30 Kasım 2019 Cumartesi

GİTMEK LAZIM




                                          GİTMEK LAZIM


İş acele
  Gitmek lazım…
Hafiften yağmur yağıyor
İş acele
  Gitmek lazım...
İş acele
   Gitmek lazım…
Hafiften yağmur yağıyor
İş acele
   Gitmek lazım…

Güven Serin 

28 Kasım 2019 Perşembe

GORİOT BABA






                    GORİOT BABA


   Honore De Balzac’ın önemli bir eseridir Goriot Baba. Babalık sınırlarını sonuna kadar zorlayan, her okunuşunda içinizde bir şeylerin yer değiştireceği yaşam ve yaşama biçimleri…

  Bazı insanlar; Goriot Baba gibileri kendilerini evlatlarına adarlar. Balzac ömründe hiç baba olmasa bile, babalığın sınırlarını zorlayan, iç dünyamızı titretecek kadar babalık hissettirmiştir bu eserinde. Bu yapıtı tekrar okuma cesareti gösterirseniz, “Bu kadar da olur mu?” sorusuyla karşılaşacak, içinizdeki bazı organların ezildiğini fark edeceksiniz.

  Şefkatin çok fazla olanını yaşayanlardan birisiyim. Gülsüm ninem sayesinde şefkatin sınırları zorlanmış bir çocukluk yaşadım. Masalların, şımarma ve bitmek bilmez isteklerin çocuğunu, onun kahrını sonuna kadar çeken bir kadının kucağında, sırtında büyüdüm. Ya sonra? Olgunlaşmak için attığım her adımda verilen fazla şefkatin zararıyla karşı karşıya kaldım. Alınganlığım artmış, tahammül sınırım zedelenmiş, isteklerim karşılanmadığı zaman, dayanılmaz bir insan olmam kaçınılmazdı…

  Nineme olan büyük sevgimi anıtsal bir bağlılık içerisinde her an anıyorken, fazladan alınan her türlü övgünün, şefkatin, sevginin çok ciddi bedeller ödeteceğini yaşayan bir insan olarak Goriot Baba’yı yıllar sonra ikinciye okudum. Neyle yüzleşeceğimi biliyorsam da, yine yüzleşme zorlukları yaşadım… Kitabın bir an önce bitmesini isterken, içimde kopan fırtınaların, yerle bir olan ovaların su baskınlarına maruz kaldım…

  Edebiyatın yüceliği buradan gelir. İnsanın hücrelerine kadar ulaşacak iletişim biçimi olmanın yanında, yol yakınken sizi uyarır. Geri dönmenizi ister. Sevginizi, nefretinizi denetlemenizi yardımcı olur. Daha iyi bir insan olmanın yanında daha huzurlu bir canlıya dönüşürsünüz; ölümlü ama huzurlu bir yolcu…

  Goriot Baba’nın ana felsefesi; “Babalar, çocukları yaşadığı sürece yaşamalıdır.” Arzusu, isteği, sevgisi üzerine kuruludur. Doğanın doğal akışına ters düşse de Goriot Baba’nın akıl almaz evlat sevgisine ters düşmez. Karısının erken yaşta ölmesi, kızlarına sarılarak yaşanacak bir hayatın, en hakiki çalışkanlık, verimlilik halinden en miskin, düşkün ve yoksul hale kadar ulaşması…

  Büyük eserler böyledir; Goriot Baba gibi okununca, sarsıntıları yıllarca devam eder. İçinizde dolaşan Goriot felsefesi, acınacak bir insan olmaktan öte imrenilecek bir deli, yeryüzünü değiştirecek bir öncü gibidir. Ulaşılır olanın ulaşılmazlığı içinde bütün övgüleri ve sövgüleri hak eder…

  Bu eserin içinizi deşmesine izin verirseniz, dengelenme yolunda üşenmeden yolculuk yaparsanız eninde sonunda doğal olan akışa, huzurlu sükunete sahip olacaksınız. Kartaca veya Truva Harabeleri üzerinde dolaşan Romalı komutanların gururu; kalıcılığı değil geçiciliği anlatır. Büyük İskender’in Perslerin başkenti Persepolis’i yerle bir ederken duyduğu büyük sancı da öyle… Barbarların dünyasını sonlandırmaya gelip de en büyük barbarlığı yapanlar onmaz, onarılmaz hastalıklara kapılırlar…

  Goriot Baba da bu hastalığa kapılmış olanlardandır. Her şeyi; kazandığı her şeyi, kızlarının rahatlığı, lüks yaşamı için hiç çekinmeden her kuruşunu harcayan, sevginin sınırlarını, uzaysal bir alana taşıyan büyük bir hastalık içinde, son anında bile kızlarının ismini sayıklayan ulaşılmaz bir kahraman…

