Kamera; Güven-Antalya
SAĞLIK, İLLA…
Canlı olmanın, bütün
kalabilip huzurla yol alabilmenin en güzel yanıdır sağlık… Bir türlü
kaybedilmeden kıymeti bilinmeyen, hatta kaybederken bile tam olarak hangi
hazineyi kaybettiğimizi bilmediğimiz yüce şey…
Zaman akıp gider…
İnsanın kendi algılarıyla, hisleriyle bir türlü yakalayamadığı zamanın doğum,
yaşam ve ölüm süreci; muazzam bir yolun yolculuğudur. Masallar, efsaneler,
dinler ve bilimin hiç durmadan peşinden koşup yorumladığı şey…
Hiçliğin içinden
kurtulmanın ne güzel yoludur; yaşamın içinde, yaşam oyalanmalarıyla teselli
bulmak ve aramak… Hele yazın dünyası içindeyseniz, bilinen okuyucuya ulaşmadan
öte bir öğrenme ve öğretme döngüsü içinde koşmanın yüce sancıları, marifetli
coşkuları içinde görmek, dinlemek, yürümek, dokunmak zanaatıyla sanatçı
eserlerine dönüşmek istersiniz.
Yağışlı günler
derken, güneşli bir gün; günler içinde güneye Antalya’ya süzüldüm. Dünyanın,
şehirlerin küçüldüğü bir zamanda şans ve şansızlığın eşelenmesini düşünürken
sımsıcak bir sonbahar günü… Güney sahilimiz, turizmin merkezi olan şehir 1
milyon nüfusunu çoktan aşmış.
Daha yolda bedenimin,
özellikle gözümün ve belimin uyarılarıyla yol aldım. Sol gözümün kapakçığı
şişmeye başladı. Belimin ince ağrısı “ sende insansın” etten, kandan, kemikten
ve hücrelerden oluşmuş yaşam bütünlüğümün hatırlatışını yaptı.
Güney yolculuğumun
programı oldukça dolu… Antik Likya yürüyüşü, Antik kentlerin ve müzelerin
ziyareti, Ara Güler ve Picasso sergileri ve şehir tiyatrolarında Şaşkın Koca
oyununun izlenmesi…
Her zaman olduğu gibi
Kaleiçi; çitlenbik ağacının, begonvillerin, yasemin çiçeklerinin yaşadığı yere
yakın, taş ve tarihi evlerin, pansiyonların olduğu yerde kaldım. Falezler
yabanıl yaşamın Akdeniz’e süzülüşünü her daim anlatıyor. Akdeniz, Toros
Dağlarıyla o büyük, gizemli dansını milyon kez, milyar kez tekrarladığı gibi
tekrarlıyor.
Gözüm; sol gözümün
kapağı iyice şişmeye başladı. Gecenin içinde nöbetçi eczane arama ve yorgun
bedenimin soğuk bir birayla ödüllendirmesine kanmasıyla son buldu. Gün ola
yarın ola, anlayışı içinde sazın, gitarın ve baterinin canla, başla içtenlikle
ezgilerin insana akan, antik kentlerde limanla şehir arasındaki yolun yolcusu
misali…
Günün ışıldamasıyla
birlikte ışığa süzülen sol gözümün şişkin haliyle en yakın eczaneye gittim.
Yorgun bakışlı eczacı adama gözümü gösterdim. Teşhis tahmin ettiğim gibiydi;
Arpacığın bir çeşidi. Gözüm enfeksiyon kapmış.
Eczacın gözüme bakıp
ilk sözü ; “ İTDİRSEĞİ” tanımlaması oldu. O kadar hızlı söyledi ki birkaç kez
sormak zorunda kaldım. Söylediği sözcüğü Latince bir tanımlama gibi anlasam da,
sonradan bir başka halk diliyle itdirseğini anlattığı anlaşıldı.
Koruyucu ve mikrop
öldürücü merhemler çoktan çikolata fiyatına inmiş. 7 TL’yi ödeyip iki merhemi
aldım. Sağlığa giden yolun en büyük yardımcısı ilaçlar… İnsanın, uygarlığa
kavuşmadığı zamanlardan başlayan şifalı otlar, sular, tütsüler, dualar sonunda
bilimle buluştu.
Bilimin canlı
hayatındaki önemi oldukça büyük… Birkaç hapın, küçük bir merhemin, bir şişe
şurubun nelere kadir olduğunu, neleri başardığını biliyoruz.
Bilim dünyasının
yanılgıları, yanlışları olsa da, aradığı biricik şey; en doğru, en sıhhatli
gerçektir. Bilim, gerçeklerden beslenir. Tıp bilimi, matematik gibi net
sonuçlar vermese de hiç durmadan ilerliyor. Tıp sanayi askeri sanayilerle
yarışacak kadar büyük…
Uygar ülkelerin en
büyük hedefi insan denen canlının daha doğar doğmaz sağlıklı bir şekilde
büyütülmesi. Büyütülmenin içinde en önemli seçimler elbette, beslenme, spor ve
diğer etkiler göz önünde bulunduruluyor.
Beslenmeyi, sadece
midesel düşünmek büyük saflık olur. Ruhsal beslenmenin önemi oldukça büyük… Bu
yüzden, ruhsal besinlerin, daha bebekken, okul çağında çocukken insan denen
canlıya büyük etik ettiğini ortaya çıkaran sihir; yine tıp bilimidir. İnsan
psikolojisi midesel beslenmeyle birlikte ruhsal beslenmeye de muhtaçtır…
Çocuklar okul
yollarında ezilmeden, büzülmeden, güle oynaya yürürse, teneffüslerde bol zaman
ayrımı içinde toprağın, çiçeğin, ağacın, müziğin, sporun kovuşumu yaparsa
yaşama sağlıklı toplumlar olarak akıyor.
Sağlık illa…
İtdirseğim iyileşmişe benziyor. Belimin ağrısını da şimdilik biberiye yağı ve
Doğa Irmağın usta ellerinin masajıyla idare ediyorum… Büyük şey; sağlık…
2 yorum:
Geçmiş olsun! Kültürel etkinliklerle bezeli, buraların en güzel zamanlarına denk düşen geziniz böyle sıkıntılı bir rahatsızlıkla gölgelenmeseydi ne iyi olurdu. Şimdi siz her Antalya'yı anımsayışınızda itdirseği de gelecektir aklınıza. Yine de beterin beteri var deyip şükretmelisiniz. Kaleiçi'ni ne güzel anlatmışsınız. Çoktandır gitmedim ve özlediğimi fark ettim. Bu yazıyı dönüşte mi kaleme aldınız bilmiyorum ama doğup büyüdüğüm Antalya'ya gelmişken, yakın bir kasabasında yine yakın bir köyünde yaşayan Begonvilli Ev sakinlerini de ziyaret etseydiniz keşke. Sağlıklı güzel günler diliyorum.
Teşekkür ederim Begonvilli Ev. Evet,kaleiçine gitmelisiniz. Çitlembik ağacına kurumuş dallarından yeşeren dağlara baklalı ve altında bankları olan yaşlı ağaca sımsıkı sarılan begonvile..
Dönüşü yaptım ;çok teşekkür ederim;elbet gelir kahvenizi içerim;ev sakinlerine selam ediyorum...
Yorum Gönder