20 Eylül 2010 Pazartesi

YALNIZLIĞIN KÖPRÜSÜ

Kamera; Güven -Kumbağ-Tekirdağ
Issız küçük bir koyda rastladım onurlu yorgun
bedenlerini taşıyan çanar ağaçlarına. Erdemli
geçmişleri saygıdeğer bedenlerine yansımıştı.


YALNIZLIĞIN KÖPRÜSÜ



Ulusunu, ülkesini, insanını, insanlığı, doğayı ve diğer canlıları sevmiş insanlar; hep yalnızdırlar… En güzel yemek sofralarında, en efkârlı rakı kadehlerinde, en şehvetli sevişmelerde yalnızdırlar…

Mustafa Kemal, mücadelesinde dostlarıyla, halkıyla birlikte başladı, birlikte geçti yalnızlığın Cumhuriyete açılan köprüsünden. Ama Atatürk olarak yalnız yaşadı, seçeneklerin en zor olan devrim kararlarını verirken… Yalnızlık, dehaların bilerek seçtikleri onurlu bir yürüyüşün geleceğe olan adımlarıdır…

Bilgiye ulaştıkça öğretilerin heyecanına kapıldıkça kalabalığın dışına çıkmaya başlarsınız. Ne kalabalığın devasa varlığı mutlu eder sizi, ne de onlarsız bir yaşamın gerekliliği. Yalnızlığa kaçtıkça doğum sancıları çeken kadın gibi doğurganlığı yaşar ve tekrar kaçtığınız o kalabalığa dönüp onlara hediyeler sunarsınız. İşte, yalnızlık, bilgiye açlık, öğretilere duyulan heyecan böyle bir şeydir! Her doğuşta, doğuruşta, yalnızlığın tepelerinden aşağılara inmeye başlarsınız.

Dehalar bu yüzden yalnızdırlar ama mutsuz değiller. Dehalar, bu yüzden sıradan insanın telaşlı mal-mülk edinmesine, sınırsız açgözlülüğüne kapılmazlar. Sadece hayatta kalmak için besleriler ve sürekli kozalarını örmekle meşguldürler. Büyük kalabalıkları sevmiş ama onların dışında yalnızlığı seçmiş bir şairde öyledir, yazar da, ressamda, tiyatrocuda öyledir. Yalnızlığın en koyu zamanında yazılan şiir, kalabalıkların kucağına bırakılır. O şiir, o şairin olmaktan çıkar, milyonların sevgilisi olur. O şiir, o şairinin şiiri, aşkı, sevdası, yalnızlığı değildir artık!

Ressam hayatını anlatan, içine tüm yaşamı, evreni gizlediği bir resim yapar. Yalnızlığın besinleri ile yaptığı resim, milyonlara ışık tutar. Ressam çizginin, boyanın, rengin, felsefenin, mimarinin tüm marifetlerini resme aktarır. Yalnız kaldığı dönemin, gelecek taze kuşaklarına anlatacak çok şeyi vardır o sanatın, o resmin… Bir deha, bir ressam, bir şair, yazar, mesleğini zaman ötesine inammışsa; aç kalmayı, karanlığı, yalnızlığı yadırgamaz! Bilir ki, çekilen bu çile, görülen zülüm, gelecek kuşaklara taşınan ve onları yaşama tutunduracak eserden öte bir şey değildir.

Bu yüzdendir dev teleskopların dağların tepesinde kurulmuş olması. Yalnızlığın, karanlığın içinden bakarlar sonsuz âleme. Bir tek gürültü, ışık istemezler göğün sesinden, ışıklarından başka…

Yemek sofrasında her akşam dostları ile birlikte olmak isteyen Atatürk’ün rakı kadehinde bir efkârın, bir şehvetin izleri yoktur. Kadeh ve efkâr, yalnızlığı dağıtmak için de değildir. Tam aksine o kalabalığın içinden çıkacak fikirlerin bir kozaya dönüşüm, halkına pahalı bir ipek kumaş hediye etmekten başka bir düşünce değildir ana isteği.

Her gün bir gazete okumaya başlamışsanız, ay içinde 5–10 kitap okuyor, birkaç sinema, tiyatro seyrediyorsanız ve fikirlerin sentezini korkmadan heyecan duyarak yapıyorsanız, yalnızlığınızdan, yalnız bırakılmanızdan korkmayınız! Bu sizin bir deha olduğunuzu göstermez ama dehaların patikalarından geçmeye başladığınızı, etrafınızla oyalanmak yerine dağların tepesine çıkıp, o yalnızlığın içinde yıldızlara bakıp ulaşabilme çokluğunu düşünmeye başlarsınız… Düşüncenin yalnızlığından korkmayınız. Bırakın yalnızlığa itilen bedeniniz kendi kozasını örsün. Bırakın en pahalı kumaşı üretsin. O kumaş, belki de onu bilecek bir tek terziye rast gelmeden öylece atılır bir köşeye. Bir köşede sararıp solan bir şiir, bir kitaptır, resimdir… Ama kumaş bedenin derinlerinden imbikten çıkar gibi çıkmışsa, yalnızlığın öğretilerinden bunalmamışsa; korkmayın, o kumaş, gelecek kuşağın elbisesi olacaktır.

Alman filozof Schopenhauer Seçkinlik ve Sıradanlık üzerine yazmış olduğu kitabında deha için;

“ Dehayı hiçbir ödül, onama, takdir veya anlaşılma beklentisi içinde olmaksızın eserini tamamlamaya ve yalnızlık içinde, kendi şahsi refah ve mutluluğuyla ilgili her türlü mülahazayı bir tarafa bırakarak takat getirebildiğince en büyük çabayı ve üretkenliği eserine adamaya sevk eden bu içgüdü böyle ortaya çıkar. Böylece o çağdaş dünyadan çok gelecek kuşakları düşünmeye zorlanır, çünkü kulak verse çağdaş dünya onu sadece takip ettiği yoldan çıkaracak ya da o yolu yürüme azmini köreltecektir. Hâlbuki türün çoğunluğunu oluşturan gelecek kuşaklardır ve zaman önünde sonunda onun kadrini bilecek yargı gücüne sahip azınlığı ortaya çıkaracaktır.

Hayatının kutsal bir tortusu ve gerçek meyvesi olarak eserini insanlığın mülkü kılmak ve onu daha iyi değerlendirecek gelecek kuşaklara iletmek, bu tüm diğerlerinden daha önemli olan amacıdır onun. Ve bir gün tomurcuklanıp defne çelengine dönüşecek dikenli tacı bunun için başına geçirir o. Bütün güç ve yeteneğini eserini tamamlama ve muhafaza etme çabasında yoğunlaşmıştır!”

Sıradanlığı, basit ve kolay yaşamı seçmiş tüm dostlara da selamı borç bilirim. Seçilen bu yaşam, en kolay olanıdır. Okumaz, öğrenmeye çaba göstermezlik içinde bize anlatılanları dinler, sadece bize anlatılanların kör kavgasını veririz. Sonuçta bu da inanmışlıktır! Ama kör ve başkalarının inanmışlığın harika bir siyasi oyunudur aslında…

Bu çalışmamı yine bir Alman filozofun harika sözü ile bitirmek isterim. Kant der ki;

“ İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep arıtan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve vicdanımdaki ahlak yasası.”

İşte böyle dostlarım; bilgi ve aklın yalnızlığından korkmayın sakın! O yalnızlığa geçici olarak, eserlerini örmek için sığınır. Asıl korkunuz; cehaletin, bencilliğin yalnızlığı olsun…
Güven






















2 yorum:

nihansu dedi ki...

Bazen büyük dehaların hep yalnızlığa mahkum oldukları hissine kapılıyorum. Çünki çevrelerinde onları anlayan onlarla aynı dili konuşan insan sayısı çok çok az...
Dediğiniz gibi bilginin ve aklın yalnızlığından korkmamak gerek, tek yalnızlığımız bunlar olsa keşke...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ben,kendi ile meşgul olan küçük dehalarında yalnızlığa yol aldığına inanıyorum Nihan:)) Kendini arayan normal insanların da, gezginlerin de, eğitimcilerin de... Bilgi ile sanat ile dans etmeye başlayan insan, nezaketi,hoşgörüyü,istetiği yaşamaya başlar.Ve bu yüzden kaba diyarların mesafesini ayarlamaya başlar. Bu ayarlama,nazikçe yalnızlığa,doğanın rüzgarlı tepelerine,kuytu mağaralarına doğru yol almak gibi bir şeye dönüşür...

Son söz, dediğin gibi; "tek yalnızlığımız bu olsa!" ...