29 Temmuz 2016 Cuma

UYARMIŞTI! SÖYLEMİŞTİ!





                                                              



UYARMIŞTI! SÖYLEMİŞTİ!
----------------------------


  Hemen her zaman her yerde okuyup, duyabileceğimiz hatırlatıcı sözcükler. 5 yıl önce, 10 yıl önce uyarmıştı. Diye yapılan nice habere rastlarız…

  Uyarıların akıla, ileri görüşe dayalı; toplum ve insan yapılarını iyi anlamak ve okumak olduğunu da hatırlatarak; bu uyarı; uyarmak işine kafayı öyle bir sabitlemişiz ki; karikatürde gördüğüm eğik kafa geliyor göz önüne.

 Hani kafayla, kafasını yan yatırarak tokuşanlar var ya; bu tokuşma işini öyle ileri getirenler var ki; önüne gelenle tokuşa tokuşa kafası eğik gezebilme hatırlatmasını da karikatür sanatıyla yapıyor sanatçı.

 Uyarılar, yani diğer anlamda nasihatler yüzünden epey çekenlerden birisi de benim. İki kız kardeşim, yeğenlerim sırf bu yüzden uzak duruyorlar benden. Sırf bu yüzden, sokağımızda yaşayan pamuk isimli köpeğe sadece “ nasılsın kızım” deniz boyunda ki çayhanede ki Fox isimli köpeğe “şımarık kız” demekten öte gitmiyorum.

 Korkuyorum, sizin anlayacağınız. Ve hatırlatmak da istiyorum; “ Bir musibet, bin nasihate bedeldir.” Bu soylu toplum, yaralı, batık, bitik insanları seviyor; çünkü her daim kendine bir pay çıkarıyor; az battı, az bitik oldu diye…

Güven Serin 






27 Temmuz 2016 Çarşamba

21.YÜZ YIL



21.YÜZYIL
-------------------

  Geçen yüzyılda Burgazada da yaşamış bir şair ve hikâyeci Sait Faik için; söylendiği gibi, “ Onu herkes bilir ama çok az insan okur.” Varsın, güzel olan kıt olsun! Varsın, gelişi güzel dağlara, yaylalara çıkan garip, fikir yoksulu bastığı yerin, çevresinin ne olduğunu, hemen yanı başında nadide bir çiçek olduğunu fark etmeden yaşasın.

 Esas olan şu; biz neresindeyiz bütün bunların? Sait Faik 20. Yüzyıl yaşasa da, Burgazada da, büyük kayanın hemen orda; yine haylazlığın tadını çıkartıyor; üstelik Yaşasın Edebiyat, diyerek.

 Nasıl mı; işte onun yaşayan fikirlerinden bir parça;

“ … Bu böyle, bin dokuz yüz bilmem kaça kadar sürüp gidecekti. Ve yine bin dokuz yüz bilmem kaçta kitap bastırmak, yazı yazmak takatinden mahrum, nalları dikeceksinizdir. Ve yine bir gün bin dokuz yüz bilmem kaçta sizi kimseler hatırlamayacaktır.

  Yaşasın Edebiyat! “


  İşin sırrı budur dostlar; sanatçı, geçmişe önem verip, geleceği kovalayan düşünce içinde;kendi ebediyetini,döngünün boyutlar arasını böyle yakalar ve ispatlar 21 yüzyılın ilk çeyreğinde…

Güven Serin 


26 Temmuz 2016 Salı

MAVİ KUŞ




BİR MAVİ KUŞ


  Yazmayı, içmeyi ve seksi en yüce şey kabul eden Charles Bukowski birçok insanın içinde ki mavi kuştan söz ediyor bir şiirinde. Öldürmeyip, ama her gün ölümlerden ölüm beğen, dediğimiz kendi bedenimiz ve ruhumuza olan eziyetin de sembolü olabilir bu şiir;

Bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan
Ama ben ondan güçlüyüm
Kal diyorum ona
Kimsenin seni görmesine izin veremem

Bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan
Viski döküyorum üzerine
Ve sigara dumanına boğuyorum
Fahişeler, barmenler ve bakkal çırakları
Hiçbir zaman bilmiyorlar onun orada olduğunu


Bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan
Ama ben ondan güçlüyüm
Yat lan aşağıya diyorum ona
Ocağıma incir ağacı mı dikmen niyetin?
Avrupa da ki kitap satışlarını sabote etmek mi?

Bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan
Ama zekiyim,
Sadece geceleri izin veriyorum çıkmasına,
Herkes yattıktan sonra
Orada olduğunu biliyorum derim ona,
Kederlenme artık
Sonra yerine koyarım yine
Tamamen ölmesine izin vermiyorum
Ver birlikte uyuyoruz gizli antlaşmamız la
Ve insanı ağlatacak kadar güzel

Ama ben ağlamam
Ya siz?


Güven Serin 

18 Temmuz 2016 Pazartesi

BİLGİ Mİ BUĞDAY MI?


Gâh eserim yeller gibi 
Gâh tozarım yollar gibi 
Gâh akarım seller gibi 
Gel gör beni aşk n'eyledi? 



  BİLGİ Mİ BUĞDAY MI?
-------------------------

  Yunus, buğday için çıktığı yolun kırk yıl süreceğini kim bilebilir di? Günü kurtarmaktı; köyüne buğday getirmekti tek derdi. Ve düşüncenin, sorgulamanın, insan iradesinin arayışı galip geldi; bilginin; sevginin peşinde koştu; tam kırk yıl; bugün birçok insanın kırk dakika; kırk saniye sabredemeyeceği bir yaşam süreci; yüzyıllara yayılan ebedi bir dalga, seslenişe, yaşam felsefesine dönüştü Yunus.

 İşte bu yüzden; bükülen belin, hastayken sorulan halin selamını zamanlar ötesine; yani tüm zamanlara taşır Yunus; bizi soranlara Selam Olsun; der kıtlığa düşmüş, sevgiye susamış, beli bükülmüş, hastalanmış insanoğlunun girdabına bir serinlik, hoşluk, uyanış adına
;selam olsun…



Güven Serin  

13 Temmuz 2016 Çarşamba

YEDİĞİN NANELERİ GİZLEME


Zamanlar arasına,isterseniz boyutlar arası
diyin; kendi zamanında ki gibi sızan
sanatçı;ne görüyor,ne hissediyorsa...

YEDİĞİN NANELERİ GİZLEME

  Nane bir bitki çeşidi olduğu halde; hoş, ferahlatıcı kokusu, sadece rahatlamaya değil, öteden beri, ulustan ulusa geçen özdeyişlere de konu olmuş.

 Ne nane yediğini biliyorum! Bir kişiye bunu dediğiniz zaman; o kişi de yakın zaman içinde bir nane yeme işine germişse; size korku, şüpheyle bakar. Acaba; ne kadarını biliyor! İçinizde yanma, midenizde bulanma, yüzünüzde; o aydınlık mübarek suratta kararma başlar.

  Belli ki bu NANE işi, insanlığın toplum olmaya başladıkları zamanlardan kalma. Romalı şair Catullus günümüzden çok önce; yaklaşık 2100 yıl önce yazdığı şiirlerle, o güne bir tarihçi gibi dikkat çekiyor.

 Catullus öyle sivri dilli ki, sevdiklerini yüceltmek için beklerken, sevmediklerine demediğini de bırakmıyor.

 Bir dostuna yazdığı bir şiir, sanki dün yazılmış gibi; fırından çıkan taze ekmeğin kokusu, sıcaklığı kadar yakın ve hissiyatımızı harekete geçirmeye yetiyor.

  Catullus Flavius’a sitem ediyor. Hem de şairini, edebi gücün bütün samimiyetiyle; yediği naneleri olduğu gibi göz önüne sererek;

Can atardın anlatmak için
Flavius, oynaşmalarını Catullus’a,
Tatsız, tuzsuz kaba saba bir şey olmadıkça,
Susmak da bilmezdin.

 Şiirin gücüne tam olarak ne erişebilir ki dostlarım? Sadeliği, samimiyetiyle buluştuğu zaman; zamanlar ötesine; hem kendi zamanına, hem bu zamana ve hem de yarınlara ait olmuyor mu?

 Flavius, şairimizin arkadaşı. Belli ki şairini dediği gibi oynaşmaları da seviyor. Ama bir başka şeyi de seviyor; oynaşmalar, kaba saba bir duruma gelince arkadaşına duyurmak istemiyor. Bu düşünce, yaşam tarzı; arkadaşlık ilişkileri bugün de önemini korumuyor mu?

 Kaç ciddi adam, kadın içinde ki duygu, yaşam akışını anlatmak ister de orasına burasına hiç durmadan makyaj yaparak kulaktan kulağa fısıldamak ister. Bu fısıltılar güzel olan bir esere yolculuğu anlatırken, aynı zamanda Catullus gibi şair arkadaşınız varsa, o günün toplumsal, sosyolojik vakalarını da gün yüzüne çıkartıyor.

 Bu yüzden Catullus’u çok önemli buluyorum. Hatta başucu kitabı olarak vurgulamak isterim!

 Catullus’un seslenişi; yani şiiri devam eder; dostu Flavius adına;

Ancak, şimdi, bilmem ki,
Sevdiğin ne biçim ateşli yosma;
Söylemekten utanç duyuyorsun belki.
Bas bas bağırıyor yatağın oysa
Geceleri yalnız geçirmediğini,
Suriye zeytini kokusu saçarak
Çiçekli çelenklerin yanı sıra
Öyle sessiz durmasına bakma,
Ele verir seni
İki baş yeri yapmış yastık.

 Dostlarım; şiirin derin gücüne, rehberliğine dönüp dönüp bakmanızı istiyorum. Bugünün moda olan Yaşam Koçluğu yapmıyor mu? Aynı zamanda oynaşmaları gizleyenlerin; yani nane yiyenleri de usulca uyarmıyor mu?

 Bu durumda, fazla gürültü yapmadan; yani o meşhur hoca gibi; yorgan bile oynamayacak… Bir de yataktan kalkınca iki baş izinden birisi kaybedilecek; şairler böyle açığa çıkartır insanı; 2100 yıl sonra bile Catullus’un dostu Flavius’un yediği nanelere gülümsüyorum; sanırım sizde!

 Şairimiz şiirine devam ederken, daha sert, daha uyarıcı;

Hiç mi hiç işe yaramaz
Yediğin naneleri gizlemen
Neden mi? Dolaşamazsın böyle
Derin kasığına yapışık,
Kadınlarla düşüp kalkmaktan,
Densizlikler yapmasan.
Bana durumu söyle,
İyi, kötü, nasılsa,
Göklere çıkarmak istiyorum
Seni, sevgilerini
Güzel dizeler içinde

 Dostun böylesi; herkes başına... Bağırıyor, çağırıyor, uyarıyor ama iyi de yapsan, kötü de benim dostumsun Flavius diyor…

 Flavius ne kadar şanslı. Geride iz bırakmak, kuşaktan kuşağa anılmak için ne kahramanlıklar, saraylar, savaşlar yaptı nice komutan. Ama çoğu yağmalanan, talan edilen eşyalar, yaşamlar gibi zamanın eskitmesine, çürütmesine karşı duramadı.

 Zaman dediğimiz mübarek şey; iyi bir sanat oldu mu; önünde eğiliyor; kısacası iyi bir şey, kendi başının çaresine bakıyor; dediği gibi şairin…

 Güven Serin 




9 Temmuz 2016 Cumartesi

BENİM DAVAM HİÇLİKTİR


Kamera; Güven

ERDEK-BALIKESİR


                                      BENİM DAVAM HİÇLİKTİR


Zamanın; yani yaşadığımız anın hemen kıyısından, belki çok ötelerden bir şiir dizesiyle selam veriyor Horatius;

  Neden yoruyorsun zayıf ruhunu?
  Sonu gelmez planlarla.

  İç savaşların yaşandığı bir dünyada; günümüzden 2000 yıl önce Horatius; şarabın süzülüşünü; damla damla içilmesini şiirsel bir dille anlatıyor:

  Bilge ol, süz şarabı damla damla.
Bu kısa ömre bel bağlama kısa umutlarla.
  Daha biz konuşurken bile geçip gitmiş olacak kıskanç zaman.
Yaşa doya doya gününü, olabileceğince az güven yarına.

  Bunları demek kolay da uygulamak zor olan… Tam da burada devreye insanın zanaatkâr yanı girmez mi? Yaşama nasıl tutunduğumuzu, ebedi bir dünya içinde; hiçbir birikimin sonsuz bir saklama girdabı içinde kalamayacağını bilmemize rağmen; günün ve gecenin içine taşıdıklarımızı kâğıda döksek; inanamayız.

 Tam da burada girer devreye Alman şair Goethe;

  “ Ben davamı hiçliğe yerleştirdim.” Soracak olursak; hangi hiçlik dersek; yine başka bir Alman filozof Arthur Schopenhauer cevap vermek ister;

İnsanın olası tüm isteklerinden kurtulup, çıplak, yalın var oluşa geri döndüğünde, insan mutluluğunun temelini oluşturan zihinsel huzura ulaşacağını; böylece şimdiki zamanın keyfini çıkartmak bakmak gerektiğinin üzerinde durur.

 Hem de sımsıkı bir duruş… Sözüm, kendini akıntıya bırakanlara-bırakmışlara değil elbet… Belki de iyi yüzücüdürler…

  Belki de doğanın esas ayıklaması, insanın bol olmasıyla, kıt olana dönüşüm, evrimin başka bir aldatma oyunu yaşanıyordur; avareliğin, birbirimizle dalaşmanın kayıp zamanlarını; bize verilen yaşamı yaşarken öldürme işiyle uğraşmanın rüzgârına kapılmayı, onur, namus ve evrenin yasası olarak kabul ediyoruz.

  Ama bunu böyle kabul etmeyenler de var. Yani hiçliğin ne anlama geldiğini anlamak ve anlatmak üzere bir ömür harcayan Schopenhauer;

  “ Öncelikle, her toplum zorunlu olarak karşılıklı bir uyum sağlama ve sıcaklık gerektirir; bu yüzden, ne denli büyük olursa, o denli yavanlaşır. İnsan sadece yalnız olabildiği sürece, bütünüyle kendisi olur; demek ki, yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevmez; çünkü insan ancak yalnız olduğunda özgürdür.

  Zorlama, her toplumun ayrılmaz arkadaşıdır ve her toplum, insanın kendi bireyselliği ne denli önemliyse o denli ağır gelen fedakârlıklar ister.”

  Filozof bugün toplumsal yaramıza, sanki birkaç yüz yıl önceki anın tazeliğinde hiçbir zaman değişmeyecek insan ilişkileri yönüyle can alıcı bir sunum yapıyor;

 “ Toplum sinsidir; Oyalama, haber, dostluk hassı, görüntüsü altında, büyük, çoğun iflah olmaz kötülükler gizler.

  Gençliğin başlıca eğitim konularından birisi, yalnızlığa katlanmayı öğrenmek olmalıdır; çünkü yalnızlık, mutluluğun ve içsel huzurun bir kaynağıdır.

  Üstelik bir insan kendinde ne çok şeye sahip olursa başkaları onun için o kadar az şey ifade eder.”

 Bugünün gençliği bu uygulamaya kulak vermişçesine kendi odalarına sıkça kapanıyorlar. Bizler onların yalnız kaldığını, yalnızlığın kendi kendine yetme sanatını öğrendiğini sanıyorsak aldanıyoruz. Çünkü sosyal medya denilen büyük icat, sonsuz sayıda insan görünümünde ki elektronik canlılar; hem varlar, hem de yoklar…

 Sosyal medyada şu haberi gördüm. Facebook sayfasında artık olmayacağını anlatıyor genç insan. Katılmış olduğu cenazede on kişinin oluşu ona çok dokunmuş. Oysa sosyal medyada binlerce arkadaşı varmış. Sanırım, yaşamın içine girme adına, interneti reddediyor.

 Hâlbuki değişen zamanın, değişen koşullarına yine uyum sağlayacak olan insandır. Esas olan o şey; on ince perhiz olayıdır yaşamın her devrimini anlamlı kılan. Ancak o zaman uyum sağlarız; tıpkı bir bardak su içince susuzluğunu giderdiğini söyleyen mide hücrelerinin beyni uyarmasına benzer; bilginin, görgünün ve sezgilerin uyarması; beslenmek ve bazen değerli yalnızlıklar ister.

 Filozof yalnızlığı zamanında sevip onla dost olmayı bir altın damarı bulmuş olmakla bir tutar

 St. Pierre ise; “ Beslenme perhizi bizi bedensel açıdan sağlıklı yapar, insanlarla ilişkide perhiz ruhumuza huzur verir.”

 Güven serin