7 Ocak 2025 Salı

ARZUHALCİ HASAN DAYI

 


                       ARZUHALCİ HASAN DAYI’NIN KÖŞESİ HEP BOŞ

   Arzuhalci Hasan Dayı bu dünyadan ayrılalı neredeyse otuz yıl olmuş. Kamudan (ADLİYE) emekli olunca, dilekçe yazmaya başlamıştı. Orta Cami’nin Mimar Sinan Caddesi köşeciğinde, büyük bir disiplin içinde kendince görev bellediği dilekçe yazma işini en iyi şekilde yapardı. Eski bir daktilosu, ahşap bir masa ve sandalyesi, taş cami köşesi, onun her yanı açık ve bilinen mekânıydı.

   O’na gidenlerin çoğu onu tanıyan insanlardı. Dilekçeye ihtiyacı olanların ister parası olsun, ister olmasın; Hasan Dayı seferberlik emri almış bir asker gibi, bildiği, inandığı davanın şaşmaz neferi gibiydi.

   Tekirdağ günü, geceye doğru ilerlemeye başladığı akşamüstü işini bitirir, Hükümet Caddesi, Peştemalcı Caddeleri esnaflarıyla selamlaşarak evinin olduğu yere dönerdi. Evi, Tintinpınar Caddesi kuzey yönü Çeşme Sokak üzerindeydi. Yanılmıyorsam 2–3 katlı bir ahşap ev. Karısına sormadan köşede bulunan markete uğramazdı.

  Yorgun ama bir o kadar zafer kazanmış bir kumandan gibi girerdi marketten içeriye. Selamı o daha içeriye girmeden alınır, alacağı bir ekmek ve küçük bir yoğur siparişi vermeden önce, tarihin, milli şuurun içine girer; Mustafa Kemal ATATÜRK ve Cumhuriyet sevdası tüten ruhundan dökülen sözcükler neredeyse 15–20 dakika sürerdi.

   Bu konuşmalarda, bir yerde söylevlerde neler yoktu ki; Plevne Savunması, Büyük kahraman Gazi Osman Paşa, Namık Kemal, Selanik, Sofya, Gelibolu Anafartalar, Arıburnu’dan Kurtuluş Savaşı ve hiçbir zaman eksik olmayan o dâhinin ismi ve anıları Mustafa Kemal Atatürk, zamanları sanki daha yeni yaşanmış gibi taze ve duygulu anlatırdı.

    Ses tonu anlattığı olayın önemine göre kimi sıradan ve nazik, kimi de tam da savaş alanında askerlerine “İleri: -Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” felsefesine uygun bir halde kendinden geçerdi.

    Yakın tarihimizi, bir milletin kaderini anlatan öykülerin tam manasıyla, bütün ruhuyla içinde ve yaşıyordu. Bütün tarihi iyice belleğine kazımış, kendini Türk hisseden herkesin sahipleneceği, duygulanacağı biçimde, şiirsel, anıtsal ve destansı bir dille, iyi anlaştığı market sahibiyle paylaşırdı. Akşamüstü telaşı içinde markete gelenler de tiyatro izleyicisi ciddiyeti içinde neredeyse her akşam bu söylevlere şahitlik ederler, tebessüm ve saygıyla Hasan Dayı’ya selam verirlerdi.

   Bazı akşamlar Hasan Dayı sıklıkla dile getirdiği tarihin içinde, sözlerini sonlandırmadan önce Plevne Marşı’nı söyleyerek ayrılırdı. Sanırsınız o orada ve onurlu bir başın, yenilmiş tarafında da olsa, galip bir ruhu ve bedeni taşıyan asil bir milletin evladı, komutanı, ebediyete kadar anılacak bir inanç içinde başlardı söylemeye;

 “ Tuna nehri akmam diyor

  Etrafımı yıkmam diyor

  Tuna nehri akmam diyor

  Etrafımı yıkmam diyor

   Şanı büyük Osman Paşa

  Plevne’den çıkmam diyor

  Düşman Tuna’yı atladı

  Karakolları yokladı

   Osman Paşa’nın kolunda

  Beş bin top birden patladı “

   Mimar Sinan Caddesi üzerinden, Orta Cami’nin köşesinin yakınından ne zaman geçsem; oradaydı Hasan Dayı.

   Gazi Osman Paşa’nın yüce ruhuyla, Mustafa kemal Atatürk sevdasını iyice yoğurmuş Hasan Dayı’nın dimdik duruşu; aba pantolon ve uzun eski pardösü üstünde. Gülümsüyor; başında kasketi, büyük acılar çekmiş bir milletin yürekli evladı olarak…

 Güven SERİN 

 



Hiç yorum yok: