Kamera; Güven Ganoslar...
GANOS-IŞIKLAR
DAĞLARINA YAZ GELMİŞ
Şehrimizin denize
paralel uzanan Ganoslar diyarı her mevsim ayrı gösteri içindedir. İnsanla oyun
oynar görünür; vaktini yakaladığınızda, uzaktan bakıp, gölgeler, bulutlar ve
güneş, el ele tutuştuğunda Kaf Daları masalları gelir aklınıza…
Derin
siluetleri-karaltıları gizemlidir. Hele bir de şafak vakti bakıyorsanız, daha
gizemli bir hal içindedir. Tıpkı, gün batımında, gecenin saf ve koyu
karanlığına karışıyorken görünen manzaraları gibi…
Ganos Dağları’nın
henüz kıymeti anlaşılmamış, eşsiz güzelliğini turizmle buluşturamamışız… Aklı
başında yöneticilere burasının Nevşehir ile yarışacağını söylediğimde,
gözlerindeki uzaklık, Ağrı Dağı efsanesinin uzaklığından bile öte gidiyor.
Tekirdağ Kumbağ’dan
Ganoslar üzerinden Gelibolu’na kadar akıp giden coğrafya, tam manasıyla balon
turizmine, at, yürüyüş, gemi turizmine çok uygunken, bunu halen anlayamayanlar,
buranın turizmini; “Gözleme satışı!”
sananlar, baştan beri aldanışın en soylu hallerini yaşamaktadırlar…
Ganos-Işıklar
Dağları ile neredeyse 16 yıl önce tanıştım. Yunus Usta sayesinde başlayan bu
yolculuk, hiç ara vermeden devam etti. Fikir sanatı ve yazı dünyasının
bileşenleriyle gittiğim, gördüğüm yerlere dikkat çekmeyi, en değerli bir
anlatı, duyuru olarak kabul ettim…
Haziran’ın ikinci
haftası aradığım arkadaşlarım; Yunus Usta, Lokman Bey ve Bülent Yorulmaz, üç
bölüme ayırdığımız Ganoslar yolculuğunu ( Şafak Yürüyüş, Gece Kampı, Gündüz
Kampı) gündüz kampı fikrini kabul ettiler.
Köylerimizi,
kasabalarımızı ve şehirlerimizi, bu yerleşim alanlarının yakınında bulunan
dağları, ormanları, vadileri ve tarihi alanları görme bilincim şu sözcük ile
her daim kesişmiş vaziyettedir; “ Kültür”
Kültür denen şey
sadece geçmişe ait bir oluşum-varlık değil; tüm zamanlara ait, canlıyı özel
kılan, onun özgün yapısına ait çok değerli bir enerji, yaşama ve yaşatma
biçimidir… Hal böyle olunca, yalnız yaptığım geziler, yürüyüşler hariç,
arkadaşlarımla çıkacağım her türlü kamp, yürüyüş, yolculuk, daima “Gönüllülük”
esasları içinde başlar ve biter…
Neden gönüllük?
Derseniz söyleyeyim atalarımızın söylediği bir sözü; “ Zorla koyunlara giden
köpek, kurt getirir.” Böyledir, gönülsüz olan yolculuğa çıkarılması. Gereksiz,
tehlikeli ve yok edicidir…
Sırf bu yüzden,
Dağlara olan yolculuğumuz 16 yıl önce başladığı vakit Yunus Usta ile şu sözlü
kararı aldık; “ Çekirdek kadromuzu her daim küçük tutup koruyalım.” Kısacası,
hiç kimse bile gelmediği vakitler, Yunus Usta ve ben, Şafak yürüyüşlerinden
tutun da gece kamplarına kadar bir sürü yolculuk yaptık…
Yolculuklar
değerlidir. Buda, yolculuğa çıkmadan önce neleri feda ettiğini bir bilsek,
bazılarımız ona öfke duyacaktır. Buda, kendi aydınlanmasının, yaşam ile ölüm
arasındaki ince çizgiyi kavrama iradesinin yolculuklardan geçeceğini çok iyi
biliyordu. Bu yüzden, dünyevi olanın ötesine, bugün 500 milyon insanın inandığı
Budizm yolculuğuna yürüdü…
Sokrates’in yolculuğu
başkadır; söz sanatına, gençlere bağımlı ve iç içe geçmiş eşsiz bir felsefedir.
O’nun felsefesini bugüne taşıyan, öğrencisi olan Platon tutunduğu şey ise yine
yazı sanatından başka bir şey değildir…
Ganos-Işıklar
Dağlarına yaz gelmiş. Genelde yaz kamplarını tercih etmesek de, covid–19
yüzünden aksayan gece kapları, şafak yürüyüşleri nedeniyle beş-altı saati
geçmeyen gündüz kampına razı olduk; gönüllü bir şekilde…
Kumbağ ili Yeniköy
arası, beş-altı yıl önce gece kampı yaptığımız yere geldikten sonra, yolun sağ
tarafında bulunan orman-tarla yoluna saptık. Sadece manzara izleme, küçük
yürüyüş ve yemek üzerine kurulacak kamp ateşi ve meşe ağacı gölgesi; denize,
adalara ve Şarköy açıklarına uzanan derin bir manzara ile çevrelenmiş
yerdeydik…
Çiçekler, bitkiler
yakın zamanda düşen yağmurların ve güneşin yardımıyla, yaşama renk, kokuların
şöleni sunmaktaydılar. Katırtırnakları, ardıçlar, kantaronlar, kekikler ve
karşı dağlarda kendi yeşilliği, topluluğu içinde çok özel görünen ıhlamur
ağaçları…
Ganoslar-Işıklar
Dağlarına veya Istranca-Yıldız Dağları olsun; ateşin, sofranın, sohbetin veya
yürüyüşlerdeki manzaranın karşısında hissettiklerim şunlardır;
“ Yaşam denen
kutsiyet, sadece bir yudum kadar zaman dilimi içinde geçen bir ömür, bizden
öncekilerin yaptığı gibi, var ile yok arasında gidip gelmelerden başka bir şey
değil… Bilincimiz, irademiz, içgüdülerin baskısı altında çırpınırken,
durdurulamayan zamanın en büyük eksiği; yepyeni anılar yapamamak…
En basit hareket ve
gezi; yeni doğacak bir anı, akış, değişim, dönüşümdür… Hele bir de yakınınızda
arkadaşlarınız, yaşadıklarınızı anlatacağınız bir gazeteniz, gazete köşeniz
varsa; değmen benim gamlı keyfime…”
Laf aramızda
dostlarım; Ganos Dağları’na yaz gelmiş… Ardıçların, meşelerin, ıhlamurların,
fıstık çamlarının, göknarların kekiklerin, adaçaylarının, her saat farklı görünen
dağ tepelerin, vadilerin olduğu diyara yaz, yeniden gelmiş…
Güven SERİN
4 yorum:
Ne iyi yapmışsınız. Küçük, büyük her seyahatte kadroyu ufak tutma fikrine kesinlikle katılıyorum.
Bahsettiğiniz bölgeyi özellikle doğa ve spor turizmi açısından değerlendirme konusu ilginç geldi. Bahsettiğiniz bilincin oluşması zor mu? Sanırım zor. Yine de enseyi karartmamak lâzım. Siz söylemeye, yazmaya devam edin. Nice keyifli yollar dilerim.
Teşekkür ederim Sezer; Sanırım bizim ülkemizde fikirlerin olgunlaşması Yüzüncü Maymun Teorisi kadar zor; beklemek,önce kaybetmek ve sonra kazanmaya çalışmak gerek; oysa zaman nehri; " Time" sürekli sesleniyor; zaman akıp gidiyor uyarısını yapıyor nazikçe...
Karıncanın hikâyesi geldi aklıma.
''Nereye?'' demişler hani. Demiş ki ''En sevdiğim yere.''
''Bu bacaklar mı?'' diye küçümsemişler de öyle bir cevap vermiş ki...
Keşiflerin yerini bulması öyle birdenbire gerçekleşmiyor. Siz yolunu açmış, kutsal bir görev addederek üzerinize düşenleri bilinçli bir şekilde yerine getirmektesiniz. Bu çok değerli...
Teşekkür ederim Zeugma; karınca hikayesi aklıma son yazdığım ve etkilendiğim bir yazı,düşünce,fark ediş geldi.Roland Garros tenis finalinde yüzlerce kez duyduğum o sesi,bu güne kadar duymamışım; sporcular dinlenirken,dinlenme vakitleri bittiğinde kadın hakem "TİME" diye sesleniyor; time-zaman; o an,sanki evrenin sesini duydum; zaman nehrinin akışını,hiçbir şekilde englenemez yöne olan sürüklenişimizi; niçin birkaç kulaç atıp,bir adacıkta bir süreliğine insan ferhalamasın,yaşamın veya dağlara tırmanmasın,şehirlerin sokaklarında kaybolmasın; zaten o büyük evrenin muazzam hatırlatıcısı "TİME" diyor,her vakit;eksiksiz...
Yorum Gönder