ABLA
METAFORU
Bizim milletimizden başka milletlerde da var mıdır bu tür seslenişler acaba? Önüne gelene “Abla”, “ Amca”, “Dayı” hatta “ Anne”, “Baba” (…)
Sanıyorum Küçük Asya-Anadolu kültürü, derinliği, bin bir çeşit milletle yoğrulup ekilip biçilmesi ve tekrar tekrar pişerek Anka Kuşu gibi yaşama dönmesi; seslenişlerdeki zihinsel becerileri, hitap biçimlerinde sosyolojik, ticari terimleri de farklı biçimlerde yeryüzüne, insanların iç içe olduğu yaşamsal alanlara taşıyor.
Kumbağ’a doğru içinde on kişinin olduğu yolcuyla birlikte, denizi gören tepelerden geçen yolda, açık camlardan esen rüzgârın üfürmesiyle serinlemeye muhtaç halde, gidiyorduk. Kumbağ girişinde, özellikle yazlıkçıların olduğu sitelerin başladığı yerlerde 55–60 yaşlarında kadın yolcu minibüs şoförüne tatlı mı tatlı, sıcak mı sıcak bir dille:
—Ablaam, beni şurada indirir misin,
diyerek seslendi. Yetmedi, inmek istediği yerde duran şoföre, bir teşekkür
niyetine; “ İyi günler” dilese de genç şoförün umurunda bile olmadı.
“Ablam” seslenişini-metaforunu-eğretileme özellikle yaptığını, bu tür iletişim denemelerinde büyük çoğunluk karlı çıktığını kim bilir kaç kez sınamıştır. Bizim toplumumuzda da simgesel haline gelmiş, değer seslenişler gibi oturmuş, kabul görmüş olsa da galiba yeni nesille birlikte süresini doldurup; sonsuza kadar kaybolmuş sözcükler mezarlığına gidecektir.
Abla, abi, dayı, amca, yenge, teyze, hala, baba, anne; hepsinin gerçek karşılıkları, toplumları oluşturan insanlar arası muhteşem derece etkili akrabalık ilişki ve rütbelerini belirleyen kavramlardır.
Bu kavramları, ustaca kullananların büyük çoğunluğu ticari ve sosyolojik karların peşinde koştukları bellidir. Pazaryerlerinde pazarcıların kendilerinden çok küçük, hatta genç kızlara; “ Buyur ablacığım” diye seslenişinin elle tutulur yanı ne kadar vardır bilinmez! Bilinen şey değerli ve yoğrulmak, göç etmekten bıkmamış toplumda, hak edilen kavramların hakkını, bu kadim milletin değerli kültürlerine yakışır şekilde yapmamamız… Ne acı bir kayıp…
Gerçek annemize; “ Anneciğim” gerçek babamıza; “ Babacığım” ,halamıza “Halacığım”, teyzemize; “ Teyzeciğim” diye seslenmek varken, hiçbir akrabalık derecesi olmayanlara “Baba, anne, teyze, abla” diye seslenerek, GÜYA onurlandırıyoruz…
Ya Bülent Ersoy’un seslendirdiği şarkıyı dinleyen dil bilimcileri, sosyologlar nasıl bir tuhaf duygu içine düşmüştürler kim bilir?
“Sıkı sıkı sarıl bana
Ablan kurban olsun sana
Sıkı sıkı sarıl bana
Ablan kurban olsun sana
Sıkı sıkı sarıl bana”
Sanırsınız Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil şiirindeki o muhteşem felsefe hâkim olmuş dünyamıza;
“Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele”
Yahu, bir kadına, bir genç kıza; “ Hanımefendi” diye seslenmek varken; bu kıvrak, oynak metaforlara-eğretileme ihtiyaç var mı? Minibüsten inen bol makyajlı ve bakımlı hanımefendi; “ Beyefendi şurada inmek istiyorum” derse, daha harika, içten ve dürüst bir sesleniş olmaz mı?
Cumhuriyet, Mustafa Kemal ATATÜRK; Beyefendiliği, Hanımefendiliği boşu boşuna mı öğretmeye, göstermeye çalıştı: -Sevgili beyefendiler, hanımefendiler?
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder