Kamera; Güven -Gözde Çoban
Kamera; Güven-Gözde Çoban-PERA
Rıza Tan-Buğra Özer-PERA
GÖZCÜ,SON YOLCULUK,HİPPO HİPPO
Kamera; Güven Rıza Tan-Buğra Özer-
ANİ ÖLÜM
VAKIT HIZLA İLERLİYOR
Telaşı var şairini; oysa
ölülerin öldüremeyeceğini kendisi söylüyor. Ancak, ölüler, kurt olarak bir
elmanın içine girerek öldürecekler inin de bilgisini düşürüyor kendi zamanına. Peki,
ama ölü şairler, hep diri kalma hakkını elde etmişse; şiirin notalarıyla,
zamanın bütün çarklarıyla baş etmeyi öğrenmişlerse; o zaman ne olacak?
Burada olan şey oluyor;
zamanlar arasına girip, bir yerel gazetenin yazarı da, ölülerin ölmediğinin kanıtıyla,
zamanlar arası tünellerde dolaşıp, onların örgülerinden kendine bir elbise
dikiyor.
Şair, Polonya’da,
Moskova, Küba, Paris’te! Ancak, yetmiyor ona; edebiyatın, sanatın ve aşkın yücelikleri.
Hiç kimseye yetmediği gibi; o da biliyor, hasretler “yudum yudum” içilir… Hatta
damla damla geçer insan ruhuna.
Ölmeden önce iki
şeyin unutulmasının mümkün olduğunu duyurur; Şehrimizin ve bir de anamızın yüzü…
Yaşam telaşı, bitip tükenmeyen mazeretlerimiz olmasaydı; bol vakit ayırırdık,
iki yüzü; anamızın ve şehrimizin yüzünü doyasıya, doymayacak şekilde öpmeye…
Oysa vakıt hızla
ilerliyor. Kirli bilgiler ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Suya giren bir köpeğin,
sudan çıkar çıkmaz silkelenişinin bile farkına varmayacak kadar, vakıtın içerisinde,
orta çağın karanlık kulelerine hapsolmuş gibi; donuk, silik, çaresiz ve
hükümsüz dolaşıyoruz…
Vakıt hızla
ilerliyor. Pere Müzesi, şaşmaz bir şekilde bu vakıtlara sanatları, sanatçıları
sığdırıyor. Kapılanın, kalplerinin sonuz şükranlığı içinde; Suna ve İnan…
Bedenin bütün hücreleri teslim olmamış daha; sadece köz kapakları oynuyor
Suna’nın. Biliyor; vakıtın hızla ilerlediğini ve o sebepten, üretime, değişime,
insan ruhuna adanmış bedenlere aralıyor Pera’nın bütün kapılarını.
Bu aralıktan
sanatçıların eserleri sızıyor içeriye. Rıza Tan, Buğra Özer,1250 derecede
pişirdikleri kilden heykelciklere ruh üflemekle meşguller. Dört heykelcik;
vakıtın ilerlediğinin en yüksek kanıtıyla oracıkta kendilerine düşen görevleri
yerine getiriyorlar.
Heykellerden birisi;
Hippo-Hippo ismiyle yer alıyor. Ağzını sonuna kadar açmış Hippo Hippo. Koca alt
dişleriyle korku savuruyor etrafa. Diğeri; Ani ölüme kurban gitmiş. Birisi ise
son yolculuğa çıkmış. Dördüncüsünün görevi oldukça mühim; gözcülük ediyor;
elinde uzun mızrağı; yorgun, kapamaya yazgılı göz kapakları.
Şairin Saman
Sarısının gözcüsü ne yapıyor? Korkuları dehşete dönüşmüş SS SS mangalarının
korkularından ateş ettiklerini söylüyor. Hem de hayvanca korkularının olduğunun
anlatımını yapıyor.
Hayvanca korkuların bütünü;
yaşamsaldır. Savunma ve öldürmeye meyillidir; ölümün tuzakları, öldürme,
hayatta kalma içgüdüsüyle birlikte, başka bir şeye dönüşür; insandan geri bir şeye…
SS SS mangaları da öyle yaptı; korkarak, hayvanca korkular saçarak öldürdüler…
Pera’nın ışıklı,
serin ve güvenli ortamında, korkulara savaş açmış bir sanatçı; Gözde Çoban; “
Korkunu Patlat” işaretini veriyor. Grafiti, illiüstrasyon ve tipografi çalışmasıyla;
ısrarla Korkunu Patlat, anlamına gelen çalışmasını, kalbin ağzını açıp avazı
çıktığı kadar bağırışını betimliyor. Kırmızı bir kalp yüzü; ağzını sonuna kadar
açmış ve bağırıyor; Korkunu Patlat! Gözde Çoban’ın ojeli beyaz tenli elinde bir
iğne; yüreğine doğru bir hamle yapıyor; bir balonu patlatacak eylem gibi;
betimleme, felsefe sanatıyla düşmanı haber vermek için “haberci” görevini
üstleniyor.
Ölüler öldüremez! Oysa
vakıt hızla ilerliyor. Şairin görüp de haber verdiği şeytan, Yegellon Üniversitesinde tırnaklarını taşlara batıra batıra dolaşıyor. Tam da o zaman
Ortaçağ’dan gelen bir çığlık yükselir göğe. Borazanın gece yarısını gösteren
sesi duyulur duyulmaz, gırtlağına bir ok saplanır.
Düşmanın gelişini
haber verdiği için, borazının iç rahatlığıyla öldüğünü söyler şair. Ama acısı
başkadır; düşmanın geldiğini haber veremeden ölenlerin acısını düşünür…
Pera’nın sanatçıları,
orada bulunan ve oraya ait eserlerin anlatımı da bir bakıma borazanın haber
vermek isteğiyle aynı… İnsanın yolunu aydınlatmak; uyarılarda bulunmak ve sonra
gönül rahatlığıyla çekilmek; kimsenin kaçamadığı o büyük dönüşüme teslim olmak…
Pera’nın geçici
sergisinin eserleri, eserlere; yani 1250 derecede pişen siyah kile, şekil veren
ellerin ruhunda da aynı şey var. Rıza Tan ve Buğra Özer, dört heykelcikte,
gözcü, ani ölüm, hippo hippo ve Son Yolculuk çalışmalarında; şiire, öykülere ve
yaşamın içerisine dâhil oluyorlar; yaratmanın, yaratıcılığın düşündürücü,
geliştirici iç rahatlığı içinde…
Güven Serin
4 yorum:
bunu görmediim ama pera müzesi hastasıyııım :)
Yine gören gözünüze, hisseden yüreğinize ve yazan kaleminize sağlık Güven Bey.
Bu görmediğin olanlar;son sergi;halen görülmeyi bekliyor Deep:)) Burası,insanı onurlu kılan bir yer;her daim şükran hissiyatı duyumsuyor insan...
Teşekkürler Sanem;peşinde koştuğumuz şey;ne çok ve insanın yetmezliği,yetindiği ne az şeyler...Bir bilmece misali;büyük koşudan sonra büyük arınma telaşı...
Yorum Gönder