Kamera; Güven Modern Sanat Müzesi-İstanbul
14. Bienal Etkinliği
SORU SORMAK!
Niçin bu kadar önemli
soru sormak? İlk önce kendimize sorabilme hürriyetine sahip olabilmek; niçin bu
kadar önemli? Muhtemelen bir avuç hatta bir yudum bile olmayan yaşamın daha
anlamlı olabilmesi için…
Eğer önemliyse yaşam,
kaldırıp bakabiliyorsanız göksel açıklığın engin, uçsuz bucaksız denizine; bu
büyük hiçlikte kaybolmamak istiyorsanız; yanıt bulacağınız, bulmak
isteyeceğiniz soruları sormak zorundasınız? İlk önce ben kimim; niçin
bululuyorum burada? Hiçbir filozofun tam olarak ikna olmadığı yaşamın içinde
bulunmanın aynı zamanda bir mucize; muazzam bir sanat olayı olduğunu bilerek;
sormalı en güzel, en can alıcı soruları…
Soru sormanın
kültüre, yaşam akışına dönüşecek oluşu ilk önce kendimizi kendimizden de
kurtarmak anlamına geliyor. Nasıl mı? Kalıplardan kurtulmaya başlayarak. Her
gördüğümüz insana “merhaba kanki” demeyerek. Kullandığımız sözcüklere her gün
bir yenisini katarak… Edebiyata sadece şaklabanlık yapma gözü bakmayarak…
Psikiyatriyi, toplum bilimini, siyaset bilimini, sanata ve zanaatı önemli
bularak…
Neredeyse her gün
önünde geçtiğim Namık Kemal Evinin bahçesinde durağan ana soru sorarak
başlıyorum. İçimde ki soru sorucu biraz daha geriye çekil ve ahşap kaplı evi
betimle diye sesleniyor. Ne görüyorsun? İkinci katta bir balkon; genişliği bir
metre, uzunluğu üç metre kadar… Balkona bakan iki cam var. Balkonun her iki
tarafında cumbalı iki oda; birbirinin aynısı; ikisinde de üçer cam var.
Simetriden faydalanıp estetik görünüşe; hoşluğun derin, sessiz güven verici
sıcaklığına kavuşulmuş.
Bunlarla indim
sahilin Mutlukent çay bahçesine. Halkın susadığı, susuzluğunu, engin açıklıkta
ruhsal terapi buluşları içinde soru sorduğu yere; Niçin bu güne kadar bu halk
sahiliyle buluşturulmadı? Sorusunu bir kez daha; bin kez sorduğum gibi…
Prof. Dr. İbrahim
Ortaş çok önemli bir soruyu hatırlatıyor. Bilim insanlarımızın dünyadan
kopuşunun anlatımını; büyük uyarışını şu sözlerle yapıyor;
“ Araştırma
teknikleri, konuların ele alınışı yaklaşım ve üretkenlik bilgi ve üretim
yönünden çok çok gerilerdeyiz. Görebildiğim kadarıyla gelişmiş ülkeler
üniversiteleri veya araştırıcıları konuyu soru sorarak ve hipotez kurarak
başlıyor.
Bizim gibi ülkelerden
gelen araştırmacılar ise, halen durum tespiti ve üretim artışı konularında
duruyor.”
Tılsımlı bir yaşam
tespiti gibi; soru soran, hipotezini ortaya süren ülkelerin aldığı yol ve
yolculuk gözler önündeyken, yaşam fışkıracak, uygarlıklar cenneti olan
ülkemizin talihsizliği sorulmayan sorular ve verilmeyen cevaplarda gizli…
Soru soran kendi
hipotezini oluşturan Prof. Dr. Engin Umut Akkaya’nın düştüğü durum ise tam bir
ibretsel gösteri. Akkaya’ya dünyanın önemli kimya Dergisi Angewante Chemie
ciddi önem verip kapak konusu yapıyorken aynı Profesöre TÜBİTAK bir yıl ceza
veriyor. Araştırmasına da desteği çekiyor…
Prof. Dr. Engin Umut
Akaya neyin sorusun sormuş neyin hipotezini oluşturmuş? Dünyada en önemli ciddi
harcamaları ve ölümleri geride bırakmış kanser hastalığı tedavisinde
FOTODİNAMİK terapi konusunda yaptığı çalışmalar anlatılıyor.
Fotodinamik kanser
tedavisinde, kimyasal tedavi, ışın tedavisi ve cerrahi dışında, klinik
potansiyeli olan bir tedavi biçimi olduğunu öğrendim. Neredeyse yepyeni bir
umut ışığı; milyonlarca kanser hastası için; muhteşem bir tedavi yöntemi…
Bu araştırmalar
sorular sorarak, emekler harcanarak devam edecek; bundan hiç kimsenin şüphesi
yok. Şüphemiz şudur; bu ülkede, ülkenin üniversitelerinde, bilim kuruluşlarında
niçin sorular gerçeğe, bilime yakın sorulmuyor?
Niçin yetersiziz?
Niçin sürekli batının buluşlarına mahkûmuz? Niçin insanlığa bizler de yeni
şeyler üretip bırakmıyoruz? Niçin hep kavga ve ölümden konuşuyoruz? Niçin
üniversiteler lise düzeyine indi?
Bir sürü soru; sormak
cesaret işi; bol keseden atmak, tutmak ve ölü kahramanları davet etme işi değil
elbet…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder