27 Haziran 2023 Salı

KRAL ÖLDÜ YAŞASIN YENİ KRAL

 

internet

                          KRAL ÖLDÜ, YAŞASIN YENİ KRAL!

  Kral öldü, yaşasın yeni kral diyemem… Bu tür demeler, beklentiler yok etmedi mi demokrasi özlemlerimizi?

   Nedir demokrasi? Halkın egemenliği temeline dayanan yüce bir şeyse, halkın seçtiği bir insanın gidişi ardından tam da bu zamanda; “ En güçsüz olduğu anda” alkışlar yapıp; “Ben söylemiştim; etme bulma dünyası” diyemem…

   Adayların, Ankara’dan, parti liderleri ve onların arkadaşları tarafından seçildiği sürece, tam manasıyla demokrasi kucaklaması olur mu olmaz mı bilemiyorum…

     Görünen o ki, parti liderlerinin güvenini kazanan, olurunu alan VEKİL ve BELEDİYE BAŞKANI olma hakkını kazanıyor. O zaman; halkın içinde niye gezinip, halkla düşüp kalksın?

   Böyle gelmiş böyle gider mi bilinmez ama böyle giderse, tıpkı demokrasimiz gibi; neşemiz, huzurumuz, konforumuz, zenginliklerimiz de hep yarım kalacak gibi…

 Artık isimlerin kurtarıcılığı, kahramanların gökten inişini bekleme zamanı değil…21.yüzyıl, uzay yarışı çoktan başladı. Dünya üzerinde, dünyanın konforunu, zenginliklerini kullanan, dünyayı kendine hizmetkâr bırakan ülkelerin güler yüzlü demokrasi oyunları da kendi etraflarından öteye geçmiyor. Buna rağmen, insanlık; “Kötünün iyisidir” diyerek bulduğu her fırsatta bu ülkelere GÖÇ ediyor…

   Böyle giderse hiç kimse edindiği mülklerin, anılarla doldurduğu evlerinin, şehirlerinin arkasında çocuk ve torunları duracak-KALACAK diye beklemesin… Onlar da ilk fırsatta yarı demokrasi, yarı zenginlik gösterisi ve çağrısı yapılan ülkelere uçacak…

   Kral öldü, yaşasın yeni kral, diyemem! Seçilerek gelen birisinin seçilmeyerek gitmesini isterim. Kral öldü, yaşasın yeni kral! Demek yerine, daha kurumsal, daha demokratik ve bilimle sanatın kol kola yürüyeceği yönetim, yaşam biçimlerini istemekten vazgeçemem…

   Öteden beri en korktuğum şey, birisini çok hızlı bir şekilde yükseltip, göklere çıkartmak; kral ilan etmektir. Düşünsenize görevini layıkıyla yapan, yaptığı için de layıkıyla Devletimizin ve Milletimizin sunduğu her türlü imkânlardan yararlanan Belediye Başkanı, çok özel bir şey beklemezken, her gördüğümüz yerde;

  “ Şu sokak çok harika oldu. Bu cadde muhteşem oldu. Yaptığınız park için size minnettarız.” Diyerek, zaten bu görevleri yapmaya gelen ve yapmak için personeli, elemanları-çalışanları bulunan Başkanları aldatıyoruz…

  Bir de onların işlerini yapması, şehirlerini güzelleştirmesini beklemek yerine, büyük çoğunluğumuz KİŞİSEL meselelerle bu gidişatın canına okuyoruz…

   Hal böle olunca; kral Öldü, Yaşasın Yeni Kral! Diyemem… Kral çıplak demeyi popüler kılamam…

   Bütün bunları diyemezken, şu sözleri söylemeyi de borç biliyorum. Görevinden alınan, istifa ettiği bildirilen eski Belediye Başkanı olan kişiyi yücelten, sürekli alkış tutan, o anlı şanlı kişiler nerede?