  Goriot Baba’ın tek derdi kızlarını görmektir. Oysa onlar lüks saltanatın tarafına çoktan geçmişler, paraya ihtiyacı oldukları an kapısını çalıyorlar. Göstermelik “Babacığım” seslenişleri Goriot Baba’nın bedeninden öte ruhunu dahi eritiyordu. Bu anın yansımalarını şöyle anlatıyor;

 “ Beybaba dediler mi donup kalıyorum; ama ‘Babacığım’ diye seslendiler mi, hâla küçüklermiş gibi geliyor bana, bütün hatıralarım gözümde canlanıyor, onların daha çok babaları oluyorum. Hâla kimsenin olmadıklarını sanıyorum.” Bütün bu sözcükler biterken; Goriot Babanın gözlerinden yaşlar akıyordu…

  Sevgi çok değerli bir duygu… Şartları, koşulları, dayatmaları yoksa özümüzün içinden süzülerek geliyor, aklın ve iradenin bütün korumalarını da kaldırmamışsa; sonsuza uzanan bir öykü yazılmaya başlar; sevginin, sevgilinin, duyarlılığın, nezaketin; insana dair hikâyeleri…

  Goriot Baba, sığınmış olduğu pansiyonun kirli, paslı, rutubetlen odasında kızları için atan yüreğin seslenişiyle şu cümleleri sarf ediyor; “ Onlar eğleniyorsa, mutlu oluyorsa, şık giyiniyorsa, halılar üstüne yürüyorlarsa, ben üstüme ne giymişim, yattığım yer nasılmış, bunun ne önemi var? Onlar ısınıyorsa, ben hiç üşümem!”

  Goriot Baba, yüce bir sevginin en saf halidir. İlaç niyetine asla tavsiye edilmez… Goriot Baba’nın kurban oluşu sadece kızlarına değil, sevginin sınırsızlığının da sınırlı olması gerektiğini anlamaktır amacı… Sefil duruma düşmeden de sevip sevileceğinin gösterisinin karşılığıdır bu eser…


Güven SERİN 

25 Kasım 2019 Pazartesi

ÖLMEMİŞ HATIRALAR,YEPYENİ DOSTLUKLAR

Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi

Geldim işte mevsim gibi kapına.
Gözlerimde bulut,saçlarımda çiğ.

20 Kasım 2019 Çarşamba

İNSAN NEDİR ŞİMDİ BİLDİM




                                        İNSAN NEDİR ŞİMDİ BİLDİM



  Zordur insanın “İnsanlık” zanaati… Zordur bu zanaat-tan diğerine “Sanat” tarafına ulaşmak… Hepimizin zaafları, kalıplaşmış alışkanlıkları “Delikanlı” (!) karakteri dururken bildiğimizi okuruz pişmanlığın binini yaşarken…

   Bir türlü hak ettiği önemi görmeyen “Edebiyat”,”Tiyatro”, “ Opera” kavgalarımızın da yakın zamanda bitmeyeceğinin kabalığıyla yaşam süreçlerini, elimizdeki bir yudum “Yaşam Hakkını” boşa akan sular gibi tüketiyoruz; yaşamın gözlerinin içine, göz bebeklerine baka baka…

  Bir şiir, bir edebi eser, tiyatro, opera, destan hiç umulmadık etkiyi yapar.”Hazırlık tamam” der, bedeni ve ruhu oluşturan milyar sayıdaki hücrelere. İnsanı, insanlığa belki bir parça yaklaştıracak uyarıların akıl ve gönül yoluyla vücuda yayılması sağlıklı bir inanç ve inanma içinde olur. İlahi inanç da böyle bir şeydir; yürek ve akılla yaklaşıldığı an; merhametin, şefkatin, nezaketin, hoşgörünün yüceliğiyle dolar taşarsınız…

  Yahya Kemal Beyatlı, belki de tüm zamanlara kalacak bir hatırlatma, belki bir rica da bulunuyor “Sonbahar” şiiriyle:

“ Fâni ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, perişan olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
Günler hazinleşir, geçeler uhrevileşir;
Eskilerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.”

 Bu çalışmanın merkezinde olan edebi dünyanın derinliğini hiçbir mühendis ölçemez. Hasan Hali Yücel’in Bakanlığı sırasında Türk okuruna, ruhlarımızın biraz daha insanı anlamasına katkı verecek: Dünya Klasiklerinden birkaç yazar, âlim veya şair tanımak, onları anlamak bile  “ Şimdi Bilmek” adına insanı, bir esinti, tatlı bir huzur yakalamak mümkündür.

