Sümsük Kuşu Nigel...
Artık onun da bir hikayesi var;mitlere benzeyen bir öyküsü...
MARTILAR ve TEKİRDAĞ
-------------------------------------
Bir Pazar günü daha
yaşanıyor Tekirdağ’ın sınırları içinde. Özgürlüğümüz karşımızda uçuşun
martılara endeksli; gitme, koşma, uçma ihtimallerini zamana ve düşlere yayma
uğraşında geçen nice Pazar günü ve diğerleri…
Dışarıda deli gibi
esen Lodos… Denizin; yani dibini, yüzeye taşıyan dalgalar martılar için iyi
fırsat. Zaten martılar fırsatları her daim kollayan hayvanlar…
Beslenme çığlıkları
ve lodos; düşünce çığlıklarıyla başa baş bir gün sürümü… Cafe de Marin’in rahat
koltukları, büyük camları, denizin dibinde ki mesafesi; yeryüzüne yayılan
suların kenarında istediğin düşe dokunma fırsatı veriyor insana.
Sadece suları; Cafe
de Marin’in önünde ki suları izleyerek gezebilirim tüm dünyayı. Doğu yönüne
gidersem; İstanbul Boğazına, Karadeniz’e varacağımı biliyorum. Güney Batı
yönüne gidersem Çanakkale Boğazına; Ege, Akdeniz ve derken; Atlas veya Hint
Okyanusuna yönelebilirim.
Oradan da; Büyük
Okyanus derken Yeni Zelanda Adalarına… Yeni Zelanda’da bir küçük ada: Mana
Adası. Martılara benzeyen bir kuş yaşıyordu bu adada. İsmi Nigel. Tüm dünya onu
tanıdı. Ama nasıl? Ölümüyle…
Sadece ölümüyle mi?
Hayır! Adaya konulan sümsük kuşu heykellerinden birisine âşık olmasıyla
ünlendi. Üç yıl taş bir sümsük kuşu heykeline kur yaparak geçen ömrün sonu ve
nihayetsiz bir aşkın hazin öyküsünün bitişini; parkın bekçisi tarafından
duyurulmasıyla öğrendi dünya.
Oysa sümsük kuşuna
benzeyen binlerce kuş uçuşuyor Tekirdağ sahilinde. Lodos denizi, denizin
besinlerini yüzeye taşıdıkça onlar da kıyıya yakın uçuşuyorlar. Kanat
çırpmamayı, rüzgârın taşıma etkisini çoktan öğrenmişler.
Herkes martıların
fotoğrafını çekiyor. Lodosun güzel nimetlerinden faydalanmaya gelen ve bir
isimi bile olmayan binlerce kuşun fotoğrafa yansıyan etkisi; arka fonun ve
bizim becerimizin kuvvetlendirici yanından başka bir şey değil.
Ne zaman ki bir olay,
bir canlı edebiyatın konusuna giriyor; işte o zaman hikâye yazılmaya, hatta
destansı bir hal almaya başlıyor. İsim konuluyor. İsmi, Nigel. Bir göç hayvanı;
kuşu. Yeni Zelanda da Mana isminde bir adaya geliyor. İlk karşılaştığı şey;
adaya sümsük kuşlarını çekmek için konulan taş kuş heykelleri…
İşte o heykellerden
birine vuruluyor. Vurgun yiyor; anlayacağınız! Üç yıl sürüyor kur yapması. Ama
eş, sevgili, yar sandığı taştan hiçbir şey çıkmıyor. Ve bir gün; üç yıl sonra;
tüm dünya şu haberle tanışıyor; Yeni Zelanda Mana Adasında yaşayan Nigel
isminde ki sümsük kuşu öldü.
Bir ölüm; bazen
milyonlarca ölüme, hüzne, acıya, sabra, yorgunluğa ve bitkinliğe ne kadar da
iyi geliyor. Milyarlarca çırpınışı, telaşı, gürültüyü bir anda dağıtan şey;
küçücük bir kuş; sümsük kuşu; onun içgüdüleri veya ibret sel vefası…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder