26 Ağustos 2015 Çarşamba

TABİATIN YÜCE GÖSTERİSİ


Kamera; Güven  Uçmakdere-Ganoslar

Işık Oyunları;haylaz ışığın güne pike yapışı...

TABİATIN YÜCE GÖSTERİSİ

 Müslümanlar, yüce yaratıcıya gönülden inanmışlar bir işe başlamadan önce besmele çekerler. Allahın adıyla ve Allahın sıfatlarından Rahim ve Rahman olanı; yani Acıyan ve Bağışlayandır diye hatırlar, hatırlatırlar…

 Acımak ve bağışlamak, insanın ruhsal imbiğinden geçerek, tam bir sevgiyle ortaya çıkmışsa; ne tadına doyulur, ne de alacağı yolun uzunluğu kestirilir… Değerlidir… Uçsuz bucaksızdır… Gururdan, gösterişten arınmıştır…

  Acımayı, bağışlamayı zalimlikle karıştıranları, önce veririm sonra daha fazla isterim, düşüncesiyle hastalık saçanları bu yolculuğun dışında görüyorum…

  Tabiatı anlamak tam da burada gereklidir. Bu eşsiz, ucu bucağı belli olmayan tabiat; aynı zamanda yaratıcıyı da anlamaktır… Dengelerin hassasiyeti, yaşamak isteyen her canlıya verilen büyük onur; büyük şans; denizin hemen kıyıcığında ki kayanın üzerine yerleşmiş yeşil yosunlarda da, o yosunlara tutunmuş milyonlarca canlılarda da görülür… Hiç olmaz dediğimiz eski bir binanın duvarında, bir dağın en kayalık yerinde; bir çiçeğin, ağacın göğe yükselişinde de bu onurlu şans; yaşam hakkı vardır…

 Yaşadığım şehrin büyük suyuna; yani Marmara’ya biraz dikkatle bakalım! Doğaya, doğanın büyük yolculuğu içinde çok az yeri olan insan davranışlarına bakarken, bilim insanı gözüyle bakmamız şart değil. Ama bir parça bilginin, felsefenin, sanatın zararı da olmaz. Hatta onların küçük kıymıklarıyla büyük oluşumu ürpererek anlama hissiyatı, dinginliği yaşayabiliriz…

  Nereden başlayalım derseniz; en yakınınızda ki sahilden, derim… Dalgaların sahili yaladığı yerin hemen kıyısından… Belki bir kayanın üzerine oturmuş bedeninizden, belki ahşap bir sandalye üzerinde, tahtına kurulmuş, halkına gönülden inanmış iyi bir kralın içsel huzurundan yola çıkarsınız…

 Ben, Yelken Kulübün çayhane bölümünden, bir çayın dem kokulu diyarından baktım, kayalıkları yeşil, taze yosunlarla kaplı, kalp atışları ve renk dönüşümü görsel bir şölene dönüşen Marmara’ya.

  Büyük suyu, büyük derya olarak gördüm. O küçük kıymıkları; bilgi birikintilerini bir bütün için ağır ağır bir araya getirdim. Bilim insanları, “bütün dünya suları, her yüzyılda bir bütün dünyayı baştanbaşa dolaşırlar.” Der… İki Hidrojen ve bir Oksijenden meydana gelmiş; iki elementin yaşam iksiri olan su damlacığı, her yüzyılda bir bütün dünyanın suyollarını dolaşıyor…

  Bu ne demek? Tabiat sınırsızlık içinde, muazzam sınırlar oluşturmuş demek… Aynı zamanda hemen kıyıcığından baktığımız adını Marmara olarak bildiğimiz suyun, aynı zamanda bütün dünya sularına ait olduğunu; önümüzdeki su damlacıklarının tek başına hiçbir şey ifade etmez iken, bir araya geldiklerinde, gölleri, denizleri, okyanusları; derinliği, gizemi, yaşam çeşitliliğini doğurdukları, demektir…

 Başka?

 Dalgalarına, dolunay ışığına, dinginliğine vurulduğumuz denizimizin aynı zamanda Ege, Akdeniz, Karadeniz, Hint, Atlas, Pasifik, Kuzey Buz Denizi suyu olduğunu da bilmenin dünyevi, bilgi, görgü huzuru demek…

 Sınırsızlık, ne evrende, ne de tabiatta var… Hani peşinde koştuğumuz o muazzam “özgürlük” insan ruhunun, ruhsallığının nöronlarına düşen bilgi birikintileri ve onların bir araya geldikleri gerçeğin izdüşümleriyle çok daha anlamlı…

 Sadece deniz, su olarak baktığımız büyük oluşumun, sınırsız sayıda küçük damla ile bir araya gelerek nasıl bir seçenek zinciri, akla hayale sığmayacak zenginlik oluşturduğu ortada…
 Aynı zamanda, bu kadar sınırsız gibi görünen suların, birbiriyle her yüzyılda bir karışarak tamamlanan kavuşumun, kendi içinde şaşmaz dengeleri; tuzluluk, sıcaklık oranları, akıntıları ise bilimin, dünyanın eğiminin, dönüş hızının ve o büyük gökyüzü yıldızlarının dünya üzerinde ki gizemli çekim kuvvetlerinin nasıl bir uzlaşma içinde, ne büyük bir mucizeyi; yani yaşamı ortaya çıkardıklarının kanıtıdır…

 Lütfen; bu kanıta, küçük kırıntılardan yola çıkarak; sürekli size bir tek pencereden gösterilen eskimiş manzaranın, kokmuş çöplüğüne bakarak değil, kendi keşiflerinizi yaparak, insan olduğunuz ile övünün; birisi size ödül verecek olmasını beklemeden… Ödül de verseler iyi olur belki; çünkü tatmin edilmeyen duyguların, huysuzluğu vardır insan bedeninde; açlık da insanı insan olmaktan çıkarta bilir…

 Güven Serin 

 

 

 

 

 

  

Hiç yorum yok: