İNTERNET
BİLMEMENİN ÖYKÜSÜ
Edip Akbayram’ın
sesinden yıllarca dinledik Gidenlerin Türküsünü. Bilmenin, acı çekmenin,
özlemin, sevincin türküleri yakılıp öyküleri yazıldı da Bilmemenin Öyküsü
yazıldı mı, türküleri yakıldı mı bilmiyorum…
Sanatçının
seslendirdiği türküde, kavuşamamak ve gidenler çaresizliğin gözyaşları anlatıyorken,
Bilmemenin Öyküsünde ise, adı üstünde; “Bilmemek” yazılıyor, şehrimin kıt
kanaat olan okuma kültürü üzerine…
Öğrenme merakınız artıyor,
kütüphanenizde hızla kitap sayıları çoğalıyorsa, bilin ki Bilmemenin Öyküleri
de yazılmaya başlıyordur…
Birkaç gündür küçük
bir kuşun peşinde koşuyorum. Sanırsınız ki daha önce hiç buralarda, şehir
merkezinde görmedim onu. Ya o küçük kuş çok utangaçtı mümkün mertebe insandan
uzak yaşıyor, ya da insan yaşam alanına yeni giren bir tür…
Yöremizde yaşayan
diğer kuşlara benzetemedim onu. Bülbül desen değil. İskete, Serçe,
Çobanaldatan, Saka değil… Birkaç gün peşinden koşup fotoğrafını çekmek istedim.
İnsanlarla olan mesafesini o kadar titiz bir şekilde koruyor ki, on beş yirmi
metre yaklaştığınız anda bir o kadar öteye uçuyor.
Küçük bir kuş; alaca
kanatlarının yanında upuzun bir kuyruk, göğsü beyaz ve diğer yanları gri, sarı
ve tam olarak seçemediğim renklerden oluşuyor. Çok hareketli; günlük nafaka
peşinde olduğu kadar, insan denen canlıdan da çok korkuyor…
En sonunda ülkemizde
yaşayan kuşların fotoğraflarına bakmaya karar verdim. Yüzlerce fotoğrafı
incelediğimde İspinoz ile Dağ Kuyruksallayan arasında ikilem yaşadım. Gördüğüm
kuş ile fotoğraflarına baktığım kuşlara daha dikkatle bakınca, şehir merkezinde
özellikle insanların geçtikleri alanlarda ürkek, mahcup ve telaşlı bir şekilde
gezinen küçük kuşun Dağ Kuyruksallayan kuşu olduğuna karar verdim.
Alın size
cehaletimin bir parçasını daha. Kaç kuşu tanıdığımı düşündüm. Kaç ağacı ve
çiçeği? Ne kadar azdı, bölgemizde yüzlerce kuş ve bitki türü olduğunu düşününce…
Ülkemiz ise bitki ve kuş yönünde sınırları zorlayan bir zenginlik içerisinde…
Alışkanlıklarımızdan
vazgeçmeme, tanıdık ve ezber sözlerle konuşma alışkanlıkları, bir parça “ Bilme
“ ile çalım satma o kadar yaygın ki kendi kendimiz kandırdığımız gibi çevremizi
de körletiyoruz!
Niçin mi;
bildiğimizi sandığımız öyküler, nesneler, objeler, farklı yaşam türlerini hiç
bilmediğimiz çıkıyor ortaya…
Dağ Kuyruksallayan
kuşu tam da ismi gibi bir saniye bile yerinde durmadığı gibi kuyruğunu da dümen
vazifesi gibi kullanıyor. Serçe kadar bir kuş! Muhtemelen kışın yöremize gelen
göçmenlerden…
Bilmemenin Öyküsü
hiç bitmeyeceğe benziyor. Ne kadar çok merak, o kadar çok öğreti ve büyüyen boşluk…
Sanırsınız ki insan evrenin bir parçası; tıpkı onun gibi genişlemeye, sonsuzda
hızla ilerlemeye yazgılı…
Sanırım bu yüzden,
insan sıkıştığını sandığı gezegene sığmıyor artık. Yer çekimini yendi bir kere,
eninde sonunda açılacak başka yıldızların gezegenlerine doğru; bir daha geri
dönmemek üzere…
Bir arkadaşım
Beethoven’in 9.Senfonisi’ni dinledin mi hiç? Diye sorunca; duymuş olduğum,
belki de dinleyip de dinlemediğim farkında olmadığım eser için; “ Dinlemedim”
dedim.
“ Dinle “ deyince,
öyküsüne baktım. Bir başka Bilmeme Öyküsü… Sadece bu eseri iki yıl sürmüş
sanatçının yazması. Tam da kulaklarının hiçbir şekilde duymadığı ve on bin
kişiye tanıtıp kendi yönettiği eser–9.Senfoni 300 kişiden oluşan orkestra ve
korosuyla eserini icra ediyor…
Ayakta alkışlanıyor
Beethoven; dakikalarca… Bir yandan Bilmemenin Öyküsü, diğer yandan ise duymayan
bir sanatçının mucizesi… Beethoven sıklıkla şu sözcükleri tekrarlıyormuş;
“ Sanatın kalbine nüfuz edin. Çünkü ancak sanat ve bilim insanı,
tanrısal boyutta yüceltebilir.” Tıpkı, Bilmeme Öyküleri peşinde koşmak gibi bir
şey; alkışsız yücelme… Mülksüz zenginlik… Sınırların dışına çıkma sanatı…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder