Kamera; Güven Piyer Loti Tepesi
Yedi tepeli şehrimdi şimdi yetmiş yedi tepesi oldu.
Yedi sevdayı büyütürdü şimdi yetmiş yedi sevdaya
adandı.
Piyer Loti, bu tepeye gelmeyi her kez bir borç
bilir. Hisseder ki burada duygusal bir şeyler
yaşanmış. Hissettikleri ister masal, ister
gerçek; o hislere tutunmak ister, hislerin
girdabından, muhteşem uğultusundan
korkan his sahipleri.
Organik yani doğal tarım bu yüzden
gereklidir; doğal yaşamları hak edenlerin
doğal hikayelerinin korkusuzca
yaşanması için...
Loti,Aziyade'nin öldüğünü öğrendikten sonra
yıkılır. Büyük Kasımpaşa mezarlığına
gelir. Aziyade orada yatıyordur...
"Kollarımın arasında sıktığım soğuk şey
toprağa sokulmuş mermer parçasıydı."
Der Piyer Loti.
Aziyade de Piyere
bir şeyler fısıldar;
Seninle tüm kavramlarım
birbiriyle dans ediyor, en hakiki
arkadaşımsın, gecelere bitmeyecek
sevişeceğim aşkımsın, yüzünü şefkatle
okşayacağım.
İçindeki bütün acıları almak isteyeceğim
sevgilimsin benim.
SENİ ÇOK SEVİYORUM
Hikayeleri, romanları duygudan
yoksun insanlar değil, duygu ile
iç içe yaşayan,bazen hayattan
MUTLULUK ÇALAN insanlar
yaşar ve yazar...
Her hikayenin bir Piler Loti'si
bir Aziyade'si veya bir
Maria ile Raif'i vardır...
BİZ DEMİŞTİK
“Biz Demiştik Sana” Diye başlayan öğütlerin tek sahipleridirler. Daima önceyi onlar görür ve hisseder, bu hissedişten de güzel bir pay alma adına söyleyeceklerini peşin söylerler; “Biz Demiştik Ama!” Evet, siz demiştiniz; siz dünyanın yuvarlak olduğunu da, uzayda muhteşem bir yolculuk yaptığını da, öküzün öküz olma yolunda hiçbir suçu olmadığını da, danayı, boğayı yüceltirken öküze büyük soylu küfürleri de siz demiştiniz; siz soylu güzel insancıklar; demek için, demlenmek için varsınız…
Aşağı yukarı her insanın kendine yakın çevresi; insan ve insancıklarla doludur. Bazılarına arkadaş, bazılarına sırdaş-dost; bazılarına komşu, akraba, dayı, amca, bey, hanım deriz… Bunlar bizim çevremizdir. Çerçeve içine alınmış bir insanın çevresi; çerçeve içindeki resmi altın yaldızlı, bin bir hünerli usta ellerin oyma işçiliği ile onurlandırsalar da çerçeve, soluk alan, duygu üreten insanı sıkar. Meydan okur sessizce…
Her insanın meydan okuyup meydana çıkması farklıdır. Kimisi göğüs kafesini, ses tellerini, beden kokusunu ve gülüşlerini koyar ortaya. Kimisi fırçasını kalp atışlarındaki sıklığı ile vurur tuvale. Bazıları dizelere sığınır; çıkmaz sokakları çıkar yapsın diye. Kimine ise yazıdır kurtuluşun nefesi, var oluşun kendince seslenişi…
“Biz Demiştik” diye başlar büyük koro. Erdemli ve bilgedir onlar. Bütün yaşanmışlıkları yaşamış, bütün görülecekleri görmüş ve bütün söylenecekleri söylemişlerdir; en sonunda yaptığınız bir iş nedeniyle başarısız olunca, üzülünce “ biz sana demiştik ama!” Biz sana aklını başına topla demiştik! Biz sana o yolculuğa çıkma demiştik! Biz sana sokağa, caddeye çıkarken dikkatli ol, duygularını, sezgilerini, neşeni, coşkunu evde bırak demiştik… Neler demezler ki… Neler bilmezler ki… Büyüktürler, tepelerin soylu rüzgârı ile kendilerini insandan öte Yunan Tanrıları, hatta Roma, Mısır, Sümer Tanrıları gibi ölümsüzlük rüyasının efendileri gibi görürler.
“Biz Demiştik” korosu insan denen canlının “aşk” yaşamasına mikrop görmüşçesine karşı çıkarlar. Ellerindeki devasa mikroskobun altına yatırdıkları “aşk”ı kimyagerlerin büyük heyecanı ile incelerler. Zavallı tek hücreli canlılar olarak gördükleri aşka, mikroskop altında etmediklerini bırakmazlar.
Elleri hijyen kokar; bedenleri bol parfüm… Beyinleri dünya kurulduğundan beri yaşanan her şeyi anlamış yüceliğe ve bilgeliğe sahiptir. Bu sahip oluş, mikroba da, aşka da saygı duymayı gerektirse de, insan denen canlının şişkin egosu yakaladığı fırsatı paraya; nakde çevirmek zorundadır. Düşkün, bitkin veya aşk sarhoşu olmuş arkadaşlarına; “ biz demiştik sana” , “ bu kaçıncı oldu” seslenişi ile son bir vuruş yapmanın savaşı kazanmanın kahramanı gibi ellerindeki kılıçtan damlayan kanları görmeden; göremeden ağır ve gururlu adımlarla uzaklaşırlar…
Yeni bir iş kuracak olana da, yeni bir şehre, kasabaya yerleşecek olana da aynı seslenişi yaparlar; “ biz sana demiştik” , “ gitme, yapma, kurma, deneme” diye… Acaba Edison “biz demiştik” korosuna kulak verseydi, gramofonu bulabilir miydi? Marconi Radyoyu, Roget, Auguste ve Louis Kardeşler Sinemayı, Hoffmann Aspirini bulabilir miydi?
Şuna üzülürüm; yaşamın ara nağmeleri, ara renkleri “biz demiştik” korosu yüzünden fark edilmeden geçip gider. Sadece bahara âşık olan ne anlasın kıştan, yazdan? Sadece zenginliği bilen, fakirliğin, yetmezliğin nasıl bir zenginlik olduğunu yaşamak için yaşam zanaatı keşifleri yapılacağını ne bilsinler!
Kendini sürekli güzel bulup üstün olma özelliğini, ölümsüzlük iksirini yakalamış sonsuz gücü elinde bulundurduğunu sanan insancıklara hep acıdım. Çirkine ne kadar borçlu olduklarını, kaybedene ne kadar muhtaç olduklarını bir bilseler di; ne çirkinin çirkin olduğundan söz ederler, ne de yaşam içindeki duraklamaları, tercihlerin değişimlerini kaybediş olarak algılayarak “biz demiştik” haykırışı yaparlardı…
Ne hazin… Ne büyük bir kayıp; erdemli dostlar ve dostluklar adına…
Biz demiştik ona; SEVMEYECEKTİ... O kadar coşmayacak, o kadar gülmeyecek ti… Her yükselişin bir sonu vardır ama değil mi? Safça inanmayacaktı onu dürtükleyen aşk denen serseri mikroba…
Ne olursa olur; gök gürler, şimşekler çakar ve “Biz Demiştik” korosu inanılmaz bir soylu korku ile sahnenin gerisine; hatta diğer sahnelerin katmanları arasına gizlenirler. Asıl sahneye Ahmet Haşim gelir. Ve Ahmet Haşim “Biz Demiştik” korosuna cevap verir;
“ Hemen her sabah gazeteyi açınca okuduğumuz olaylardan biri; ‘Filan mahallede, filanın kızı, şu veya bu sebepten dolayı evlenemediği için iline geçirdiği bir şişe tentürdiyodu içmiş veyahut kendini civar bostanının kuyusuna atmış. Zamanında yetişilemediğinden, ilh…’
Aşkın zedelediği bin türlü talihsizler içinde en ziyade bu hiçe giden kurbanlara acımalı. Zira bu zavallılar bilmiyorlar ki birbirleriyle evlenmemesi lazım gelenler varsa onlar da yalnız sevişenlerdir. Üstadım Gourmont’un dediği gibi aşk ile izdivacı karıştırmamalı. Aşk yabani bir hayvandır. Kanunlar haricinde, isyan ve ihtilal dağlarında yaşar. Ancak gece, karanlıklar basınca, gizli yollardan şehre girer ve bahçelerin tarhını, ağaçlı caddelerin kanepelerini altüst eder. İbadethanelerde her gün lanetlenen aşktır. Hükümetler, polis ve jandarmayı ona karşı silahlandırır.
En eski edebiyattan en yenisine kadar, her dilde, şiirin mevzuu eş değil, sevgilidir. Hayaller ve semboller hep sevgilinin süzgün gözleri ve karanlık kirpikleri etrafında pervaneler gibi uçuşur. Kahramanı zevce ve konusu evlilik olan hikâyeden daha tatsız ne olabilir?”
Haşim, sevgiyi, sevgiliyi anlatır. Sevgili, sevgiden beslenir. Aşk ve sevgili sevmeyi, inanmayı gerektirir. Aşk ile sevmeli; bu vatanı, bilimleri, sanatları, zanaatları, halkı ve halkları; aşk ile sevmeli ki kötülük yüzyıllardır cirit attığı bu güzel dünyadan çekilip geri gitsin…
Gerçek öze, bilgi ve erdeme ermiş dostların; DOSTLUKLARIN önünde yerlere kadar eğilir, onları ellerim acıdan dayanılmaz hale gelene kadar alkışlıyorum…
Küçük bir sahil kasabasında elinde bastonu ve bükülmüş beli ile bir ihtiyar seslenir; Evet, siz demiştiniz ama ben de bir şey fısıldamıştım insan ve ürettiği sevgi adına. Ben hâla buradayım; ya siz!
Güven Serin
2 yorum:
Bu kadar farklı konuları nasıl olup da böyle tadını bozmadan birbirine ekledin ve nasıl olup da hepsini bir ortak nokta olan "serseri mikrop aşk" da birleştirebildin sevgili Güven?
Okuduğum çok blog var... Beğendiğim ise oldukça az.. Ancak, hem ilgimi çeken hem zevk aldığım hem de takdir ettiğim bloglar ise neredeyse yok denecek kadar az.. Senin sayfanı keşfetmekte gecikmiş olabilirim ama bu hiç bulamamaktan iyidir diye düşünüyorum..
Günaydın öğretmenim. Bu kadar çok okuyan ve aynı zamanda yazan, düşünen ve sorgulayan bir sanatçının güzel düşüncelerini "yazma" sanatı adına daha da özendirici bulup yazmanın erdemi ile önünüzde eğiliyorum. Teşekkür ederim.
Yorum Gönder