Kamera; Güven Mozaik Müzesi-İstanbul
Yüzlerce yıl öncesinin emek ve zanaat işçiliğine gidiyorsunuz;
görülmeye değer bir yer;zaman zaman insanı çeken bir şeyler
var...
AVLANMA SANATI
Günün güneşli olmasını değerlendiriyordu Karabatak Kuşu.
Kıyıya gelmiş balık topluluğu ile ziyafet çekiyordu kendine. Her suya dalışında
bir balık yakalıyor, her yakalayış sonrası başını suyun dışına çıkartıp
beslenmesini gerçek bir mide törenine çeviriyor.
Tabiatın sonsuz
sunumları her canlıya beslenme imkânı veriyor. Küçük balıklar denizin içindeki
daha küçük yiyeceklerle hayat buluyorken, Karabatak Kuşu ise onlarla yaşam
tazeliyor. Hepsinin biricik amacı onlara verilen yaşam hakkını kendi yaşam
ölçüleriyle devam ettirmek.
Hiçbir hayvan anormal
bir durum harici kendi yaşam alanı ve beslenme çizgisi dışına çıkmıyor. Hiçbir
hayvan zalimce katliamları büyük bir susamışlık ve öfke içinde
gerçekleştirmiyor; sadece birisi hariç; İNSAN…
İnsanın insan olma
yolculuğu milyonlarca yıl sürse bile içindeki o büyük geçmiş bir türlü yok
olmuyor; doyumsuz mal-mülk edinimleri, sonsuza uzanan kıskançlık ve öfkeler;
dilimlere ayrılmış dinler, diller ve ırklar… Hepsinin öyküsü en soylu olandan
başlıyor. Ve hepsi kendi krallığını daha bir yüceltme peşinde…
Tekirdağ Avrupa Kıt’asında
Yunanistan ve Bulgaristan’ın dibinde olduğu halde, ayrılığı var oluş sebebi
yapmış ülkelere bir yabancı gibi doğduk ve yaşıyoruz. Çocuklğum Meriç Nehrinin
en deli aktığı zamanlarda, Balkanların soğuğunun zalim, masum ayırt etmeden
canlıları titrettiği yaşamlarda geçti. Beyazlık, yolları kapatır; kar savaşları
yapardık çocuk savaşçıları olarak. En büyük tutkumuz kazanmak üzerine;
kartopularını ve acıyı hissettikçe daha bir tutkulu savaşçı olurduk; acının ne
olduğunu göstermek adına…
Ülkesini bile
tanımayan insanların en bilmiş zamanlarında her şeyi bilirken, aslında hiçbir
şeyi bilmediğimizin itirafları ile avlanıp duruyoruz.
Boşluğun büyük
dengesi, yer çekim kuvveti, bilimin en görkemli bilgileriyle anlatılırken bile
heybesini doldurma, kasasını en gizli yerlere saklama telaşı içinde; biricik ve
paha biçilmez yaşamlarımızı hiçliğe adanmış kurbanlar gibi yok etmenin
perişanlığını yaşıyoruz; sanırsınız ki her kez halinden memnun;
Sıkışınca çok şükür,
övünme; askerlik anılarını ve aldanma, avlanma geçmişimizi; onurlu bir anı gibi
anlatıp; pişmanlıklar, öfkeler, öçler ile harmanladığımız bir hayat…
Çevremi insan
saygısının en tarafsız bakışlarıyla tararken bile memnun, huzurlu ve dingin bir
canlı özlemiyle yanıp tutuşuyorum. O kadar az ki bu tür insanlar. Böyle
canlıları, böyle dingin bakışları yalnız hayvanlarda görebilirsiniz; avlanmayı,
sevişmeyi, göçleri bir sanat, bir zanaat gösterisine çevirmiş hayvanlarda…
Böyle durumlarda
dinginliği resimde, heykelde, tiyatroda, sinemada, hikâyede, şiirde bulmuş
insanlara bir adım daha yakın olmakta teselli arıyorum. İşte, şu an bu
teselliyi bir şairin Robert Grawes’in dizelerinde arıyorum;
Ne ölen aşkımıza yas, ne uluyan fırtına
Karanlıklarda esen
Hüzün gülüşü, yalnız bir soluk kış manzarası
Çitleri kar örterken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder