TAŞ
YERİNDE AĞIRDIR
( Yalnızlık, Düşüncenin Tapınağı )
Kim bilir kaç yüz, bin yıl önce toplumların yaşam tecrübelerinden süzülerek gün yüzüne çıkmıştır atasözleri? Sanıyorum bugüne katacakları bir şey kalmadı, yepyeni bir dönüşüm toplumsal yaşam tarzları 21.yüzyılın dünyasına damgasını vuracak gibi…
Herkes kendi tapınağını, eşsiz yalnızlığını kovalama peşinde. En kalabalık şehirlerde, en lüks yerleşim ve eğlence yerlerinde bile bir yandan birilerinin “Beğenme” onaylama dokunuşlarına muhtaç halde; bedenlerimizle birlikte ruhlarımız bile şaşkın neşenin, eğlencenin burgacına tutulmuş gibi; “ Ben buradayım! Ben yaşıyorum! Ben canlıyım!” diye bağırıyor ama sesini, sesimizi duyuramıyoruz…
Kadın kuaförü olarak tanıdığım beyefendiyi otobüs durağında görüp selam verdim. Çok dalgındı; selam veren kişiyi-bana iyice, dikkatlice baktıktan sonra selama karşılık selam verdi. Birkaç yıldan bu yana işyerini kapamıştı. Sanıyordum ki artık emekliliğin tadını çıkartacak. Meğer İngiltere’ye yerleşmiş. Şaşırdım, duyunca.
—Artık orada mı yaşayacaksın?
Sorusuna:
—Fransa’da da olabilir. Orada
küçük oğlum kalıyor. Bir evimizde orada var.
—İngiltere’de rahat mısın?
—Dört saat çalışıyorum.
Kazancımız fazlasıyla yetiyor. Oradaki yaşam, huzur, planlama ve şehirlerin
altyapısı çok iyi. Ama daha çok Fransa’da yaşamayı düşünüyorum.
Görünen o ki, yetenekli insanlarımız tıpkı doktorlarımız gibi bir bir Avrupa şehirlerinin yollarını tutuyorlar. Yıllar önce Fransa’da yaşarken Türkiye’yi, Tekirdağ’ı tercih etmiş yaşı da dinlenmeyi hak edecek hale gelmiş olsa da tekrar ülkemizde yaşanan kargaşadan kaçan insanlardan birisi de tanıdık kuaför olmuş.
Beş on dakikalık bu sohbet karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Paradan, kazançtan, Avrupa’ya gidip yerleşmeden yana hiçbir sorun yaşamayan Tekirdağlı kuaför tanıdık, bütün bunları bana anlatırken mutlu bir insan yüzü taşımıyordu. Oradan oraya savrulmanın, cennet diye kabul edeceğimiz yerlerin de bir bedeli olmalı…
Aynı dili konuşup, ortak sevinç ve kederlerle yoğrulmuş ve içinde doğup büyüdüğümüz toprakların bir yerde sinesinden kopmuş olmanın sevinci de buruk oluyor. İsterseniz gittiğiniz ülkede her şey fazlasıyla iyi olsun. İsterseniz bir gram dahi endişe yaşamıyor olmak, yerinde değer ve anlam bulmuş bir insanın birkaç tanıdık ile tatlı bir gün ışığında, serin bir gölgede edeceği sohbet, ülkesinin dışında her yerde gizli bir gurbet soğukluğu hissettirmeyecek mi?
Tanıdık kuaförün konuşması, duruşu, yüzünde taşıdığı durgunluğu görünce, birçok insanın yurt dışında yaşama sevincinden eser olmayışı, belki de onun bunca yıldan sonra, farklı ülkelerde bulunma olgunluğu, deneyimi de olma olasılığını da hesaba katmadan edemedim.
Artık; “ Taş yerinde ağırdır.” Sözü, dönüşen, değişen dünya insanları için söylenmeyip Babil, Asur, Sümer, Mısır, Roma uygarlıkları gibi belki de tarihin çok uzak diyarlarında, kuytu köşelerde, serin ve loş kütüphane kitapları tozlu raflarında saklı kalacak…
Ta ki bir başka antik dünyalardan bugüne ulaşmış bir sözün sahici olup olmadığını sınayan zamana kadar;
“ İnsan, her geç, eninde sonunda başladığı yere geri döner.”
Şu notu da düşmeden edemeyeceğim; evrim denen bu büyük, muhteşem süreç, sadece canlıların değişim dönüşümünü sağlamıyor. Muhtemelen, biz canlıların toplumsal ilişkilerini, kültürel algı ve tercihlerini de etkiliyor.21.yüzyıl böyle bir zaman…
Gelişmiş ülkeler hiç durmadan yaşlanan nüfusları, boşalan kurumları ve şehirleri, ülkeleri adına, boşluğu doldurmak için; çalışan, çalışkan, üreten sadık insanları çağırmaya, onlara cazip fırsatlar sunmaya devam edecek…
Önce köylerimiz, sonra kasabalarımız, derken şehirlerimizin boşalmasına, bu boşluğu mültecilerin dolduracağı ve doldurduğu zamanların şahitliğine hazır olmalıyız…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder