KORKU
TÜNELİ ve SEÇİMLER
Bu çalışmam yayınlandığı tarihte Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimleri bitmiş, Millet İttifakı veya Cumhur İttifakı taraflarından bir lider 5 yıllığına ülkemizin; 85–90 milyon insanın mutluluğu, huzuru, güvenliği için elini taşın altına koymuş, büyük özveri isteyen çok önemli bir dönemin tarihe iz bırakan tarafında olacaktır…
Eğer ki inanmışsak demokrasiye, hak ve adil olana; kim kazanırsa kazansın, ülkemizin tamamı mutsuz değil umutlu olmalıdır. Olmalıdır ama nasıl? Sadece bir tarafın sevinmesine dayalı gergin ve gerilmiş siyasi yarışta böyle bir sonuç ve umut beklentisi olabilir mi?
Yazı başlığım birincisi; “ Korku Tüneli” olarak tanıtmak, neredeyse kırk yıl önce başkentimiz, Kurtuluş Savaşı’nın göz nuru olan Ankara’dayım. Genç ve çocuk ruhu içinde gezip, dolaştığım Ankara’nın gecesinde de oldum. Gençlik Parkı olarak bilinen yerde Açıkhava Tiyatrosu, aynı zamanda da Lunapark ve onun yanında meşhur sözü hatırlatan; “ Giren de pişman, girmeyen de…” anlayışı üzerine Korku Tüneli olarak tanıtılan her girenin garip duygularla çıktığı kapalı alana bende girmek için bilet aldım.
Korku Tüneli için ayrılan kapalı alan oldukça büyüktü. Raylar üzerinde sadece bir kişiyi taşıyan küçük ve üzeri açık tren vagonuna dışarıda biniliyor. Binen herkese, hiç binmeyenler imrenerek bakıyor. Bakıyor bakmasına da çıkan herkesin yüzündeki tuhaf şaşkınlığı görenler de bu sefer şaşırıyor…
Başlangıç zili çalınca binmiş olduğum üzeri açık küçük tren vagonu kapalı alana girdi. Hızla karanlık alanın içinde yol almaya başladık. Zifiri karanlığı bölen tek şey, viraj-dönemeç olan yerlerde haniden bir ışık yanıp, bir iskeletin ve tuhaf çığlık seslerinin sizi selamlaması oluyor. Dönme daha hızlanınca, önceden oraya yerleşen Korku Tüneli çalışanları, insanı daha da korkutmak için sadece iskeletler, acayip sesler gösterip duyurmuyorlar.
Tren karanlığın içinden kayarken, viraja-dönemeç gelip biraz yavaşladığı vakit, karanlıkta gizlenmiş olan çalışan öyle bir tokat attı ki, artık korkunun neresine saklandım, o vagonun hangi deliğine gizlendim bilmiyorum; çıkana kadar büzülmüş, ruhsal titreme içinde bir tokat daha yememek için neredeyse başımı gövdemin içine gizlemiştim…
Kırk yıl sonra tebessüm ederek anlatsam da, bir çocuk için, ilk kez girilen yaşanan bir deneyim için, kaba bir öğretici anı yaşadım. Bu korkudan, kırk yıl önceki Başkent Ankara anılarından bugüne gelince, yaşadığımız seçimleri tam manasıyla şölen olarak anmayı, anlatmayı, yorumlamayı ne kadar çok isterdim…
Bizlerin gelişmiş olan uygar dünyalardan neyimiz eksik? Her fırsatta kadim Millet olduğumuzu anlatıyor bununla onur duyuyoruz. Niçin kadim kültürlere, milletlere yarışır DEMOKRASİ ŞÖLENİ yapmıyor, yapamıyoruz?
Seçimlerde yarışan tüm ittifak partilerinden arkadaşlarım, tanıdığım insanlar var. Araya politik mesajlar, baskılar ve kurnazlıklar karıştırmadığımız için her alanda, karşılaştığım her mekânda sorunsuz konuşuyor, sohbet ediyoruz…
Söz konusu ülkemizse, yaşadığımız kent ise: Niçin; Tekirdağ’ın olmayan turizmini, şehir insanının şehirli gibi yaşamadığını, deprem sorununu çözmüş, deniz ve demir yollarını çok iyi kullanan bir şehir haline gelmesi gerektiğini konuşmuyor; konuşamıyoruz…
21.yüzyıl siyasetinde korkunun yeri kalmamalıdır. Şeffaflığın, adaletin, kayırmacılığın son bulduğu gerçek manada liyakat sisteminin başrolü oynadığı kararları, yasaları istemek, uygulamak hiç de zor değil. Kalıcı olan şey; Mustafa Kemal Atatürk gibi zaferlerin sonunda kazanılmış bir ülke, kurulmuş bir Cumhuriyet olmalıdır…
Sokrates, Tolstoy, Buda, Balzac, Cervantes, Dostoyevski, Yaşar Kemal, Nazım, Sait Faik, Yahya Kemal, Namık Kemal ve daha binlercesi gibi ülkesine, milletine ve dünyaya bırakılan eserler değil de nedir; kalıcı olan şeyler…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder