Kamera; Güven Uçmakdere-Ganoslar
Işık Oyunları;haylaz ışığın güne pike yapışı...
TABİATIN YÜCE GÖSTERİSİ
Müslümanlar, yüce
yaratıcıya gönülden inanmışlar bir işe başlamadan önce besmele çekerler.
Allahın adıyla ve Allahın sıfatlarından Rahim ve Rahman olanı; yani Acıyan ve
Bağışlayandır diye hatırlar, hatırlatırlar…
Acımak ve bağışlamak,
insanın ruhsal imbiğinden geçerek, tam bir sevgiyle ortaya çıkmışsa; ne tadına
doyulur, ne de alacağı yolun uzunluğu kestirilir… Değerlidir… Uçsuz
bucaksızdır… Gururdan, gösterişten arınmıştır…
Acımayı, bağışlamayı
zalimlikle karıştıranları, önce veririm sonra daha fazla isterim, düşüncesiyle
hastalık saçanları bu yolculuğun dışında görüyorum…
Tabiatı anlamak tam
da burada gereklidir. Bu eşsiz, ucu bucağı belli olmayan tabiat; aynı zamanda
yaratıcıyı da anlamaktır… Dengelerin hassasiyeti, yaşamak isteyen her canlıya
verilen büyük onur; büyük şans; denizin hemen kıyıcığında ki kayanın üzerine
yerleşmiş yeşil yosunlarda da, o yosunlara tutunmuş milyonlarca canlılarda da
görülür… Hiç olmaz dediğimiz eski bir binanın duvarında, bir dağın en kayalık
yerinde; bir çiçeğin, ağacın göğe yükselişinde de bu onurlu şans; yaşam hakkı
vardır…
Yaşadığım şehrin
büyük suyuna; yani Marmara’ya biraz dikkatle bakalım! Doğaya, doğanın büyük
yolculuğu içinde çok az yeri olan insan davranışlarına bakarken, bilim insanı
gözüyle bakmamız şart değil. Ama bir parça bilginin, felsefenin, sanatın zararı
da olmaz. Hatta onların küçük kıymıklarıyla büyük oluşumu ürpererek anlama
hissiyatı, dinginliği yaşayabiliriz…
Nereden başlayalım
derseniz; en yakınınızda ki sahilden, derim… Dalgaların sahili yaladığı yerin
hemen kıyısından… Belki bir kayanın üzerine oturmuş bedeninizden, belki ahşap
bir sandalye üzerinde, tahtına kurulmuş, halkına gönülden inanmış iyi bir
kralın içsel huzurundan yola çıkarsınız…
Ben, Yelken Kulübün çayhane
bölümünden, bir çayın dem kokulu diyarından baktım, kayalıkları yeşil, taze
yosunlarla kaplı, kalp atışları ve renk dönüşümü görsel bir şölene dönüşen
Marmara’ya.
Büyük suyu, büyük
derya olarak gördüm. O küçük kıymıkları; bilgi birikintilerini bir bütün için
ağır ağır bir araya getirdim. Bilim insanları, “bütün dünya suları, her
yüzyılda bir bütün dünyayı baştanbaşa dolaşırlar.” Der… İki Hidrojen ve bir Oksijenden
meydana gelmiş; iki elementin yaşam iksiri olan su damlacığı, her yüzyılda bir
bütün dünyanın suyollarını dolaşıyor…
Bu ne demek? Tabiat
sınırsızlık içinde, muazzam sınırlar oluşturmuş demek… Aynı zamanda hemen
kıyıcığından baktığımız adını Marmara olarak bildiğimiz suyun, aynı zamanda
bütün dünya sularına ait olduğunu; önümüzdeki su damlacıklarının tek başına
hiçbir şey ifade etmez iken, bir araya geldiklerinde, gölleri, denizleri,
okyanusları; derinliği, gizemi, yaşam çeşitliliğini doğurdukları, demektir…
Başka?
Dalgalarına, dolunay
ışığına, dinginliğine vurulduğumuz denizimizin aynı zamanda Ege, Akdeniz,
Karadeniz, Hint, Atlas, Pasifik, Kuzey Buz Denizi suyu olduğunu da bilmenin
dünyevi, bilgi, görgü huzuru demek…
Sınırsızlık, ne
evrende, ne de tabiatta var… Hani peşinde koştuğumuz o muazzam “özgürlük” insan
ruhunun, ruhsallığının nöronlarına düşen bilgi birikintileri ve onların bir
araya geldikleri gerçeğin izdüşümleriyle çok daha anlamlı…
Sadece deniz, su
olarak baktığımız büyük oluşumun, sınırsız sayıda küçük damla ile bir araya
gelerek nasıl bir seçenek zinciri, akla hayale sığmayacak zenginlik oluşturduğu
ortada…
Aynı zamanda, bu
kadar sınırsız gibi görünen suların, birbiriyle her yüzyılda bir karışarak
tamamlanan kavuşumun, kendi içinde şaşmaz dengeleri; tuzluluk, sıcaklık
oranları, akıntıları ise bilimin, dünyanın eğiminin, dönüş hızının ve o büyük
gökyüzü yıldızlarının dünya üzerinde ki gizemli çekim kuvvetlerinin nasıl bir
uzlaşma içinde, ne büyük bir mucizeyi; yani yaşamı ortaya çıkardıklarının
kanıtıdır…
Lütfen; bu kanıta,
küçük kırıntılardan yola çıkarak; sürekli size bir tek pencereden gösterilen
eskimiş manzaranın, kokmuş çöplüğüne bakarak değil, kendi keşiflerinizi
yaparak, insan olduğunuz ile övünün; birisi size ödül verecek olmasını
beklemeden… Ödül de verseler iyi olur belki; çünkü tatmin edilmeyen duyguların,
huysuzluğu vardır insan bedeninde; açlık da insanı insan olmaktan çıkarta
bilir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder