24 Aralık 2020 Perşembe

İMDAT!TİYATRO YETİŞ İMDADIMA!

 


ORTAOYUNCULAR-SES TİYATROSU
İSTİKLAL CADDESİ İSTANBUL


       İMDAT! TİYATRO YETİŞ İMDADIMA!


  Böyle bir sesleniş-çağrı duysanız ne yaparsınız! Seslenen herhangi birine; polise, savcıya, avukata, hâkime, doktora, mühendise, mimara seslenmiyor da; TİYATROYA sesleniyor.

  İmkân buldukça tiyatro açığını; İstanbul Şehir Tiyatrosu Muhsin Ertuğrul, Tiyatro Pera, Antalya Şehir ve Devlet Tiyatroları, İzmir Sahne Tozu Tiyatrosu; bu alanda saygı ve minnet ile anacağım sanat evleri; sahnelerdir.

  Peki, ama bu seslenişi yapan kişi kimdir? Ben onun bu bildirisin Antalya Şehir Tiyatroları salonunda, sanatın icra edildiği sahnenin hemen yakınındaki bir duvarda buldum. Ariane Mnouchlikine. Fransız kadın tiyatro film yönetmeni! Ne diyor kendi kurtuluşunu insanın, insanlığın kurtuluşuyla bir tutan 81 yaşındaki Ariane;

“ İmdat!

Tiyatro yetiş imdadıma!

Uyuyorum uyandır beni.

Karanlıkta kayboldum, yol göster bana ya da bir ışık yak.

Tembelim, utandır beni.

Yorgunum, kaldır beni.

İlgisizim, vur bana.

Aldırış etmiyorum yok et bu halimi.

Korkuyorum, cesaret ver bana.

Cahilim öğret bana.

Canavarım, insancıllaştır beni.

Yüksekten atıyorum, gülmekten öldür beni.

Yaramazım, cezalandır beni.

Baskın ve zalimim, savaş benimle.

Ukalayım, alay et benimle.

Avamım, eğit beni.

Suskunum, çöz beni.

Artık hayal kurmuyorum, bir korkak yada budala gibi davran bana.

Unuttum, hafızamı tazele.

Kendimi yaşlı ve tükenmiş hissediyorum, çocukluğu coştur benim için.

Ağırım, müzik ver bana.

Üzgünüm, mutluluk getir bana.

Sağırım, fırtınada acılara çığlık attır.

Kışkırtıldım, bilgeliği göster bana.

Zayıfım, dostluğun ışığını yak.

Körüm, bütün ışıkları bir araya topla.

Çirkinliğin boyunduruğu altındayım, galebe güzelliğin girmesini sağla.

Nefretle kuşatıldım, sevginin tüm gücünü ver bana.

 Ariane Mnouchkine bu seslenişi yapıyor tiyatroya; kurtarmak istediği kendiyle birlikte insanı ve insanlığı da düşünerek. Bütün bu istekleri tiyatro duyar mı? Yapar mı? Altından kalkabilir mi? Bunca, sosyolojik, psikolojik, ekonomik, sosyal, geleneksel etkiler ve engeller varken; başarılı olabilir mi tiyatro bu isteklerin bütününe çare bulmayı…

  Tiyatro sanatı böyle bir şey işte! Önce, binlerce yıl ötesinde, insanın öykülerini anlatmak, göstermek için yola çıkan tiyatro; yaşamın ayrılmaz bir parçası olmanın yanında,insanın kışkırtılmış,zaafa uğramış,yozlaşmış,gaflete teslim olmuş zayıflıklarıyla beslenir.Oradaki sahne; eğlenmekten öte,öğretilere,yüzleşme biçimine dönüşmüştür. Şekspir’in (W. Shakespeare ) Venedik Tacirini izleseniz; cimri ile tefeciliği yeni tanımış, yeni öğrenmiş, hatta yeni yorumlar hale gelirsiniz.

     Tiyatro sanatı, gerçeklerle yüzleşme sanatı olduğu kadar; kendimizin farkına varma destanı da olması mümkün. Cahil yanımızı, tutkularımızı, yanılgılarımızı birkaç saate sığdırmak, canlı-kanlı bir şekilde uykumuzdan uyandırılmak; gururun, onura galip gelmesini, kinin-nefretin sevgiyi altetmesini, saflığımızın enayi duruma düşmesini; sahnedeki tiyatro sanatı ve sanatçısı anlatabilir bize. Aldıkları destek; tiyatro bilgisi, görgüsü, kostümü olmaktan öte; yüce bir şeydir; yok etmek üzerine değil, var etmek üzerinedir. Tıpkı Şekspir’in bir başka oyunu-sahnesindeki gibi; Sonu Nasıl Biterse Bitsin, Yeter ki İyi Bitsin…

  27 Mart Dünya Tiyatroları Günü için şöyle bir not, bildiri hatta öğreti yayınlanmıştı;

“ İnsandan insana uzanacak sıcak bağların günü. Üzerimize, ateş, kan, gözyaşı yağıyor. Kalbimiz bir kez daha bombalanıyor, ölen her insan bizimle ölüyor… ÖLDÜRMEYİN!”

  Yaşamak ve yaşatmak bu kadar değerlidir işte… Her şehre, her kasabaya bir tiyatro kurulsaydı, bugün, adliye saraylarındaki dosyaların, hapishanelerdeki suçluların sayısı bu kadar olur muydu hiç? Düşünmek lazım; bir parça düşünme becerimiz, cesaretimiz, insaniyetimiz varsa eğer…

Güven SERİN  

 

  

 

 

 

 

13 Aralık 2020 Pazar

GERÇEĞE DÖNÜŞEN DÜŞLERİN ÖYKÜSÜ

 


Yazın sürece ,derleme,toparlama derken
neredeyse iki yıla yaklaşan bir süre 
sonunda doğum gerçekleşti.
Çok insanın emeği var bu çalışmada;
Denizli'de,Aydın'da.İstanbul'da,
Tekirdağ'da,Ankara'da yaşayan
çok insan  bir şekilde bu öykünün
içerisinde yer aldı; 
MİNNETLE...

Arka Kapak

Her insanın bir serüveni vardır.Fakat,
her insan bunu edebi dünyaya taşımaya
gayret etmez.Gerek duymaz,dünyevi
telaşın,kargaşanın veya ezberin
baskısından dolayı,kapılıp gider
Dante ile Vergilius'un gitme amaçlarından
çok öte bir basitliğe; belki de gerçek olana
gerçeği hissetmeden..


Her insan kendi yiğitliği üzerine söylemler,
kavramlar geliştirir.Namusu,onuru,kırmızı
çizgileri; saymakla bitmez.Her insanın
baş eğdiği bir tek şey vardır; ölüm-ayrılış
veya dönüşüm; işte o an,herkesin başı
öne eğiktir.Bir avuç olan yaşamın gerisine
bakar; bir arpa boyu yol almıştır.
Bu keskinliği bir tek şey anlaşılır

kabul edilir hale getirir; 
edebi dünya ...



Bu çalışmanın dağıtım hakkı Mehmet Öğretmene
aittir. Ticari düşünceden uzak bir eserdir.
İlerleyen zamanlarda düzenlenecek
sergilerdeki gelirleri Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği ve Kepirtepe Öğretmen Lisesi yararına
kullanılacaktır.







7 Aralık 2020 Pazartesi

YABANA DOĞRU

 


İnternet -Paul Gauguin 
"Nereden geliyoruz? Neyiz ? Nereye gidiyoruz? " 


İnternet


                                                YABANA DOĞRU

 

  Bu çalışmamı iki baş karakterle buluşturacağım. Birbirinden habersiz ve yüz yıl arayla yaşadıkları yabanıl mücadeleyi, onların doğaya bir GÖZYAŞI gibi süzülmeleri gibi süzerek anlatmayı-yazmayı deneyeceğim.

   Bilmelisin, değerli okuyucu, bu satırlar hissedilen yabanıl yaşamların saflığına adandığı gibi gözyaşları da hep nemli kalmıştır yazının aktığı sürece.

  Paul Gauguin 1848 yılında Paris Fransa’da doğdu. Sayısız sanatçı gibi yoksul yaşadı ve sezgilerinin peşinde yürüdü. Sıradan insanlar gibi taviz vermeyi, o büyük sürüye uyum sağlamayı deneseydi; sıradanlığın isimsizliğine batacağını biliyordu. O,içindeki sese doğru; vahşi yaşama yürüdü; doğduğun yerden binlerce km öteye; Fransız Polinezyası adalarına gitti. Hep yoksuldu; hep üretti…

  Gauguin Van Gogh’un arkadaşıydı. Onun zavallılığını, zavallı bir dilenci oluşunu kendi notlarına taşırken, kendi yüce davası olan bir başka zavallılık içerisinde bugünün dünyasında milyonlarca insanın dışına çıkıp o büyük ödülü almayı hak kazanmış; insanlığın insan kaldığı sürece anılacak, sayılacak sanatçılar arasına girmiş. Açlık, sefalet içerisinde yaşayan bir insanın durmadan ürettikleri eserler; şimdi, milyon dolarlar ediyor. Ne garip bir şey değil mi?

  Sanırım garip olan şey, bizlerin, normal insanların anlamadığında gizli. Van Gogh’da böyleydi,1968 yılında doğan Chirs McCandless’de aynı inancın içinde kendi öyküsünü yazmak için 22 yaşında çıktı kendi yoluna. En iyi üniversiteden mezun, en iyi imkânları sahip olduğu halde; hepsini reddetti. Hesabında olan paranın tamamını yardım kuruluşlarına bağışlayarak büyük tutkusu olana; Büyük Alaska Macerasına doğru yürüdü…

  Yabana doğru ilerlemek ve her daim yabanın, vahşi dünyanın kokularını ve çağrısını duymak başka bir şey! İster zenginlik içerisinde olun, isterseniz yoksulluk içerisinde; her şey anlamını yitiriyor; sadece yürüyüş başlıyor. Tıpkı zamanı geldiğinde süzülecek olan gözyaşı gibi bir şey; en saf haliyle ilerliyor yerçekiminin düzlüğüne, tenin sıcak sımsıcak damarlarının içerisinden çıkıp, ruhun boşluğa çekildiği vakitlerde…

  Paul Gauguin doğduğu Paris’in çok ötesine, derin suların ortasındaki adalara gitmeyi kurtuluş gördü. O kurtuluş içerisinde sorguladığı şey; Nereden geliyoruz? Neyiz? Nereye gidiyoruz? Bir sanatçı hangi hünere sahipse sorusunu da o becerinin-sanatın diliyle sorar. O da resmiyle sordu bu sorusunu. Cevap mı? Cevabı kimse bulamadı bugüne kadar…

  Gauguin, bir süreliğine Paris’e geldiğinde arkadaşları onu vahşi yaşama uğurlamadan önce bir kutlama yemeği verdiler. Onun kararlı olduğunu bildiklerinden söyleyecekleri tek şeyi söylediler;

“ Hepimiz seninle gurur duyuyoruz Paul. Hiçbir zaman bir sürünün peşinden gidemezsin sen. Çünkü bir vahşisin; hepimiz gibi! Ama sen bunu unutmamayı seçtin.”

  Unutmamayı seçen bir başka kişi vardı. Chris McCanless.1968 yılında California ABD doğmuş, iyi eğitim almış bir genç adam. Birden her şeyi terk etti. Sahte, kokuşmuş, çürümüş saydığı dünyayı-ailesini terk etti. Kendi yoluna; Büyük Alaska serüvenine çıktı. Bu yolculukta birçok insanla tanıştı. Farklı işlerde çalışıp, yolculuk için hazırlık yaptı. Aynı zamanda yolunun yoldaşlığını yapan felsefesine katkı veren deneyimleri yazdı. Geride bıraktığı annesini, babasını ve kız kardeşini aramaya hiçbir zaman vakit bulamadı. Bir hikâye yazıyordu ve o hikâyeyi kendisi anlatacaktı. Yabanda, yabanıl diyarda; kendini bulacaktı; açlığa teslim olana kadar…

“ Mutluluk, sadece paylaştığında gerçektir!” Son sözlerinden birisidir Chris’in. Kendi aradığı gerçekle birlikte, yabanıl yaşama yakışır bir şekilde yapayalnız bir ölüm… Paul Gauguin’in ve diğer yabanıl yolcuların ki gibi… Birbirinden habersiz iki vahşi yolcu ölümü; biri 24,diğeri 54 yaşlarında…

  Edebiyat ve sinema sanatı yabanıl yaşamlar için de vardır. Onlar, bu sanatın özü, öz evlatlarıdır. Sıradan insanın ölümü; beş-on kişiyi ilgilendirir ve beş on yılda unutulur. Oysa yabanıl yaşama adanmış insanlara duyulacak sevgi, hürmet hiçbir zaman bitmez; ta ki insan soyu bitene kadar…

  Gauguin’in notları arasında yaşama dair bir cümle vardır; “ Hayat ancak bir saniye kırıntısıdır. Böylesine kısa bir zamanda sonsuzluğa hazırlanmak! “

  Bizler ne dersek diyelim; akıyor her şey; sonsuz evren hiç durmadan genişliyor; bir gün belki de kendi daralmasını yaşayacak, ama bizlerin uydurduğu, icat ettiği hiçbir kavramın önemi yok bu büyük genişlemenin sonsuza olan akışı içerisinde…

Güven SERİN  

 

 

  





4 Aralık 2020 Cuma

SARAY LALADERE İNSAN RUHUNA HUZUR VERİYOR

 


Saray Güngörmez Kayalıkları


SARAY
Kamera; Güven 


Laladere , Saray, Tekirdağ


Kamera; Güven Laladere Saray



Kamera, Güven Güngörmez Kayalıkları

Yunus Usta ve Bülent 


Kamera,Güven Laladere Saray


Güngörmez Kayalıkları
Kamera,Bülent

                    SARAY LALADERE İNSAN RUHUNA HUZUR VERİYOR

                          ( Güngörmez Kayalıkları, herkese ilham verecek bir yer )

    Dünya Sağlık Örgütü insanı insan kılacak en önemli üç etmeni sıralıyor;

“ Beslenme, Hareket ve Stres Yönetimi”

  Durumu biraz iyi olan istediği şeyi yer ve içer. Spor tesislerine gider ve her türlü sportif olanaklardan yararlanır. Ya stres yönetimi? Tam da burada başlıyor; belki de herkesi eşit kılacak olan şey; stres yönetimi! Umudu olanın, yaşama tutunan her insanın baş ettiği, ama belki de birkaç diploması, en iyi eğitimi aldığı halde birçok aydın insanın baş edemediği bir şey stres…

  İlacı nerede? Doğada! Sırlarla dolu olan eşsiz doğada… Tekirdağ Saray Laladere de öyle yerlerden birisi. Istranca’nın ( Yıldız Dağları ) kıyıcığında, hatta koynunda gizli bir vadi. Buraları Ganoslar kadar değerli doğal alanlarımızdan. Odunculuğun, hayvancılığın, arıcılığın ve doğa turizmin can damarları olan en güzide yerlerimiz hakkında biraz dert yanacağım.

  Saray Güngörmez Laladere’ye gitmeden önce onlarca doğal alana uğradık. Yunus Usta, Bülent Yorulmaz, üç doğa öncüsü ve gönüllüsü her uğradığımız yerde şaşkına döndük! Niçin mi? Ortalık çöpten geçilmiyor!

  Nasıl olur? Diyor insan kendi kendine; nasıl olur? Bu kadar güzel doğal alanları, doğanın milyonlarca yılda oluşturduğu yerleri böyle korkunç bir vicdansızlık içinde kirletir insan? Nasıl? Bir taraftan taş ocakları, maden arayıcılar doğal dünyanın altını üstüne getirirken, bir taraftan ise gözümüz gibi bakacağımız yerleri, gezerken insan; büyük insanlık kirletiyor…

  Geceli-çadırlı kamp için iki planımız vardı. Birincisi Güngörmez kayalıkları-mağaralarını görmek ve yakınlarında çadır atmak! Göngörmez kayalıkları Avustralya Aborjin kayalıkları kadar gizemli, ilgi çekici. Bir kez daha kentim, bölgem ve ülkem adına hem sevinip hem de üzüldüm. Bu yer, gelişmiş, öncü bir ülkenin elinde olsa; burayı ziyaret eden milyonlarca insan olur diye…

  Güngörmez kayalıklarının çevresi, bir parça alan SİT olarak tescillense de etrafı kuşatılmış; çoktan… Göngörmez kayalıklarının o muhteşem görüntüsü aklımızdan çıkmasa da kamp alanı için Tekirdağ sınırları içerisinde yol aldık. Farklı yerlere uğradık. Bir taraftan doğanın meşelikleri yöre ve ülke insanı için sürekli odun demek. Planlı kesildiği için; bitmeyen bir enerji hep var buralarda. Bir taraftan da en tenha köşelerde dahi, korkunç insanlığın korkunç çöpleri…

  Doğayı selamlayarak, çöpleri gören gönlümüzü dağlayarak dolaşa dolaşa Laladere’ye geldik. Her iki tarafı Istranca’nın ( Işıklar Dağları) meşelikleri, gürgen ağaçlarıyla çevrili yerlerde odunculuk hiç durmadan devam ediyor. Meşelerin bekçilik yaptığı yerin derin vadisinde ise gürgen ağaçlarıyla kayın ağaçları yaşıyor.

  Laladere de yapılan düzenleme, bütün eksiklerine rağmen insanın içini rahatlattığı gibi etrafa yayılmış ailelerin çocuk sesleriyle birlikte kuşların, derelerin sesleri insan ruhunu onarıyor.

  Stres yönetimi ne demek diye öğrenilecekse böyle yerlere gelmeli. Doğanın milyonlarca yılda oluşturduğu, beslediği yerlere… Yöre insanı burayı çoktan tanımış ve bir parça huzur dengesi adına sosyal, kültürel ve eğlence olarak en iyi şekilde faydalanıyorlar.

  Karavan turizmi, çadır ve günübirlik turizm için burada; her şey koşulsuz gelenin hizmetinde! Suyu, elektriği, tuvaleti ve çöp kovalarıyla birlikte yaşlı gürgen ağaçları, yer yer kayın ağaçlarıyla birlikte, sonbahar ışıltısını saçan güneş ve yere halı gibi serilen yapraklar; çocuklardan öte her insanı çocuk yapacak kadar doğal bir dinlence, eğlence, sosyalleşme alanı…

  Karanlık başladıktan sonra sosyal alanlar ışıklandırılıyor. Bunu bilen aileler ve çocukları karanlık çöktükten sonra bile, vadiye çöken geceyi, etraftan yayılan kuş seslerini bastıracak oyunlar oynuyorlar. Voleybol, futbol ve birçok etkinliğin yapıldığı bu alan; çok daha iyi tanıtılıp ve gerekli eksikler tamamlandığı an; yörenin, ülkenin ve uluslar arası turizmin hizmetinde bir doğa harikası…

  Tekirdağ, zenginlikleriyle övünmeli. Tekirdağ insanı şehrini, köylerini, ilçelerini tanımak için gayret etmeli! Etmeli ki, bu yerler daha fazla sahip çıkılsın. Daha ciddi yatırımlarla şehrimizin her alanına; ekonomik, kültürel huzur yayılsın…

  Laladere, Güngörmez Kayalıkları, Istrancalar, Ganoslar; Ege’den, Karadeniz’e uzanan bu yolculuğun şehri; TEKİRDAĞ…

  Değerlerimizi, zenginliklerimizi, doğal şaheserlerimizi keşfetmek ve özümsemek için, HAREKET gerekli. Üşenmeden ve her uygar milletin ferdi gibi, yöremize sahip çıkmak; vatan ve insanlık borcudur…

 Güven SERİN 

















1 Aralık 2020 Salı

PUVİS KİMSEYİ İPLEMEZMİŞ! YA NAZIM AGA?

 

Kamera; Güven -Nazım Aga

İNTERNET

                             PUVİS KİMSEYİ İPLEMEZMİŞ! YA NAZIM AGA?

 

   Fransız ressam Puvis de Chavennes 1800’lü yıllarda yaşadı. Her gerçek sanatçı gibi o da kendi özgürlüğünün ve arayışının peşinden koştu. Bazı sanat eleştirmenleri Puvis’in iyi ressam olmadığını söylemesi o günün yaygın eleştirilerinden birisiymiş.

  Bir gün arkadaşı olan ressam Durand Duel’in kan rengi üzerine siyah kalemle oluşturduğu çizimleri sergilemesi, o büyük eleştirmenler tarafından şaşkınlıkla karşılandı. Çünkü büyük çoğunluğu Puvis üzerine hükümler veriyor, onun kompozisyon yeteneğinin büyük olması karşısında çizimlerinin zayıf olduğunu söylüyorlardı. Puvis, Durand Duel’in resimlerini sergilemesi karşısında hüküm vericiler;

“ Bak, bak! “ dediler önce. “ Herkes gibi Puvis de çizmeyi biliyormuş! Anatomiyi, oran-orantıyı ve öbürlerini de biliyormuş hem! İyi de neden tablolarında uygulamıyor bunları?”

  O eleştirmen kalabalığının içerisinde farklı bir ressam vardır. Ve onların bu şaşkın haline şu cevabı vermiş;

“ Puvis’in sizi iplemediğini görmüyor musunuz? Orijinal olmak isteyen herkes gibi çizmeyen ressamlardan biri işte!”

  Yıllardır yerel basında köşe yazarlığı yapıyorum. Neredeyse Habertrak Gazetesi kurulduğundan beri. En çok aldığım sorulardan birkaç tanesi şöyle;

  “ Ne kadar kazanıyorsun? Emeğinin karşılığını alabiliyor musun? Hangi okulu bitirdin? “

  Gönüllü olduğumu ve sıradan bir üniversiteyi bitirdiğimi öğrendiklerinde övünecek, takdir edecek bir şey bulamamaları adına her daim onlardan fazla üzüldüm; içimden kıkır kıkır gülümseyerek. Bir türlü göremediler; Puvis gibi onların sadece para-kazanç dedikleri dünyayı benimsemediğimi…

  Tekirdağ’dan 60 km uzaklıkta bir köy-mahalle var; Ahimehmet Mahallesi. Istıranca-Yıldız Dağları yöresine kamp için her gidişimizde uğradığımız birisi var. Nazım Aga. Babadan kalan viran bir kahvehaneyi işletiyor.73 yaşında olmasına rağmen her daim yüzünde bir çocuğun muzipliği, kendini arayan bir filozofun dinginliği var.

  Güngörmez Kayalıkları görmek, Laladere’de 2020 yılının ilk geceli kampını kurmak için Ahimehmet Mahallesinden geçerken beş dakikalığına Nazım Aga’ya uğradık. Covid–19 nedeniyle kahvehanesi kapalıydı. Bütün viranlığına rağmen, etraftaki yeni ve büyük mekânların yanında kendi özgün, yabanıl haliyle duruyordu küçük mekân. Nazım Aga’nın evi de aynı viranlığın devamını oluşturuyordu. Birkaç kez seslendikten sonra uyuyan Nazım’ı uyandırdık. Her zamanki gibi bizi görünce gülümsedi. Bir tanıdığını bekler gibi görmüş olmanın hal-hatırı ayaküstü soruldu…

  Nazım Aga’ya gazete ve onun yanında Yunus Ustanın kendi yaptığı peynir helvasından bıraktıktan sonra yolumuza devam ektik. Viran evin, kahvehanenin sahibi olan Nazım’ın ayağındaki pantolon da, ayakkabılarda virandı viran olmasına ama başka bir şey vardı bütün bu görüntülerin arkasında. Kendini arayan, özgünlüğün, özgürlüğün peşinde içgüdüsel, sezgisel bir koşu! Ardımızdan seslendi bize 73 yaşındaki Nazım;

  “ Geçerken muhakkak bekliyorum. Bir Türk kahvemi için! “

    Öyle de yaptık. Bir gün sonra bizi bekliyordu caddenin başında. Geçeceğimizi bilerek ve etraftaki büyük yapıların, kibirli insanların uzağında; belki de viranlığı yüzünden dışlanmış, çizimi yok sayılan Puvis gibi; KİMSELERİ İPLEMEYEN bir insan orijinalliği içinde bir Nazım…

Güven SERİN