Kamera; Güven Dostlarım; Yunus Usta ve Şoför Metin
Ganoslar, Aziz Öğretmen ile rüzgarlı tepelerde sohbet...
Tekirdağ , çocukluk arkadaşım Seyfettin
Bazen tavla, şamata için de bir araya gelinir
Moda-İstanbul
Selçuk Öğretmen ve sanatıyla birlikte
SUSMAK İÇİN BULUŞMAK
Bazen konuşmaların
çılgın denizine öyle kapılırız ki; derinliğin içine kopar gider yorgun
bedenimiz. Öyle konuşur, öyle laklaka yaparız ki; ne konuştuğumuz dinlenir, ne
konuşulanları anlarız.
Bütün zamanlara ait,
sıra dışı canlılar vardır; kendi seslerini, renklerini, karakterlerini çok
konuşmadan da göstere bilen, anlatan; anlaşılma telaşına, o büyük kaosa
düşmeden; kendi iç huzurunun anlayışı ile yol alan; aldığı yolun reklâmına;
davul-zurnasına inanmayan insanlar…
10 Ocak’ta ölen şair
Adnan Azar’da öyle insanlardan birisi; birisidir diyorum; Hakan Savlı’nın kendi
köşesindeki aktardığı çalışmanın bilgilenmesiyle bu kanaate vardım. Her ölüm,
ardına kadar açılan kapıların sesini de, çığlığını da, küçük, ince
gözyaşlarının sessiz törenlerini de beraberinde götürür.
İnsanlar yaşarken,
öldükten sonra göreceği değerlere ulaşamazlar; çok az istisna hariç… Ölüm, aynı
zamanda kendi yakınlığını, özlemini, çağırısını ve yakınlığını da çıkartır
ortaya. Geriye kalan anılar-hatıralar ve çalışmalar; harf harf, kelime kelime
araştırılır; o esere hayat vermiş, ruh üflemiş sanatçının sesi ve soluğu; hatta
kokusu duyulmaya çalışılır.
Şair Adnan Azar’ın
arkadaşı Akif Kurtuluş, yaşamlarını taçlandıran bir anılarını şöyle aktarıyor;
“ Adnan’ın ilk
şiirini yayımladığı 70’li yılların ortalarında, öldürülmekten çok,
arkadaşlarımızın öldürülmesinden korkardık. Arkadaşlarımız öldürülüyordu biz
yaşarken. Ölüm ancak bir başkasının üzerinden tarif edilebilen bir yokluk
duygusuydu.”
Arkadaşı Akif Kurtuluş,
kendi yaşamını irdelerken şu sözcükleri de bırakmış başka yaşamlar oyalansın
diye;
“ Biliyor musunuz
biz, yirmili yaşlarda yüksek sesle konuşmayı seviyorduk. Hayat o kadar
gürültülüydü ki, sesimizi duyurmak için bağırmak zorunda kalmıştık. Bir tek
Adnan susuyordu. Biz onun sustuğunu zannedecek kadar acemiydik, o sustuğunu bir
anlayan çıkar umuduna yapışacak kadar saf. Bunu, Unutmak Suları’yla başlayan
şiir yolculuğu fazlasıyla anlatıyor bize. Sürekli kendi kendine konuşan,
sözcüklerden başka hiçbir arkadaşı olmayan bir çocuk var orada. Kendi
uğultusuna kimseyi ortak etmeyen, yalnızlığına kimseyi bulaştırmayan bir
çocuk...”
Hakan Savlı’da şair
Adnan Azar’ı ardına kadar açılmış dost kapılarına dolmuş anıların en güzel, en
sessiz, en huzurlu halleriyle hatırlatıyor;
“ Ben de yarı münzevi olduğum için Adnan en çok beni
bulaştırmıştı yalnızlığına. Geceleri çalan telefonlarla parçalanmış aşklar,
dağınık hayaller ve bir büyük kardeşlik içinde kalırdık. Bazen Kuzguncuk’ta
susmak için buluşurduk. Hep dikkatimi çekerdi konuşurken düştüğü sessizlik
parçaları. Yumuşacık bir sesle konuşurken birden susardı. Birkaç saniye. Sanki
sessiz bir dalga yüzüne çarpmış gibi. Bir bilinmez denizden gelen bir dalga.
Gözlerinin için ağır bir şiirle dolardı.”
Susmak İçin Buluşmak;
ne kadar anlamlı ve içten bir tutanak; kabul ediş... Bazen bütün şamatalar,
kirli düşünce ve sesler; şiire adanmış şairin fabrikasına girer ve yüzlerce iyi
ruhun el emeğiyle tekrar yaşam hakkı bulur; yaşamdan zevk, hüzün alacak
insanlara ödül gibi…
Bu sessiz şaire ses
vermiş dizelerin birkaçına sizinle birlikte bende eğiliyorum;
“ Biliyor musun giderek azalıyoruz böyle
Sen bir susuşa doğru
kırılarak
Ben senin susuşunun
ardında
Nereye gitsek orada
olmuyoruz
Biliyor musun
giderek azalıyoruz muyuz böyle”
2 yorum:
Huzura yelken açtırır susku,
Kaybolur karanlıkların ufku.
Susmak güzeldir; insan sustukça görür eksiklerini, tabiatın güzelliklerini, tam oturtur hayat terazisini...
Güven, mutlu haftalar diliyorum.
Günaydın Hamiyet; huzurla ve teşekkürler dizelere verilen hayat adına..
Yorum Gönder