 Bu klasiklerin en önemli yazarlardan birisidir Honore De Balzac. Sözcüklerdeki insanüstü gezinti, birkaç dakika içinde öfke, gözyaşı, hoşgörü yaşamanıza, ruhunuzu hissetmenize, kaypaklaşan, düzene uymaya çalışan insan halinize çeki düzen vermek için tekrar bir şans verir.

  Balzac’ın MUTLAK PEŞİNDE romanındaki baş karakter Balthazar’a duyacağınız öfkenin haddi hesabı olmayacaktır. Aynı zamanda saygının, edebi uyarının ilahi bir güce dönüşüp yakınınıza kadar gelişinin ayrıcalığı 210 sayfalık kitabın içinde duruyordur. İnsanlığın durduğu sürece duracak yapıtlardır bunlar…

  Balthazar gibi nice insanımız vardır kadim ülkemizde, uçsuz bucaksız hikâyeleri olan diyarlarımızda. Yiyip bitirirler yaşamları, malları, mülkleri ve neşeleri. Hiçbirisini anlatacak değerli bir edebi düşünce olmayınca, bir hiçliğin kara deliğine uçup giderler; lanetlenerek veya çok çabuk unutularak…

  “Şan, şöhret ölülerin güneşidir; yaşarken her büyük adam gibi sen de mutsuz olacaksın, çocuklarının parasını yiyip bitireceksin.” Bu eserin sayfalarında okumaktan öte bir şey bulmak için gezinip, oraya; size ait olanı almaya geldiyseniz; Bir kadın, bir erkek ve bir kız bulacaksınız. Onların karakterlerinde, felsefelerinde tüm insanlığın ihtiyacı olan mirası kendi mirasınıza katmanıza; onur duyarak izin vereceklerdir…

“İnsan, insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerdi
Ben can nedir şimdi bildim.”

Muhyiddin Abdal’ın şiiri, Fazıl Say’ın bestesi; insanı bir başka şekilde arayanların sesleri yayılıyor tüm kâinata, insana ait kavgaları bitirmiş bir halde, ağırlıksız olmanın huzuru içinde…


 Güven SERİN 




18 Kasım 2019 Pazartesi

EĞRİSİYLE DOĞRUSUYLA GÜNEŞ KAFKASYA...


Kamera; Güven  ERMENİ ANA HEYKELİ
Başkent; Erivan (Yerevan)

"Ana"bu diyarlarda bir mit haline dönüşmüş...Haklı
bir sürü nedenleri var...Aynı heykel;Gürcistan Tiflis'de bir
başka şekilde oranın simgesi; Gürcü Ana,olarak biliniyor...



Erivan-Aziz Krikor Lusavoriç Katedrali...


Erivan-Ermenistan-Cumhuriyet Meydanı



Erivan-SANAT MÜZESİ

Rehberim Ruben ve ben...


ERVAN-SANAT MÜZESİ



Erivan (Yerevan) ERMENİSTAN



Sağımda; rehberim Ruben
Solumda dedesi Konya Akşehir'den
göç etmiş Ara (Ressam) gönlü
aynı Anadolu insanı gibi,
o diyarda bana bir kahve teklif
eden tek insan; orada yaşayan
Türkler hariç...Teşekkürler Ara...


ERİVAN -S.ASTVATSİN KİLİSESİ


Erivan-Tiflsi arası yolculukta minibüsün şoförleri;

Sağımda Ermeni Zekerya ve Yezidi;Cemali ve
bir Türk;bilinen koşullardan öte...


TİFLİS-OPERA ve TİYATRO 


Gürcistan'ın eski başkenti olan bölge,
şimdi UNESCO tarafından korunuyor.

Aziz Krikor Lusavoriç KATEDRALİ  


Kadim Başkent...GÜRCİSTAN 


Gürcistan-TİFLİS 

Jvaris Mama Church Kilise Papazı
Tavmas Chokheli isimli bu Papaz,
aynı zamanda çocuklar için ninniler besteliyor.
Kutladım kendisini...



Tiflis'in güzel meydanlardan bir tanesi daha



Batum'da tanıştığım bir Türk esnaf..
Cihan Baraka;Lokantası ve un değirmeni var...



BATUM


Başkent Tiflis;Eski Parlamento Binası 


TİFLİS



Tiflis;bu mekan Linvelli isimli bir kadına aitti.Ölmeden
önce son isteği,yaşadığı bu yerin tüm eşyalarıyla 
birlikte korunması,kollanmasıdır...Şimdi bu istek
yerine getiriliyor;bir sığınma,dinlenme,kahve içilecek
huzur yakalanacak,kitap okunacak bir yer...


Eski Başkent;kadim diyarlar; Mtsheta...


Eski Tiflis yakınlarında Şio-Mğvime MANASTIRI

Doğanın koynuna gizlenmiş bir yer...Bu bölgeyi
çok sevdim.Fakat,Geveze bir Keşiş de burada yaşıyor.
Bana hiç güven vermedi...


Şio-Mğvime Manastırı...








































11 Kasım 2019 Pazartesi

İNSANCILLIK RUHU






                       İNSANCILLIK RUHU


  Hümanizma için dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in o günün imkânlarıyla Türkçeye çevirdikleri dünya klasiklerinin ilk yaprağında, Bakan Hasan Ali Yücel’in şu sözleri bulunur;

  “ Hümanizma ruhunun ilk anlayışı ve duyuş merhalesi, insanın varlığının en somut (müşahhas ) şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar.”

  Fransa edebiyatından o günün şartlarında günümüze aktarılan yazarlardan birisi de Honore De Balzac’dır. Balzac’ın Mutlak Peşinde eseri de bir başka insancıllık örneğinin karşılığı olarak, Madam Delannoy’a adanmıştır. Günümüzden 180 yıl önce bu eserin başlığında Balzac’ın şu satırlarını paylaşmak isterim;

“ Madam, umarım Tanrı bu yapıtı benden uzun ömürlü kılar. Böylece size karşı duyduğum-ve bana gösterdiğiniz o,”Ana “sevgisine benzer sevgiden aşağı kalmayacağını umduğum-gönül borcu, duygularımız içinde önceden biçilen vadenin ötesinde ve varlığını sürdürür. Eğer yüreğin ömrünün, yapıtlarımızın yaşamıyla uzadığını kesin olarak bilseydik, bu yüce ayrıcalık, ona erişme tutkusuna kapılmış insanların bu uğurdu çektiği tüm sıkıntıları unutturmaya yeterdi. Öyleyse yeniliyorum: Umarım dileğimi yerine getirir Tanrı! “

   Bir esere dâhil olmak ve bir sanatçının sevgisini kazanmış olmak; edebi anlatma bir başka yolun yolcusu olmaya koyulmak anlamını da taşıyor. Bizim varlığımızı oluşturan ömrün sonu gelse bile, eseri oluşturan sanatçının yakarışı, ebedi bir sevgi ve hatırlayıştan başka bir şey değildir… Eğer ruhlar diyarı diye bir yer varsa, tekrarlanan bu yakarış, bizlerin eliyle de evrene bırakılmaya devam etmesinin en güzel karşılığı, bu canlıların yaşamlarındaki sevginin ödülü olarak evrene bırakılmaya devam ediliyor.

  Zamanlar arası gezimi bugüne taşımak istiyorum. Bir başka insancıllık-hümanizma peşinde koşan, icatlarda bulunan bir kadından; Canan Dağdeviren’den söz etmek istiyorum. Fizik okumak istediğinde “ Bu işi yapapazsın; fizik erkek işi diyenlerin karşısında durup, yoluna devam etmiş bir insan Canan Dağdeviren…

 Canan Dağdeviren; Türk bilim insanı olmanın yanında, ABD’deki Harvard Üniversitesi’nin Genç Akademi üyeliğine seçilen ilk Türk bilim insanıdır. Kendisinden söz edilmesinin sebebi ise icatlarıdır.

  Ruhunu ve bedenini kaplayan hümanizma ve bilim sevgisi;28 yaşında hiç bitmeyen kalp pilini icat etmesiyle dikkatleri çekti. Kalp pili icat etmesinin ana sebebi; hiç tanımadığı dedesinin kalp krizinden ölmesi ve onda oluşmuş dinmeyen dede sevgisinin de bir parçası ve aynı zamanda başka insanların dedelerinin, babalarının, ninelerinin, annelerinin de erken yaşlarda ölmemesi üzerine mayalanmıştır. ALS hastası Stephen Hawking ile tanıştıktan sonra Parkinson hastalarının hayatını kolaylaştıracak bir beyin iğnesi yaptı.(Parkinson’la mücadelede kullanılan ilaçların direkt olarak beyne enjekte edilmesini sağlayan bu iğne, hastaların koordinasyon bozukluklarının tedavisinde kullanılacak. Teyzesini meme kanserinden kaybetmeden önce teyzesine bir söz verdi; “Elektronik sutyen yapacağım” En ufak hücre bozulması gözlemlendiğinde sutyen uyarı verebilecek…

  İnsancıllık böyle bir şey! Hangi dalda-meslekte yer bulursa bulsun, almak istediği yol; ticaretten çok öte giden, uçsuz bucaksızlığa uzanan bir yoldur. Bazen avukat, bazen doktor, kimi zaman; yazar ve şair olarak karşımıza çıkar… Her mesleğe sızmış, evrimin ve evrenin bir parçası olmuştur. Çok cahil, çok geri kalmış insanlar veya topluluklar dediğimiz yerlerde bile fazlasıyla bulunur; hümanizma…

    Hele bir de, bilimle, edebiyatla, sanatla, felsefeyle beslenmeye görsün; zamanlar, kıtalar, diller, dinler, milletler arasına kök salmanın yüksek onurunu, şanlı neşesini yaşar ve yaşatır…


Güven Serin 

8 Kasım 2019 Cuma

SEVME BİÇİMLERİ



SEVME BİÇİMLERİ
-----------------------------------------

  Sevmek: “aşk” üzerine kim bilir kaç şiir yazılıp beste yapılıp şarkılar söylendi! Ucu bucağı olmadığını düşünüyorum…


    Edebi bir eserde şu sözcükleri okudum: ” Seni seviyorum.”, “ Diğer varlığa, kendisini açması için şefkatli ve korkunç bir rica. Kabul edilmek rica, kendi benliğinin şefkatli ve korkunç sunumu!”

   Gel de allak bullak olma! Sınırları zorlayan, bildik övgüleri, anlı şanlı sözleri yerle bir eden bir düşünce… Nasıl yorumlayacağız? Altından nasıl kalkacağız? Herkesin tutunduğu bir “SEVME BİÇİMİ” varken; hangi sözcüklerle nazikçe bu felsefeyi alt edeceğiz? Yoksa “Doğruluk payı vardır” düşüncesi üzerinde de biraz eşelenme zamanı geldi mi?

   Tamamlanmamış sevgilerin destansı güzelliği kadar kulağa hoş gelen sevme biçimleri yoktur. Kerem ile Aslı'nın, Tahir ile Zühre'nin, Ferhat ile Şirin’in; birbiriyle kavga etmek gibi lüksleri yoktu. Çünkü hiçbir zaman bir arada olmadılar. Olamadılar… Dokunup koklayamadığı sevdanın büyüsü; destansı bir esere dönüşüyor. Edebi dünya, çekilen eziyetin karşılığı olarak bu tür sevgi ve sevme biçimlerini koruma altına alıyor.

  Her türlü sevgi sözcüğünü; oyuncu kabiliyeti içinde gösteren, sevgi üzerine inanılmaz eğlenceli zamanlar geçiren sevgililere ne demeli? Ayrılınca, bir başka bedene ait olacağını düşündükleri diğer bedene yapmadıklarını bırakmazlar! Bu nasıl bir sevme biçimidir? Diye sorgulamak; ancak sınırları zorlayan uygar dünyanın işi olmalı!

  İnsanın sosyolojik yolculuğu yüzyıllardır beklemiş olmanın can sıkıntısı nedeniyle çok hızlı değişime zorlanıyor. Çılgınlar gibi sevme, tüketim biçimleri yan yana… Peki, ama bu iş süratlen-dikçe saf ve sade olana nasıl dokunacağız? Karşılığını almayacağını bile bile seven insanların sevme biçimlerini nereye koyacağız?

  Saf olan sevgi dedim de; sanırım epey süzülme gerektiriyor. Yeraltı sularının damıtılmış hali gibi; bir sürü katmandan geçmesi gerekiyor. Bir belgeselde eşi, paraşüt sporu yaparken ölmüş bir kadına yer veriliyor. Eşinin bu riskli spora karşı olan ilgisine saygı duyduğu için izin verdiğini. İzin vermeseydi her anının mutsuz geçeceğini, düşündüğü için,”Sevdiği işi yaparken öldü”; kabullenişi o kadar duru ki, insanın içi yerinden oynuyor.

  Okuduğum edebi eserde sevme üzerine söylenen son sözcükler şöyle devam ediyor; “ Seni seviyorum. Geçmişin köleliği ile geleceğin köleliği arasındaki özgürlük ânı.” Gel de bu işe anlam yükle. Anlamaya çalış…

   Dış dünyayı, sınırları zorlayan edebi, felsefi ve pratik dünyayı görüp tanıdıkça ne çok şey var; bize dair… Kendi yabancılığımızın, yabanıl bir hayvandan farklı olmadığımızın köhnemiş hali çıkıyor ortaya; usul usul…

 Güven Serin