Kamera; Güven İmparatorluk Kapısı
400 yıllık yönetim kendi içinde her mekanın
ayrı bir tarihi ve anlatımı var bu sarayda.
Sindire sindire gezmeli,tarihin derinlerine
inip bin bir entrikanın döndüğü bu mekanlarda
korkulu güzelliklerin de olduğunu düşlemeli.
Kamera; Güven Topkapı Sarayı
1.Havlu
Tarihin küsmemiş kucağına, şehrin keşmekeş
gürültülerinden kaçarak gele bilirsiniz.
Her ne kadar Saray Kültürü donatımı, gösterimi
yoksa bile; kötünün en iyisi; tam bir sükut
bulacaksınız burada. Sessizlik sizi öyle
saracak ki; kendi kalp atışı ile vicdanınızı
da duyacak belki de yabancı bir ses
sanıp ürkeceksiniz...
Kamera; Güven Topkapı Sarayı
3. Havlu
Çiçekler, ağaçlar ve bu güzelilğe uyum
sağlamış mütevazı yapılar. Dünyayı
kasıp kavuran ve üç kıta da patron
olan imparatorluk anlayışı; mütevazı bir
mekan gösterimi ile bütünleşmiş.
Gösterişin son yüzyılı; Beylerbeyi,
Dolmabahçe,Yıldız, Çırağın Sarayları
ile yapılmış ama imparatorluğu
kurtarmaya yetmemiş borç ile
çalım satmalar!
MANASTIRIN ORTASINDA VAR BİR HAVUZ
Çok yakın bir zamanda gösterime giren “Veda” filmine bende gittim. İtiraf etmeliyim ki, en fazla ağladığım, yaş bıraktığım bir film oldu. Çok fazla gözyaşı dökmek, inanılmaz duyguların peşine takılmak demek; o filmin çok güzel, harika olduğunu da göstermez diye düşünüyorum.
Veda filmi bir Zülfü Livaneli yapımı! Biliyoruz ki, Zülfü Livaneli, müziğiyle, yazarlıyla, yönetmenliğiyle kendini kanıtlamış bir insan. Onun duruşu, iyi niyeti, ülke sevgisine söyleyeceğim çok şey olamaz! Ama Veda filmine söyleyeceğim eleştirilerim var. Eleştirileri yaparken de, emeğe saygıyı yok edip, keşke yapılmasaydı diye düşünmüyorum.
Sevgili Zülfü Livaneli’nin yüksek halk sevgisine sığınarak filmin içine dalıyorum. Gerçekten de seyreden büyük çoğunluk bu filmin içine dalıp hiçbir duygusunu frenlemeden yokuş aşağıya koşacaktır. Çünkü içinde yakın tarihimiz var. İçinde Rumeli’miz var! Atatürk’ümüz var! Sevdalarımız, sevgililerimiz, şarkılarımız var! Bu filmin içinde küçük bir çocuğun inanılmaz bir yol alışının küçük sahneleri var.
Filmin en etkili sahnesi, Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda ölüm döşeğindeyken, Yaver Salih Bozok’un yaptığı konuşma sahneleriydi. Atatürk o kadar güzel sergilenmiş ve o ölüm ile yaşam arasındaki uykusunda o kadar güzel gösterilmiş ki, film içindeki tüm eksikleri unutturacak güçteydi.
Bir milletin kaderi ile oynayan, o toplumu MİLLET haline getirmek için tüm hayatını ilahi bir adanmışlık içinde ortaya koyan büyük atanın heybetli bir uyku sahnesiydi. Atatürk ölüm döşeğinde olmasına rağmen; bir veda sahnesinin en güzel el sallayışını yapar gibiydi. Atatürk’ün son saatleri film içinde sevenlerine harika bir armağan gibiydi. Ben çok etkilendim.
Belgesel niteliğinde, Salih Bozok’un ağzından konuşularak çekilen sahneler birbirinden çok kopuktu. İnanılmaz bir yönetmenlik hatası diyebilirsiniz! Atatürk’ün doğduğu Selanik ve öğrenim gördüğü Manastır’dan bolca sahneler koyarak filmi görsel bir şölene çevirmek varken; çok kısa sahneler ile kısırlaştırılmayı tercih etmişler.
Atatürk’ü seven iki kadın arasında kalması, Fikriye intihar etme sahnesi ise tam bir yönetmenlik dramı diyebilirim. Fikriye köşke gelmiş, Atatürk’ü görmek istiyor. Ağlıyor, bağırıyor, kıyametleri koparıyor ve Latife Hanım tarafından eve alınmıyor; ama bütün bu olanları uyuyan Atatürk duymuyor! Olacak iş değil elbet! Ve Fikriye Atatürk’e ulaşamadığı için köşkün önünde intihar ediyor. Atatürk o zaman uyanıyor ve balkona geçiyor. Derin bir acı duyma sahnesi sessizce yaşanıyor. Hemen izleyen sahne; Atatürk, Latife Hanım ile keyif içinde yemek yiyor güya!
Fikriye ölmüş, Atatürk hiçbir tepki göstermemiş, sanki duyarsız bir adam gibi; hemen Latife Hanım ile keyif sürüyor. Olacak iş değil elbet. Tarihi bir film yapıyorsanız, belgesel niteliğinde çalışıyorsanız ve isminiz de Zülfü Livaneli ise; KILI KIRK YARIP tarihçiler ile sıkı bir çalışma içine girmeniz gerekmez miydi?
Veda filminin müziğine söylenecek bir şey yok. Gelibolu Savaş sahnelerine, Kurtuluş Savaş sahnelerine söylenecek çok şey var! Sinema tam bir endüstri haline gelmiş ve her türlü teknolojik imkân varken; neden kullanılmaz, daha iyi bilenlerden yardım alınmaz; ben buna şaşarım.
Bir Truva filmi yapılıyor; efsaneleri bile teknolojinin nimetleri sayesinde canlandırıp, yüz bin kişilik orduları, atları, eski görsel çevrelerini bize gösterirlerken, yakın tarihimizin en önemli savaşlarını, heyecandan yoksun, gerçekçilikten uzak birkaç küçük sahne ile anlatmalarına ANLAM veremiyorum! Bu nasıl bir iştir? Nasıl bir filmi ve belgesel hazırlığıdır?
Otuz yıl önce çekilmiş, Türklerin tarihini anlatan TARKAN filmlerini izlerken de aynı hüznü yaşardım. Büyük Türk ordularını, 20–30 at ve savaşçı ile anlatmaları, o günün savaşçılarının yaşadıkları yerleri, birkaç çadır ile görselleşmeleri inanılmaz bir üzüntü yaşamama neden olmuştur…
Önemli bir tarihi kişiliği, milleti anlatacaksan; o millet ve kişiler senin içinden çıkmışsa; çok daha bir önem vermek gerekmez mi? Gerekir elbet! Abartmadan, hakkını vererek, nezaket sınırlarını zorlayıp özeleştirileri de sanatın güzel ve alımlı desteğini alarak: yapılmalı derim…
Veda filmi, takdirden çok eleştiri alacağını sanıyorum! Ama bir söz var ki; kötünün iyisi; iyi eserlerin, eksik eserler ile tamamlanacağının iyi niyetiyle seyredilmeli derim.
Koltuğunuza oturun. Gazozunuzu, mısırınızı da yanınıza alın. O günün serpiştirilmiş kıymıklarından kurtulup, sadece sanat adına seyredin. Ağlamanızı asla ama asla frenlemeyin! Çünkü ağlamanız filmin güzelliği, harikalığı için değildir!
Ağlamalarımız, iç çekişleriniz, el uzatamadığımız çocuklar, analar içindir! Ağlamalarımız milli şuuru kavramış halkamızın yakın tarihinin yoksul göçleri, viran duruşları, yanık türküleri içindir…
Türkü dedim de, nasıl Anadolu Türküleri bizi alıp uçuruyor, Anadolu rüzgârı estirip, Anadolu kokusu hissettiriyorsa; Rumeli Türküleri de bizi öyle yapıyor. Veda filmi içinde Atatürk’ün çocukluğunun türküsü olan MANASTIR ORTASINDA VAR BİR HAVUZ çalınmaya başlıyor.
Ve siz salınıyorsunuz o zaman. Unutuyorsunuz üç kuşaktır bu diyarlarda yaşadığınızı! Unutuyorsunuz ülkenin üstüne çökmüş kalın örtünün korku dolu bastırışını… Ve siz de başlıyorsunuz söylemeye, yanık sesli, yanık yürekli ölü bedenlerin ölmemiş ruhları gibi;
Manastır’ın Ortasında Var Bir Havuz
(Aman Havuz Canım Havuz)
Dimetoka Kızları Hepsi De Yavuz (Biz Çalar Oynarız)
Manastır’ın Ortasında Var Bir Çeşme
(Aman Çeşme Canım Çeşme)
Dimetoka Kızları Hepside Seçme (Biz Çalar Oynarız)
Manastırın Ortasında Var Bir Pınar
(Aman Pınar Canım Pınar)
Dimetoka Kızları Hepsi De Çınar (Biz Çalar Oynar
Güven
9 yorum:
Topkapı sarayını çok severim..fotoğraflarınız ve yazınız çok güzel.teşekkürler..
Sevglier Selmacağım.Saygılar sana.
Ben de çook severem:))Topkapı Sarayını.
Hicran destanını kendinden oku...
Mecnundan duyup da rivayet etme...
Aşkın Leylasını buldunsa söyle...
Söz temsili bulup hikaye etme.
selamlar ... ÖZKAN AİLESİ/BATMAN
Hicran destanını kendinden oku...
Mecnundan duyup da rivayet etme...
Aşkın Leylasını buldunsa söyle...
Söz temsili bulup hikaye etme.
(Neyzen Tevfik)
selamlar ÖZKAN AİLESİ/BATMAN
Bizim illerden, Batman'a Doğu diyarına selam ola.
Saygılar size.
iyiki bu resimleri bizimle paylaşıyorsun güven gittim ve gezdim yeniden tarihin en ince kokularını ruhuma çektim ..sevgi ve dostlukla...
Ruhlar; güzel ve sürekli beslenmek isteyen ruhlar.:)) Afiyetler ola.:))
Sevgiler,saygılar Bilgeciğim
"Veda" filmi tartışılıyor.Latife ve Fikriye abartılmış tartışması yoğunlukta.Sdece film yapıyoruz diyenler neden belgelere bağlı kalmazlar anlamıyorum.Atatürk ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarını film çekmek,sahnelemek pek kolay olmuyor.O ruhu ve duyguları vermek kolay değil.Sahnelediğim oyunun birinde Atatürk'ü diktatör gibi gösterdiğim,diğerinde Latife Hanımı çok hırçın gösterdiğim için ben de çok eleştiri aldım.Oysa bana göre öyle değildi,metne son derece bağlı kaldığıma inanmıştım.Ne kadar tartışsak da sıcak sıcağına ( ne güzel bağlamışsın)" Biz çalar çalar oynarız"bildiğimizi de okuruz,eleştiriler hakgetire.Benden de selam ola.
Eğitime ve öğretime gönülden inanmış ve bir ömrü adamış tüm güzel,merhametil insanlar adına teşekkürler ederim.
Saygılar efendim.
Yorum Gönder