasaja girişini ve tanıdıkları, sevdikleriyle şakalaşmasını hissettik. İyi bir Galatasaray taraftarıydı. Sıkı Fenerbahçe taraftarı olan Hasan Bey’e, Galatasaray galip geldiği için diplomatlar gibi espri yapmayı da iyi bilirdi;
“ Ya Hasan, Galatasaray Fenerbahçe’yi yendiği için, yani kendim için değil, oğlum için seviniyorum.”- Der, bu şakalaşma Türk kahvesi sohbetleri; dem, köpük ve fal dünyasına açılan kapıların haberini verirdi.
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder