TEL ÖRGÜLER İÇİNDE
BİR ADAM
Günün sona erip, güneşin diğer yarım küreye iyice süzülüp gitmesine en fazla 1 saat var. Kemer Çıralı Yanartaş bölgesine olan yolculuğum bitmiş geri dönüyordum. Sırtımdaki çanta yorulan gün gibi tatlı bir yorgunlukla omuzlarıma dağıtıyordu hissedilen bütün yükleri…
Dönüş yolunu aynı yerden değil de Çıralı’nın arka sokaklarından yapmak istedim. Birbirinden güzel bahçeleri daha yakından izlemek ve o bahçelerin dar yollarında belki de kaybolmak için…
Yanartaş yolundan Çıralı yoluna saptığımda çok geniş bir arazi üzerine kurulu tek katlı evin bahçesinde gördüm; sandalyesine kurulup, yakındaki ağaca asmış olduğu radyoyu dinleyen yaşlı adamı. Canının sıkıntısı bahçenin, hatta Çıralı’nın, Antalya Bey Dağları’nın her tarafına yayılmış gibiydi.
Ekonomik durumu çok iyi olup da Antalya bölgesine, herhangi turistlik doğa harikası olan bir yere gelen, yerleşen çok kişi var. Özellikle İstanbul gibi devasa şehrin gürültüsünden, şamatasından bıkmış olan varlıklı insanlar Çıralı gibi yerleri tercih ediyorlar. Bir yazlık veya otel, pansiyon veya sürekli yaşacakları bir yer satın alarak doğanın, doğallığın içine sokulmak, soluk alıp vermek istiyorlar.
Bilinen ve tecrübe ettiğim bir gerçek; yaşanan yer cennet bile olsa, aynı eylemler içinde kalınıyorsa, o meşhur CAN SIKISI başlar. Kim bilir kaç milyonluk arsası ve evinin yakınında günü geceye bağlamaya çalışan yaşlı adamın düştüğü durum da buydu…
Sesimi duyurmak için birkaç kez seslendim yaşlı adama. Heyecan içinde ayağa kalkıp bulunduğu yerden 15–20 yürüyerek yanıma geldi.
—Yanartaş civarından mı geliyorsun,
deyince;
—Evet, şimdi de otele dönüyorum.
Sizin bahçede kendinizden geçmiş bir halde müzik dinlediğinizi ve yalnız
olduğunuzu görünce tanışmak istedim.
—Hoş geldin. İyi etmişsin.
Gerçekten de hep yalnızım… Buraları yaz olunca kalabalıktan geçilmediği
vakitler de hep yalnızım ben.
Babadan ve anneden kalan büyük miras ve İstanbul yıllarından sonra bir yerde buraya “ Son durak” diyor. Gelinen son durak… Neler yapıyorsun, doğru dürüst bahçen de bakımlı değil, sözlerim karşısında;
—Her şeye bıktım sanki…
Buradaki güneş, dağlar, biraz ötemdeki Akdeniz bile beni heyecanlandırmaya
yetmiyor artık…
Misafire belki de laflayarak biraz da olsa can sıkıntısından uzak kalacak bir yoldaşa verdiği değerden ötürü, konuşurken bile bir yandan az ötede yanan otun ateşinin kenarına çaydanlığı sürdü. Ondan önce de birer kahve içeriz, diyerek kahve hazırlarken diğer ikramlarını çıkarmaya başladı.
Radyodan yayılan türküler, ağır ağır çöken geceye yakışır halde, insan denen canlının kendini yarı gurbette hissettiği bir zamanda daha çok tesir ediyor. Ruh âlim, yalnızlıkla iyice örtülü, bir yerde yaşamın içindeki insanlara yarı küsmüş adamın tesiri altına girer gibi oldu. Eninde sonunda herkesin sokulacağı o büyük evrensel yalnızlık…
Her taraf yemişle, yeşillikle kaplıydı. Kış ayları başlamış olsa bile buradaki yaşam; portakal, mandalina, limon bahçeleri; kendi dinginliğini ve ılıman görüntüsünü yaratmıştı. Hiçbir görüntü adama tesir etmiyordu. Onun ifadelerindeki gibi; zaman çarkı bir türlü geçmiyordu. Çünkü onu sadece zihni ile çevirmeye çalışıyordu.
Bilenler bilir; zaman çarkını; düşünce, zihin gücüyle çevirmeye kalktığınız vakit, Tolstoy’ın anlattığı zamansızlığa yaklaşabilir ve o zamansızlığın içinde kaybolabilirsiniz…
Tel örgüler içinde bir yerde kendini hapsetmiş, neredeyse bütün canlılardan uzak kalmayı terci eden, zorunlu olmadıkça hiçbir yere gitmeyen adam; yıllar önce okuduğum efsanedeki gibi, ölümsüzlük ile cezalandırılmış bir kralın durumuna düşmüş gibiydi. En sonunda kral, ölmek için yalvarıyordu; inandığı yaratıcı güçlere…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder