Şöhret denen şeyi kolay kolay kimse elinin
tersiyle itemez. Bir şekilde “ünlü” olayım da ödenecek ne bedel varsa öderim
diye milyonlarca insanın sonsuz umutları yarı yola bile ulaşmadan sonlanmıştır.
Sanırın, ölene kadar savunup söyleyeceğim bir
söz; “ Bu toplum, sade yaşamı, yoksulluğu, ezikliği kabul eder de, bir türlü
zenginliği hakkıyla, huzuruyla yaşayamaz-beceremez.”
Her zamanki gibi; “Sözüm meclisten dışarı…”
Şöhret olup, muazzam ün yapıp da sonları
trajedi ile biten iki kadını saygı ile anacağım. Marılyn Monroe ve Cahide
Sonku…
Şimdi sizi şöhret merakı olan genç bir kızla,
olgun yaşa gelmiş bir yazarın konuşmasına davet ediyorum. Genç Kız:
—Kusura bakmayın ama
başarınız iyice şımartmış sizi! Yazar:
—Hangi başarıdan söz ediyorsun?
Kendimi kesinlikle beğenmiyorum. Ayrıca yazar olduğuma sevindiğim filan yok.
Asıl sevdiğim şeyler şu göl, şu ağaçlar, şu gökyüzüdür… Doğanın güzelliklerini duyumsuyorum,
doğa ana tutkularımı kamçılayıp yazmak için önlenemez bir istek veriyor bana.
Genç Kız: Çalışmaya kendinizi
o kadar kaptırmışsınız ki, ne gerçek değerinizi anlamaya vaktiniz var ne de
böyle bir isteğiniz. Ben sizin kadar büyük bir yazar olsam bütün varlığımı
topluma adar, aynı zamanda da onların mutluluğunun benim büyüklüğüme erişebilmek,
beni görkemli zafer arabasıyla taşımak olduğunu bilirdim.
Yazar: Zafer arabasıyla taşımakmış!
Yoksa ben Agamemnon muyum?
Genç Kadın: Her şeyin acısına
dayanır, sadece şöhret olmayı isterdim… Gerçek baş döndürücü şöhret! Of başım
dönüyor!
Yukarıda geçen konuşmalar; genç kız ile yazar
arasında geçse de Anton Çehov’un Martı isimli oyunundan aldım.
Şöhret olmayı, olmuş olanın bıkkınlığını çok
iyi anlatıyor. Yukarıda sözünü ettiğim iki isme; Marlıyn Monroe ile Cahide
Sonku’nun şöhret yaşamları; sıra dışı sonlarını hiçbir şekilde acıyarak bakma
hakkına sahip değiliz. Sadece anlamaya çalışmalıyız; şöhretin ne olduğunu…
Genç yaşamlarında şöhrete, maddi zenginliğe
kavuşmuş olsalar da, şöhreti yönetmek, tıpkı zenginliği yönetmek gibi çok ayrı
bir deneyim, tecrübe olduğunu da anlatıyor; onların sonları…
Her iki kadın; yaşamları, sonlarıyla, farklı
ülkelerde olsalar da, tüm şöhret düşkünlerini, düş kırıklığına uğramış ve
uğrayacak olanları ilgilendiren çok değerli anıları, eğitime, öğretime dönük
muhteşem zengin fikirleri de geride bırakıp gittiler.
Ünlülerin en büyük mirası, sadece eserleri değildir.
Yaşamları da büyük birer mirastır. İnsanlığa, okumaya, öğrenci olmaya adanmış
herkese bırakılmıştır.
Marılyn Monroe’nin günlük tuttuğu defterinden
küçük bir notla sonlandırıyorum yazımı;
“ Bu işkenceyi neden çekiyorum?
Ya da kendimi neden başkalarından aşağı görüyorum!”
Edebi dünyaya, bize sunduklarına ne kadar çok
şey borçluyuz…
Güven SERİN