Müze Kuyruğu; bazen güneşin, bazen koyu
gölgelerin altında ağır ağır yürüdük.
Sadece maç kuyruklarının olmayışı ne güzel;
öğretilere, küçük bir bilgiye ulaşmak için birkaç
saat beklemek ne büyük bir erdem...
Mişka kitabının zeka fışkıran sayfalarının
birinde şöyle sesleniyor;
"Her türlü kuraldan daha geniştir hayat.
Ahlak sadece bir imgeleme, hayat ise olup
biten şeylerdir. İnsan hayatına, günahtan çok
günah işlememak için alınan tedbirler zarar
getirmiştir."
Kamera; Güven Dolmabahçe
Kapılar ve bahçeler, ardındaki gizli, aşikar
hikayeler; insanın hikayesi...
ERDEMLİ İNSAN
Neredeyse doğar doğmaz bize verilmek istenen davranış biçimi “erdemli insan” olmak üzerine kuruludur. Anne ve babamızdan öte, nine ve dedemiz, yakın akrabalarımız ve komşularımız; bize verdikleri öğütlerde; erdemli insanın oluşması ve erdemli insanın kök salması üzerine olmuştur.
Erdemli insan, yalan söylemez, hata yapmaz, yüksek sesle konuşmaz, istenen yardımları da geri çevirmez anlayışı da erdemli insanın yapması gereken ek işlerdendir. Daha çocukluğumun ilk zamanlarında çocukça sakız çiğniyordum. Civarın en sevilen ebesi; Ayten Abla’nın annesi, çocukça ve özgürce çiğnediğim sakızı gördü. Ve seslendi bana; “ bak çocuğum, erdemli insan öyle sakız çiğnemez!”
Ben ki, daha erdemli insan olmamış halim ile bile çok utandım. O an, içerisi insanla dolu odada, diğer erdemli insanların içinde neredeyse yer yarılsa da yerin dibine girsem diye düşündüm. Sonra, civarın en sevilen ebesi Ayten Abla’nın erdem savunucusu annesine sordum; “ erdemli insan nasıl sakız çiğner?” O da zevk ile gösterdi bana. Yani, ağzımız iç açmadan ve sakızı hiçbir şekilde dışarı çıkartıp balon gibi şişirmeden; ağzımda sakız olduğu bile anlaşılmayacak… O gün, bugün sakızı öyle bir çiğnerim ki; ağzımda sakız var mıdır; yok mudur belli olmaz!
Zengin çocukluğumun bol seçenekli sosyal tercihleri arasında kendimden büyük arkadaşlar da vardı. Bizler; benim gibi düşünen çocuklar bol oyunlu, bol maceralı hayatın içinde serpilirken, yakın akrabamdan Metin Dayım ise o günkü kuran kursunun dini daha iyi öğrenip, iyi bir insan olma yolunda ilk adımları atıyordu. Babası olan İsmail enişte de beş vakit namazında bir insandı. Çocuklarının da okuyup büyük adam olması yerine, kuran kursu görüp öyle yaşamlarını istiyordu. Ne var ki çocuklar dini bütün olma yolunda bol korkulu, bol nasihatli kuran eğitim almalarına almışlardı ama topluma uyum sorunları yaşıyorlardı. Daha oyun çağlarındaydılar. Eğrilmeleri, bükülmeleri ve ilim-fen, felsefe, sanat da öğrenmeleri gerekiyordu. Sadece korkuların öğretileri ile cennete bilet almaya çalışmanın çocukları; baba ve aileleri ile ters düşecek kadar erdemsizlik yapıyorlardı.
İsmail enişte Metin Dayıyı kuran kursuna vermekle daha iyi bir ahlak, daha iyi bir erdem beklerken; ne hazindir ki erdem dedikleri şeyi bulamamışlardı. Sık sık beni yanlarına çağırırlar; küçük bir çocuktan istenebilecek yardımları isterlerdi. Güven; bakkala git. Şunu getir. Bunu al. Gel yanımıza; sen doğruyu söylersin; sen erdemli bir çocuksun diye de zaman zaman kendi usullerine göre benim erdemimden yararlanmak isterlerdi. O zaman; daha çocukluğumun en güzel, en heyecanlı zamanlarında erdem denen şeyin bize niye musallat olduğunu düşünürdüm.
Erdem konusu, okul hayatımızda, iş hayatımızda sürüp gitti. Sınıfın haylaz öğrencisi durumundayken bile iyi giyinmem, tertipli olmam ve belki de daha o zamanlar felsefemin derinliğin kendi kaşığım ile karıştırmam nedeniyle; karneme zayıf notlar geldiğinde çalışkan öğrenci arkadaşlarım şaşırırdı. Sanki ben hiçbir şekilde zayıf alamam, karnemde kırık not olmazmış gibi bana çıkışırlar; “ Nasıl olur, senin gibi bir çocuk, erdemli bir insan zayıfı getirir!” Karnemin zayıflarla dolu olmasına üzülmezdim o kadar. Esas üzüldüğüm konu; arkadaşlarımın benden, benim gibi erdemli insandan bekledikleri karneyi gösteremediğim içindi.
Aslında daha eğitimin ilk yıllarında okula, kapalı alanlara ve zoraki kıyafetlerin, düşüncelerin tek tip insan yetiştirme korkusuna alışamamıştım. Bütün tepkim; gizli duruşum; haylazlığımın sebebi bundandı. Ama bu sebebi ben bile keşfetmemiştim o zamanlar. Canım isteyince o dersten en iyi notu alıp; öğretmene “aferin” dedirttikten sonra bir yıl iyi bir not peşinde koşmuyordum. Sonuçta “aferin” alabileceğimi ispatlamıştım ya; bana yetiyordu. Arkadaşlarım arasında da en çalışkanlar kadar, en erdemliler kadar ilgi görüyor, bir şey sorulacağı, danışılacağı zaman benim de fikrim alınıyordu ya; o da mutlu ediyordu beni.
Sonra, genç yaştaki yükselme devri başladı. Arka sıraların haylaz çocuğu Tekirdağ’da çalışkan çocuk olma çizgisine geçmişti. Arka sıraları terk edip ön sıralara geldim. Tabi ki 1.78 lik boy; arkamda oturan çocukları oldukça rahatsız ediyordu. Tahtayı ve tebeşir tozlarını iyi göremiyorlarmış. Fakat çalışkan ve erdemli olduğum için kısa zamanda benim boyumu ve en ön sırada oturuşumu kabul ettiler.
Liseden sonra erdemli oluşum sayesinde lisans eğitimine başlayıp aynı zamanda iş hayatına da başlamıştım. Para ve mevkii çok çabuk kendini gösterdi. Doğal olarak benim erdemli oluşumu, akıllı oluşumu daha fazla insan övmeye, seslendirmeye başladı.
Daha 19 yaşında bir odam, bir koltuğum sorumluluğumda 5 personel ve 145 kişilik bir öğrenci yurdunun yöneticisi olmuştum. Üç yıllık öğrencilik yıllarımdan sonra çıraklığım bitmiş kalfalığım başlamıştı. Ustalık çok çabuk geldi. Artık yeni görevim için Müdür Yardımcılığı için tebrik ediliyordum. Patronlarım sık sık; sen erdemli bir insansın, bizim oğlumuzsun deyip, gerekli gereksiz zamanlarda beni şımartmaya çalışıyorlardı.
Erdemli olmayı, koltuk sahibi olmayı canım sıkılarak iki yıl yapabildim. Gördüm ki her koltuk, her sorumluluk; harika bir yük ve muhteşem bir fedakârlık demekti. Niçin? Daha çok çalışıp yan gelip yatmak için mi? Hiç sanmam! Belki de bir tutkunun muhteşem bir yolculuğunun insan denen canlıyı diğer canlılar tarafından en iyi oyalamak ve ondan en iyi fayda sağlamak için…
Bir gün Gogol’a rastladım. Günümüzden 170 yıl önce yazdığı eseri Ölü Canlıları okudum. Zekânın güzel gösterisinde Gogol erdemli insan özerine bir konuşma yapıyor;
“ Ama ne derseniz deyin erdemli bir kahraman seçmedim kendime. Bunun nedenini size açıklayabilirim. Çünkü zavallı erdemli insanı rahat bırakmanın zamanı geldi de geçiyor; “erdemli insan” deyimi anlamını yitireli çok oluyor. Çünkü erdemli insanı ata çevirdiler. Ve onun sırtına binmeyen, kırbaçla ona istediğini yaptırmayan yazar kalmadı; çünkü erdemli insanı o kadar kemirdiler ki zavallı erdemin gölgesi kalmadı ve ondan geriye kaburgası ve derisi kaldı. Çünkü dürüst değiller erdemi insana karşı; çünkü saygıları yok erdemli insana. Evet, aşağılık insanlara da yüklenmenin zamanı geldi artık. Hadi artık birazda aşağılık insanlara yüklenelim.”
Değerli kalem arkadaşım Gogol erdemli insanı kurtarman en azından derisini posttaki yapmalarına karşı açtığın edebi savaş için sana minnettarım. Tüm erdemli insanlar; insancıklar adına…
Güven Serin
7 yorum:
Ben de bazen erdemli insan olmaktan istifa edeyim diyorum ama artık çok geç. Olan olmuş, çoktan vicdan denilen otokontrol mekanizması özbenliğe yerleşmiş. Öyle ki, yaşadığımız sürece her türlü eza, cefa ve sorumluluk yükü altında ezilmeye devam...
Acaba ara sıra etmek mi lazım ne? :)) İşin garibi arayış, öğretiler devam ettikçe sanki inceden inceye yükler artmaya devam ediyor:))
Sevgili Güven,her zamanki gibi çok güzel yazmışsınız..O kadar az ki erdemli insan.Bunun okulu yok,kursu yok,stajı yok,hiçbir şeyi yok.Erdem,insanın içinde büyüyen,yeşeren,açan ve hiç solmayan bir çiçek.Siz ve erdem sahibi olabilen değerli insanlara saygılarımla..
Selma Hanım,hoşgeldin.Teşekkürümü borç biliyorum:)) Sanırım tabiatın harika dengesi öyle güzel yokluk ve özlem estiriyor ki tam yok olacakları zaman yeniden yeşeriyorlar:)) Yağmurlarda başladı:))
Hello, Guven.
The cultural heritage is wonderful.
Everybody looks happy.
ruma
Good morning, Ruma. You're right, everyone seems happy:)) How are you?
Yağmur şenol
6086
Yorum Gönder