25 Mart 2020 Çarşamba

TOPLUMLAR ZOR ZAMANLARDA DESTANLAR YAKARLAR (DİDO NANA)






                    TOPLUMLAR ZOR ZAMANLARDA DESTANLAR YAKARLAR

                                                          ( DİDO NANA )


  Destanlar, şiirler, masallar, fıkralar; sanata ve edebiyata dair ne varsa hepsi insanlığın sözcüsü olup, gelmiş geçmiş bütün ruhların sahibidirler. İrlanda Edebiyatını açar okursanız, James Joyce, sanırsınız ki bizlerin pir parçası; ettiği küfürler ve ifadeler… Bir Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Gürcü, Megrel,Ezidi şarkısı dinlerseniz;kime ait olduğunu çoktan unutur,ruhunuzun bedeninize ve aklınıza sorular sormaya başlamasıyla yüzleşe bilirsiniz…

  Kartaca’yı ilk kuran kraliçe; Dido’nun öyküsü, Aeneas Destanını yazan Vergilius’u da etkilemiş ve bu destanın içinde yer almıştır. Neredeyse günümüzden 2800 yıl ötenin destanı; Truva’nın yıkılışından, korkunç gecesinden ve hayatta kalanların tanrısal bir öneriyle bir başka yurt arayışının öyküsünü anlatır…

  Bu öykünün içerisinde Truvalı Aeneas,Kartaca’nın Kraliçesi Dido ile birlikteliğinin aşk ve nefret kesişmesinin acılı sonunu anlatır.Aeneas tanrısal emirlerin peşinde,kendi neslinin yurdunu kurmak için yelkenleri İtalya topraklarına doğru açtığında,ona aşık olan Kraliçe Dido yıkılır.Kahrından şu sözleri söyler ve kendini kılıcıyla öldürür;

“ Kaderler ve tanrılar bana izin verdiği sürece/Sevdiğim giysiler, can giysiler; alın ruhumu!/Kurtarın beni bu acılardan! Söndü hayatım/Sona erdirdim bana çizdiği yolu kaderin!“

 Bu acıklı sona, sevginin nefrete ve yok oluşa dönüşmesine kim ağıt yakmaz ki? Bu ağıtları, yüzyıllar sonra belki Dido’nun ruhu, belki başka Didolar için Gürcistan’ın bir bölgesinde Megrel insanları yakar; bir başka sevgi, aşk yüceliği doğar;

“ Her sevgili bir değil, benim kaderimi başkasına yazdın
Beni sevdiğini biliyordum ama beni başkasıyla değiştin
Dido  na ni na
Gecem gündüzüm bir oldu, seni gözler oldum
Sen benim için öldün, başkalarının sevdiği geldi
Dido na ni na “

  Toplumlar zor zamanlarında destanlar, şiirler, hikâyeler yazarlar-YAKARLAR. Gelecek kuşaklara bir şey bırakmanın yüceliği, evrimin neslini aktarma becerisini sergilerler. Sınırlara, renklere, inançlara bölünmüş dünya, zorlukların, acıların imbiğinden süzülmüş her şeyi; şiiri, şarkıyı, destanı, masalı içselleştir ve kendini bulur; o sesin yanık haykırışında…

  Destanların, geçmişin adı sadece tarih ve mit değildir. Yaşamın en berrak tarafıdır; geçmiş denen tarih bilimi, destan, masal, öykü bilinci… Bir dersten öte, yaşamı devam ettirme gücü, neşesidir de…

  Kartaca Kraliçesi’nin destansı sonu-haykırışı ile aralarında belki de iki bin yıllık zaman dilimi var; tam burada devreye zamansızlığın ödülü girer. Toplumların kaderini belirleyen, yazgılarını derin çentiklerle diğer kuşaklara bıraktıkları öyküleri; dilden dile, şarkıdan şarkıya geçer durur.

  Dido Nana şarkısını Kazım Koyuncu ile sevdim. Geç tanıdığım, ebedi, felsefi bir samimiyetle sevdiğim Kazım’ın sesindeki aitlik; tüm zamanların sesiydi. Sanki hiçbir zamana ait olmamış, olamaz gibi, bütün kimliklerin, değerlerin ötesinden ses veriyordu…

  Bir anneye, anaya sesleniş gibi geldi bana. Uzakta olan anamın hasretini daha da değerli kıldı; Kazım her Dido Nana demesiyle… Oysa yıllar sonra öğrendim ki, bir sevgiliymiş Dido şarkısı kederli ayrılık öyküsü… Tıpkı; Kartaca Kraliçesi Dido’nun sevgili Aeneas için yaktığı ağıtsal ezgiler ve döktüğü berrak kan gibi;

“ Öcümü almadan öleceğim, ama öleyim/Böyle bile bile gitmek gölgeler diyarına/Hoş geliyor bana. Hain Truvalı gözleriyle/İçsin dursun denizden yalımlarını yangının/Birlikte götürsün lanetini de ölümün.”

  Sevmenin, nefret, ağıt ve yüce destanlara dönüşmesinin sebebidir; zor zamanların çığlıkları, iradesi ve inançları. Belki de evrimin şaşmaz oyunu; her daim değişime, dönüşüme giderken, dünyanın aldığı yol, galaksinin geniş düzlüklerinde koşarken, insan da, galaksinin bir parçası olarak, kendi düzlüklerinde, vadilerinde, dağlarında öyküler, destanlar üretecek…

  Yiğitler-kahramanlar sadece kazandıkları savaşların değil, kaybettiklerinin karşısında bile aldıkları kararlar, davranışlarla yiğitlik-kahramanlık hakkını elde etmişlerdir. Saf zaferler, tatminsizliği, zorbalığı doğururken, kaybedişler, asıl olan güzelliği; marifeti, şefkati, merhameti ve destanları; edebi dünyayı doğurur, besler…

  Belki de büyük komutan Hannibal; atası olan Kraliçe Dido’nun ağıtının hesabını yüzyıllar sonrası soruyor; Cannae Muharebesinde ise Roma Ordusu tamamıyla yok edilmiştir. Destanlar ve tarih iç içedir. Onları kucaklayan edebiyat, zamana ait olmadan akmaya, süzülmeye, kendi duyurularını yapmaya başlar; aklı, iradeyi, edebi, felsefi ve bilimsel önceliği elinde tutanlara, yaşamı anlamlı kılan, mucizevî bir besin sunar…

Güven SERİN  

2 yorum:

Zeugma dedi ki...

Oysa şimdi tüm dünya ortak bir acının etrafında EVRENSEL bir ağıt yaktı, göz yaşı döküyor:(

Kaleminize sağlık Güven Bey. Teşekkürler...

GÜVEN SERİN dedi ki...


Gelinen noktada;meşhur kavram;global-küresel-toptan yaşama bilincinin geliştirme ağıtı;teşekkürler ZEUGMA...