Kamera; Güven Hıdırlık Kulesi-Antalya
İŞÇİ KARDEŞLERİM
Size nasıl
sesleneyim bilmem! Amele mi, işçi mi yoksa emekçi kardeşlerim mi desem! Hepsi
sizsiniz…
Tekirdağ’ın bütün
inşaatlarında, iskelelerin sıva yapan, boya süren ellerinde, yine siziniz. En
nadide eseri onaran; Ayasofya’nın tamirinde de, Süleymaniye’nin Mimar Sinanlı
projelerinde de hep sizsiniz.
İşçi kardeşlerim;
sizler en büyük, en kalabasınız ama en altta bulunuyorsunuz. Hâlbuki sıva
yaparken, boya sürerken en yüksek iskelelerde ve en çabuk, en erken ölen de
sizsiniz…
Her gün geçtiğim
Hasanefendi Caddesinde birçok apartmana kurulan iskelelerde büyük sessizlik
içinde hiç durmadan büyük sessizlik gibi büyük hünerli ellerle marifetli işler
yapan işçiler görüyorum. Ne yaptıklarını, ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar.
Hiçbir doktorun,
avukatın, mühendistin yapmak istemediği, ama işçi kardeşlerimin sıvadığı,
boyadığı o güzel, ferah apartmanlarda oturan bir sürü unvan sahibi yarı aydın;
parayı veren düdüğü çalar misali; 21. yüzyılın harika nimetlerinin tadını
çıkartıyor. Oysa hiçbir tat sürekli ve heyecanlı değildir; diğer tatların;
adaletin, hakkın, fark etmenin tatları bilinmiyorsa…
Son gezimde Antalya
Kaleiçi falezlerin hemen yanında Hıdırlık Kulesi 1800 yaşında olmasına rağmen,
eski günlerinin anılarıyla teselli buluyor. Deniz feneri olarak kullanılırken
asıl amacının denize, limana gelen yabancı gemilerin gözlenmesi düşünülmüş.
1800 yaşında bir
silindir şeklinde yapılmış bu eser şimdi işçi kardeşlerim tarafından
onarılıyor. 14 metrelik yükseklikte kurulan iskelede elinde bir hortumla,
dudaklarında bir ağıtla 1800 yaşında ki dik duruşun yıpranan duvarları
ıslanıyor.
Yaşlı begonvil
ağacının yanında kulenin altına; Akdeniz’e bakan falezlerin olduğu yere indim.
Deniz; geçen yıl ölüm kalım yaşadığım o büyük dalgalardan geçici bir şekilde
uzaklaşmış; bir göl, küçük bir dere sakinliğinde; uzanıyor Torosların, Tahtalı,
Olimpos, Hasan Dağının uzandığı gibi; mavinin, yeşilin, griliğin; hatta
renksizliğin dumanlı görüntüleri içine…
Kim bilir belki de,
en çok işçi ölümleri yaşandığı bu ülkede, çokbilmiş, çok gururlu ve çok aydın
sanılan insanların pişkin yalanlarına, duyarsızlığına; yüce bir ağıt eşliğinde
1800 yaşında bir yapının onarımının ilk adımlarını iskelesinden yapıyor; tıpkı
1800 yıl önce, sisli, fırtınalı zamanlarda gemilere ışık saçan fener gibi; yüce
bir ışık yayıyor; sesinin gök kubbe altında yayıldığı-yayılacağı her yöne!
Selam verdim 14
metrede iskelede Hıdırlık Kulesini onarmak için hazırlık yapan işçiye. Selamıma
selam da aldım. Oradan yüz metre ötede bir başka eser; Nazım’ın gri taşa
oyulmuş heykeline ulaştım. Bir tarafında Kurtuluş Savaşı Destanı var. Bir
yönünde ise Nazım’ın Ellerinize ve yalana dair şiiri.
Ne diyor bu şiir? Çok
şey diyor; vicdanı, aklı ve yüce gönlü olan, kendisinden öte bütün canlıları;
işçi kardeşlerini de düşünen, önemseyen herkese:
ELLLERİNİZE ve YALANA DAİR
Ve insanlar, ah, benim insanlarım.
Yalanla besliyorlar sizi,
Halbuki açsınız,
Etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya.
Göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
Uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi
Ellerin gibi tez kandırılır
Kolay atlatılırsın…
Ellerinizden geçinen
Ve ellerinizden başka her şey
Herkes yalan söylüyorsa
Elleriniz balçık gibi itaatli
Elleriniz karanlık gibi kör
Elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
Elleriniz isyan etmesin diyedir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder