EĞ
BAŞINI EĞ BAŞINI
Bir kitap- eserin; Dünya Klasikleri arasına katılması ne demektir? Bildik bütün eşiklerden geçtiği ve insanlık vizesi almış olduğu gerçeğini anlatmaz mı?
Victor Hugo’nun Sefiller başyapıtı da böyle bir şeydir. Tıpkı, Savaş ve Barış, Don Kişot, Hamlet gibi…
Hugo’nun Sefiller eseri okundukça tat veren, çağlar geçtikçe dem salan; edebi, sosyoloji kokuları insanlık vicdanı ve dilekleriyle dünyayı çepeçevre sarar hale geliyor.
Eseri iki karakter üzerine oturtalım. Kız kardeşinin aç çocukları için sadece bir somun ekmek çalan başkarakter Jan Valjean (Jan Valjan ) 19 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve çok zor şartlarda ömrünü tamamlarken, özgürlüğü hayal etmektedir.
Tam da sırası gelmişken; “ Özgürlük” en saf halde ne zaman aranır, özlenir deseniz; esaret altında, eziyet çekerken, yaşma tutunma umutlarında aranır, derim…
Tekirdağ Süleymanpaşa’da temiz ve müşterisi bol bir kafeteryada oturmuş, yudumlarken içeceğimi, yan taraftaki masada olan dört arkadaşın da sohbetlerini yudumlamasını dinliyordum.
Ağır konulara şöyle bir dokunuyorlar, diğer üç arkadaşa göre daha genç olan, dokundukları konu kalp kırmasın, neşeyi öldürmesin diye sıklıkla başka konulara, sörf yapan sporcu gibi gelen ilk dalgaya tutunup, esintiyi ruhsal, fiziksel bir akışa dönüştürüyordu.
İsmi Ali olan şahıs, sıklıkla ve hangi konuya başlasalar; “ Ben bu konuyu çok iyi biliyorum. Çok da iyi takip ediyorum.” Deyip son sözü kararlı ve neredeyse arkadaşlarına gizli veya açık Mobbing yapıyordu.
Ali Bey’in her çıkışında, söz alışında başlarını yere eğen üç arkadaş tıpkı Victor Hugo’nun Sefiller eserinde, harika bir müzikal eşliğinde tüm esirlerin söyledikleri şarkıda sıklıkla tekrarladıkları sözcüklere sığınmışlar gibiydiler;
“ Eğ başını, eğ başını. Gözlerinin içine bakmayasın! Eğ başını, eğ başını. Ölene kadar buradasın. Eğ başını, eğ başını”
Diye söylenen şarkının başkarakteri, aynı zamanda insanlığı, inandıkları dini, Peygamberi dahi sorgular. Yaratıcının çektikleri eziyete seyirci kaldığını, kanunların, adaletin çürümüşlük üzerine dikkat çeker…
Kanun temsilcisi ve uygulayıcısı-polis müfettişi Javert, en az, Orhan Kemal’in Murtaza karakteri gibi görevine bağlıdır; koşulsuz itaat ve disiplin içinde; körü körüne…
Sözü nereye getireceğim acaba? Sivil veya resmi yaşamlarda, mecbur muyuz Javert gibi körü körü bağlılıklara? Bir somun ekmek çalacak hale gelmiş, yaşamı boyunca dürüst yaşamış bir çiftçinin, o somuna niçin muhtaç kaldığını sorgulayan milletlere, devletlere şimdi koşarak giden gençlerimiz, gençliğimiz neyin türküsünü söylüyorlar?
Eğilecek başların ve terk edilecek ülkenin, onları anlamayan aşırı önyargılı bürokrasinin günahları, en az bir somut ekmeğe muhtaç Jan Valjean’ı çürüten, yok sayan kanunlarımız gibi tekrar sorgulamalı; niçin bu kadar mutsuz, buruk ve sıklıkla idare et felsefesiyle başları eğiyoruz?
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder