Kamera; Güven Sığacık -Seferihisar
İnsanlar inanmak isterler güce; ama asıl
sorun aradaki ince çizgide; fayda ile zararın
kesiştiği yerde...
İNSANLAR İNANMAK İSTER
İhtişamlı bir güce
inanmak ister insanlar; o gücün büyük ihtişamından kendi ölümsüz güçlerini
doğurduklarını sanırlar. Tarih böyle yanılgılar ile doludur. Tarih az bilinip
yeterince önemsenmediği için, bilginin en bol olduğu zamanda bile çok değerli
bilgilerin merdivenlerinden aşağı inmek istemez; güce, ihtişama inanmış
insanlar-insancıklar…
En güzel ekmeği
ekmeğin sanatına inanmış fırıncı pişirir; en güzel unu, suyunu, tuzunu ve
mayasını nasıl ve ne şekilde koyacağını bilerek. En güzel besteyi, duygularını
ve sözcüklerin büyüsünü tanıyan besteci yapar ve en güzel şarkı çıkar ortaya.
En güzel heykeller, resimler, en güzel düşüncenin, inancın, bakışın ve
çalışmanın eserleridir.
Bütün güzelliklere
rağmen, aranan en güzel, en şaşırtan ve en faydalı gibi görünse de tarihin
içindeki insan rezillikleri hiçbir insan zekası ile izah edilemez. Daha bir yüz
yıl önce Birinci Dünya Savaşı, Balkan Savaşları ve İkinci Dünya Savaşının büyük
ve korkunç kalıntıları, ağıtları, yazılımları, fotoğrafları ve filmleri
ortadadır. Bu yüzyılın savaşları da gözümüzün önünde yaşanıyor; ama inanmışız
bir kere; güce ve güçsüzlüğe inanmışız…
Artık Yunanlı bir
yönetmen olmaktan çıkmış Theo Angelopulos’un yönettiği filmlerde insanların
inanmak istediği, boyun eğdiği güçlerin büyük göçleri, düşündürücü hikayeleri
yaşanıyor. Her şeyden önce müziğin insan için nasıl bir gereksinme, nasıl bir
beslenme olduğu, insanın bölük-pörçük ruh yapısını sağlamlaştırıp medeniyet
yolculuğunda sağlam bir kalkan gibi yanı başımızda duracağı anlaşılıyor.
Theo ustanın Zamanın
Tozu filminde de iç arayışlarımızın uyarılması yapılıyor. Düşüncemizin
kabalıktan sıyrılıp, felsefeye, tarihe, insana, sevgiye dönüşmesinin
şırıltılarını duyuyorum. Zamanın Tozu filminin öne çıkan müzik aleti piyona
oluyor. Seslenişler yine felsefenin ve mitolojinin desteğini almışa benziyor.
“Hiçbir şey sona
ermez” diyor filmin içindeki ses; “gelecek asla durmaz.” Ve bir ses daha ; “
melek haykırdı, üçüncü kanat” diye…
Tabiatın boşluğu
sevmediği tabiatı seven herkes tarafından bilinir. Biline biline tabiatla
ahmakça danslar ediliyor. Sabırlı, dayanıklı olan doğa, insandan çok önce var
olduğu gibi, insandan sonra da döngünün hizmetinde yaşamaya devam edecek.
Öyleyse bizim alıp veremediğimiz nedir? Neden asıl gerçek olandan, asıl
kaybedenden, ezilenden kaçıyoruz? Korkularımızın güç karşısında bizleri daha da
erittiği ortadayken, bizler bu pis ve lanet korkuları neye besliyoruz?
Biliyorum, insanlar
inanmak ister; bu yüzden at yarışları, spor toto, büyük hayallerin kumarını oynarlar. Bu yüzden komşumuzun kaybetmesini, kızdığımız birisinin ölmesini
bekleriz; çünkü bizim kendi lanetin tuttuğunu, şartların eşitlendiğini
sanırız; ama gerçek öyle midir? Kalan var mıdır? Eşitliğin denk olduğunu sandığımız akıl karşıtı, kin ve nefret ve kıskançlık dolu duyguların inandığımız
gerçekten uzak olduğunu bir bile bilsek; ah, bir bile bilsek…
İnsanlar inanmak
isterler masallara, mitolojiye ve destanlara. Onların büyüsü, güzelliği,
kurtarıcılığı ve masumiyeti iyiyi korur, güçsüze yardım eder çünkü. İnsanlar
inanmak ister daha büyüğe, daha güçlüye ama asıl inanmak zorunda oldukları
kendi büyük güçleridir. Neden daha ucuza elektrik tüketemiyoruz, su içemiyoruz,
seyahat edemiyoruz sorgulamasını yapmak yerine bizler içimizdeki kurtarıcıya ve
büyük çelişkilerin kavgalarına, küskünlüklerine inandığımız için asıl inanmak
istediğimiz büyük cennetin dünya olduğunu bir türlü göremeden ölüp gidiyoruz;
ne büyük bir kayıp; ne hazin bir gerçek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder