KARAÇALILI ÇOBAN SABRİ
( Bu Acı Adam, Tatlı ve Nüktedandı )
Karaçalılı Sabri’nin köyü yakınlarındaydık birkaç gün önce. Göğe yükselen kavak ağaçlarının hemen kıyısında temiz bakımlı bir çeşmenin yalaklarının yakınında, koyu bir gölgenin gün ışığında andık Karaçalılı Sabri Çobanı.
Karaçalı’dandı yanımıza gelen çiftçi. Hem şehirde, hem köyü-mahallesinde yaşıyordu; yaşama tutunduğu, geçimini sağladığı, çocukluğunun anıları gereği. Tanıyordu üç dört yıl önce ölen kendi köylüsü olan Çoban Sabri’yi.
Karaçalılı Sabri’yi sadece “Çoban” unvanıyla anmak yetmez! O bir sanatçıydı; kavalı, zurnası, davullar eşliğinde çalınan oyunların en görkemlisi, coşkusunu taşıyan, aktaran bir oyuncuydu…
2400 yıl önce Çanakkale Assos’da yaşamış Aristoleses gibi: “ Nasıl bir hayat yaşamaya değer?” felsefesinin peşinden koşmuş, sıradan insanların korkak kalıplarından sıyrılmış bir insan. Barışıktı kendisiyle; fazlasıyla barışık…
Onun köylüsü ile sohbet ettik çeşmenin başındaki kör kuyunun taşı üzerine oturmuş iki arkadaş kılığında. Koyu gölgelerin kavak hışırtıları altında… Bilir misiniz kavak ağaçlarını? Karaçalılı Sabri gibi; oyuncudurlar. En ufak bir yel esintisine duyarlı, daha genç yaşta kocamış şair, Rimbaud’un iç sıkıntısı, hüzün ve acılar eşleğinde haykırışı olan dizeleri;
“ Neşideler bitti artık: Geri dönmek yok atılan adımdan. Katı gece! Yüzümde tütüyor kurumuş kan, Hiçbir şey yok ardımda.” İlgilendirmez esintinin sesini işiten kavak ağacı ve yapraklarını.
Karaçalılı Sabri’nin de umurunda bile değildir toplumun bin bir çileden, yükten ibaret olan korkuları. Islığı, kavalı, zurnası ve oyunculuğu yeterde artar insan olmaya… Geç evlenmiştir evlenmeye tez kavuşmuştur çoluk-çocuğa. Üstelik terk edilmiştir; karısı tarafından…
Bunları dert saymak, o korkunç yükleri kabullenmek yerine manilere, şehrin silik, ürkek, kımıltısız tarihine bir tarih, bir parça coşku eklemek için güldürü sanatıyla haykırmış gölgesinden utanan herkese;
“ Evlendiğim vakit kül oldum/ Bacanak geldi gitti/ Kardeşi geldi gitti/ İki yüz elli keçi vardı bitti/Anam ağlıyor/Ablam ağlıyor/Sattık tarlayı o da bitti/Sonra karı da gitti…”
Birçok insanın yüzleşemediği ve birçok insanın “Berduşluk” dediği yaşam serüveninin içinden akıp geçti Karaçalılı Sabri. Kavalı, zurnası, nükteleriyle birlikte; acıları, hüzünleri, yüzsüzlükleri neşe eğledi; Karaçalılı Sabri…
Şair Yusuf Ziya Ortaç’ın dizeleri sanki onu anlatıyor;
“ Bu acı adam, tatlı ve nüktedandı.”
Altına oturup peynir ekmeğimizi yediğimiz kavak ağaçları, suyunu içtiğimiz beyaz badanalı köy çeşmesi, hemen ötedeki ıhlamur, söğüt, meşe, karaçalı korulukları, Sabri’nin yaşamını anlatıyordu…
Esintilerin içinde,evrenin uçsuz bucaksız bir köşesinde,varlığını tam olarak sorgulamamış insan kalabalıkları arasından sıyrılan; ıslığı,kavalı,nükteleriyle neşeli izler bırakan bir Çoban; Truvalı Çoban’dan daha,çok daha sonra kendi tarihsel görevini,gönüllülük içinde yapmış olmanın derin duyguları içinde yaşamış bir insanı aktarıyordu biçilmiş buğday tarlaları içinden gelen anız kokuları…
Bir başka şair, Ahmet Kutsi Tacer, Karaçalılı Sabri’nin anısına tekrar ediyordu şiirini ve insanın doğaya olan yüce muhtaçlığını;
“ Uçsuz bucaksız uzayan kır/ Kimi yerde nadas, kimi yerde anız”
Karaçalılı Sabri’yi tanımış olan köylüsü, ilk önce onun berduşluğunu ifade etse de, dinledikçe sanata, şehrimize yaptığı kattıklarını; utandı bir parça söylediklerinden.
Benzemedikleri için bir berduşa, parası-pulu yok sayılan bir sanatçıya; yokluğun hükmünü süren neşeli bir kral gibi esti geçti kendi şarkısıyla birlikte Çoban Sabri. Bir evi bile yoktu ölüm saatinde. Akşamdan söylemişti sekiz kişiye sekiz çay.
“ Ölmezsem bu gece, sağ kalırsam güne, yine eğleniriz hep birlikte” dedikleri son sözleriydi. Eski bir minibüs eviydi onun. Erken kalkmasına alışık komşuları, geç olduğu halde uyanmayışını merak edip, eski-viran minibüsün kapısını çaldıklarında işitemediler Sabri’nin kavalını, zurnasını ve yaşama dair neşesini. Zorlayınca kapıyı, gördüler Karaçalılı Sabri’nin sessiz yatan sonsuza uzanmış bedenini.
“Neşideler bitti artık: Geri dönmek yok atılan adımdan!”
Rimbaud gibi haykırıyordu Karaçalılı Sabri; sessizliğin tonlarından, sanatın ruhundan tüten bir soluktan; haykırıyordu uçsuz bucaksız evrenin ihtişamı karşısında ezik-büzük insancıklardan farklı bir hayat sürmüş olmanın heyecanından ötürü…
Güven SERİN
4 yorum:
Hafif rüzgarlı bir havada kavak ağaçlarını seyretmeyi pek severim. Tozları alerji yapsa da verdikleri huzur bir başka. Satırlar akıp giderken, Karaçalılı Sabri'nin yaşama sevinci bulaşıyor insana, yaşamak böylesine ve berduşça.
Ne güzel özetlemişsin Karaçalılı Sabri'yi,bir kez daha duygulandım; yaşama tutunan bütün berduşlar adına; teşekkürler Evren...
Çok iyi
Teşekkürler..
Yorum Gönder