    İster uzak, ister yakın TARİH, bu yüzden çok önemlidir. Özellikle bir koltuğa oturup, halk ve hak adına hizmet vermek isteyenlerin özenmeyeceği tek şey; Kral olmalıdır! Zordur kralın gelmesi de gitmesi de. Krallığın o güzel-konforlu-egolu dünyası elden gidince insanın dünyası kararır…

   Bu yüzden halk olmak çok yüce bir şeydir. Sıradanlığın, yetmezlik ile umutların bahçelerinde dolaşmanın kıymetini bilmek de az şey değildir…

 Nerede o eski bayramlar? Diyenlere şunu sormak isterim: - Siz bayramı canı gönülden kutladınız da “BAYRAM” size arkasını mı döndü? Siz, komşunuza, akrabanıza canı gönülden bir el uzattınız da; “ONLAR” size arkasını mı döndü?

  Kutlu OLSUN bayramınız; canı gönülden… Bırakın boş, gereksiz kırgınlıkları; tutun; sevgiyle bir anlığına bir bayram sevinci neşesi içinde; bir çocuğun, bir insanın sıcacık ellerinden…

 Güven SERİN

  

 


24 Haziran 2023 Cumartesi

ŞEHİR UYURKEN BİR ADAM UYUMUYOR

 

Kamera; Güven


Kamera; Güven

                                    ŞEHİR UYURKEN BİR ADAM UYUMUYOR

      Şaşırmanın sonu yok bu dünyada. Laf açılınca herkes sonlu ömürlerden söz edip bir güzel “İç” çeker, ama gel gelelim, yaşamları yaşanılmaz bir hal içinde kıymık kıymık etmeden de geri durmayız…

      Koca şehir uykusuna yatmışken yaşı sekseni geçmiş ( 82 ) Aytaç Oy ise izine geldiği Tekirdağ’ın sokak ve caddelerinde artık bedenini taşımakta zorlanan ayakları üzerinde; dimdik, şehrin edebi hayatı için koşturuyor.

   Elinde şiir kitabı, ona söz vermiş olan insanları, bir türlü ulaşamadığı telefonlarını aramaya bıkmıyor. Yatağına hiç doymamış bir nehir gibi akıp duruyor; doğduğu, yazdığı, okuduğu, anılar biriktirdiği şehirde…

    Bir haftalığına geldiği şehri bir türlü “gurbet” yerine koyamıyor. Çerkezköy Bakımevi onun şimdiki durağı oldu. Oysa Çerkezköy de Tekirdağ’ın ilçelerinden birisi; bir iki saatlik uzaklıkta…

  Aytaç Oy, kendi şehrine bir hafta izin alarak geldi. Ona sorarsan;

 “ Yapılacak bir sürü işim var.” Diyor. Ve işlerini bitiremediği için iznini bir hafta daha uzattı. Kolay mıdır; seksen yıl yaşadığın bir şehrin birkaç saat uzaklığına düşmek? Kalbi edebi aşkla taşan, yüce duygulardan beslenen insana birkaç bin km uzaklık gibi gelmez mi?

   Aytaç Oy’un “ Yapılacak işlerim var!” dediği işler nedir acaba? Hemen söyleyeyim; eskiden basılmış kitaplarını tekrar bastırıp Tekirdağ okuyucusunun edebi sofrasına sunmak için! Sadece kendi kitaplarını değil, ağabeyi Aydın Oy’un da kitaplarını yeniden bastırıp, Tekirdağ edebi hayatına bir çeşni, zenginlik taşımak için…

   Diyeceksiniz ki bu yaşta bu heyecan niye? Koca şehir uyurken bu adamcağız-ihtiyar şair niçin uyumuyor?

   Hemen söyleyeyim; evrensel aşk denen şey, genlerine işleyip kanına, kaslarına, bedenine dayanak olup derman sunduğu için…

   Koca şehir kütüphanenin yolunu bilmez, kitap yazmak, bir eser yaratmak nedir diye düşünmez, kendinden başka bir şeyle meşgul olmazken, yaşı sekseni geçmiş bu adam uyumuyor ve halen, yeni şeyler peşinde; sokak sokak, cadde cadde bastonu elinde koşuyor…

   Lafa başlarken dedik ya şaşırmanın sonu yok bu dünyada. Yok, bu şehirde…

    Şöyle sağlam bir hesap yapsak, şehrimizin, yaşadığımız yerin yararına, kendi kabiliyeti, hünerleri ve zenginlikleri eşliğinde kaç insan fayda sağlıyor diye; çok komik bir rakam, insan sayısıyla karşı karşıya kalırız!

    Ya gerisi? Aman sessiz olalım! Onları bu değerli gaflet uykularından uyandırmayalım! Doğrusu çok kızarlar bize! Hatta kitap neymiş, yazı neymiş, düşünce neymiş deyip;

 “ Bize akıl değil para lazım” deyip bir güzel de canımızı okuyacak sözleri mermi gibi önce ruhumuza saplayıp yaralarlar gönüllerimizi…

  Aytaç Oy’a “Senin kitaplarını, Aydın Oy’un kitaplarını bastıracağız” diye söz verenlere de bir çift söylemek isterim;

   “ Yazık ve ayıp değil mi bu insanı kandırmanız?Net,şeffaf olmak çok ucuzken,gafletin perdesine dolaşmak nasıl bir hevestir; nasıl bir açlıktır acaba?”

Güven SERİN  

  




23 Haziran 2023 Cuma

EYÜP MEZARLIĞINDA BİR ŞAİR YAŞIYOR

 

İnternet

                      EYÜP MEZARLIĞINDA BİR ŞAİR YAŞIYOR

  Şairler, ne çok eli öpülesi ve sözü işitilesi insanlar; insanlık yolculuğunda ne ağır yüklerin altında ruhlarıyla birlikte iki büklüm oldular ve oluyorlar…

   Hiç mezarlıkta şair yaşar mı? Yaşar elbet! Truva antik diyarında, viraneliklerinde nasıl yaşıyorsa Homeros, dolaşıyorsa Burgazada’nın kayıkları ve kayalıkları arasında Sait Faik, Bedri Rahmi ölmemişse, henüz susmamışsa son evin dumanı, şairler, yazarlar gibi sonsuzluğun uçsuz bucaksız dünyalarında yaşıyorlar…

  Eyüp Mezarlığında da Ziya Osman Saba yaşıyor; Atila İlhan’ın, Yahya Kemal, Turgut Uyar, Tezer Özlü, Özdemir Asaf, Orhan Veli Kanık, Edip Cansever, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aşiyan Mezarlığı servileri altında yaşadığı gibi yaşıyor ve sürekli sesleniyor yaşı ilerlemiş bizim gibi zamanlar arası dolaşan kimseciklere;

 “Hiç olmazsa unutmak isterdim.

  Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar…

  Yalnız bırakmayın beni hatıralar.

  Az yanımda kal çocukluğum…

  Ah, ümit dolu gençliğim,

  İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgilim…

—Doğduğum ev. Rahatlayacak içim duysam

  Bir tek kapının sesini.

  Arıyorum aklımda bir ninni bestesini…

  Böyle uzaklaşmayın benden, yaşadığım günler.

  Güneş, getir bir bayram sabahını.

  Açılın açılın tekrar

  Çocuk dizlerimdeki yaralar,

  Hepiniz benimsiniz:

  Mektebim, sınıflarım, oturduğum sıralar…

   Nedendi ağladığım, nedendi güldüğüm?

  Ah nasıldı yaşamak?

   Kim özlemez ki çocukluğunu? En kötü talih, düş, kâbus, yaşanmışlık bile geçen zamanın üfürdüğü, sihirli kollarıyla sardığı çocuğun geçmişe olan açlığı, yaşlanan, pişmanlıklarla dolu beden ve ruhunu özlemler içinde, yanıp tutuşarak hırpalamaz mı?

   Tekrar çocuk dizlerimizdeki yaraların açılması ne demek? Günün, gecenin her saatinde karanlık çeliği, futbol, voleybol, yakar topu, saklambaç, kartopu oyunları oynamak değil mi? Komşu Osman ve Kazım’ın hünerli elleriyle yaptıkları uçurtmaları leyleklerin çok uzaklardan geldiği zamanlarda uçurmak değil mi?

   Bir sürü yük ve gerçek denen şeyler yan yana… Öylesine çok ki yapmak istediklerimiz.-Öylesine çok ki ALMAK istediklerimiz, yetmeyen zamanın geçen yıllar karşısında hep yenik düşeceğimizi bile bile, şairin cesurca sorduğu soruyu; “ Ah nasıldı yaşamak?” dahi soramadan kayıp giden insanlar, insancıklarız hepimiz…

   Mezarlıklarda yaşar şairler. Önce denizin kıyıcıklarında, dağlarda, deniz fenerlerinin öykülerinde, bir sevgilinin kor yangını kokusunda, Galata’da, Kadıköy’de, Aşiyan’da, Moda’da, Truva, Olimpos, Efes, Trakya, Frik, Likya diyarlarında velhasıl duyguların, hissiyatın ve insanın olduğu her yerde yaşarlar…

  Konumuz hazır şairlerden açıldı, şiirler yükseldi gökyüzüne, bir de Oktay Rıfat’ın dizelerinden birkaç dize paylaşalım;

“Hatıralarda dal istiyor

  Kuşlar gibi konacak.”

 Güven SERİN 

 

 

 

 

 

 



22 Haziran 2023 Perşembe

YÜCEL COŞKUN: SANATIN ve SANATÇININ ÖNEMİ

 



              YÜCEL COŞKUN: SANATIN ve SANATÇININ ÖNEMİ

     Bazen bir karikatür, resim, bazen bir tiyatro ve bazen de bir şiirde; insanın insanlık yolculuğunda ikmal yapması gerekli yakıtlar gizlidir…

   Bir karikatür hatırlıyorum. Sürekli eleştiren, laf üreten kendini “Toplumun sözcüsü” sanan birisinin toplumu dert edişi üzerine, toplumun geri kalmışlığı, cahilliği üzerine kafa patlatan bir adam! Aynı karikatür üzerinde toplumu temsil eden birisi de şöyle konuşuyor;

   “ Sürekli toplumu dert edinen bu kişi, toplumun ondan haberi olmadığını bir bilse!”

   Saatlerce konuşmadan, anlatmadan, hatırlatma ve uyarılardan öte ve değerli bir sanat:-Değil de nedir? Bu yüzden, sağlam ve sanatın limanına demir atmış sanatçıların meziyeti neyse; öykü, roman, şiir, karikatür, resim, heykel, film, tiyatro, opera; onlar kendi döngüleri içinde; önce yaşamı, sonra insanı anlamaya, anlatmaya çalışırlar. İnsanın bütün hallerini anlatırken, yaşamı da fısıldarlar;

Henüz vakit varken, fark edilsin diye…

   Katılmış olduğum etkinlikte bulunan sanatçılarımızdan birisi de Yücel Coşkun’dur. Bir Çift Söz isimli kitabını Lokman Bey imzalattı. Ben ise bir başka şiir kitabını imzalattım. Lokman Bey, önce benim okumam için “Sende kalsın” diyerek eğitimci şairimizin kitabını bana verdi.

   Sayfaları çevirdikçe, yaşamın bütün katmanlarına dokunmaya başladım. Şairimiz, yaşamı bir çift sözle başlatmış;

 “Bir çift sözle başlar hayat

  Bir çift sözle sürer.

  Bir çift söz bitti mi?

  Başlar gürültüler.”

   Daha nasıl anlatsın insan denen canlının varlık içinde kıtlık yaşadığını-yaşadığımızı? Bir çift söz söyleme sanatıyla aynı zamanda insan denen canlının söz söyleme becerileriyle birlikte insan ilişkilerini de başarabileceğini, başaramayanların ise kargaşa, kavgadan beslenip yaşam denen büyük enerjiyi yerle bir edeceğini bir güzel anlatmıyor mu? Üstelik nazikçe; sevgi diliyle…

   Şairin “İnsana Sitem” şiiri sosyolojinin, tarihin, mitolojinin de yardımıyla oldukça güçlü bir tavır takınma, bir yerde şiirin yardımıyla başkaldırıya dönüşüyor;

 “Sözüm sana.

  Üretene, yaratana.

  Yani insana.

  Yıllarca, yüzyıllarca, binyıllarca önceydi.

  Nil kıyısında seni kerpiç keserken gördüm.

  Ellerin bu günkü gibi nasırlı,

  Gözlerin Afrika karasıydı.

  Güneş aynı güneşti.

  Kerpiçleri pişirmeğe…”

     Velhasıl dostlarım; sanatın yolu da yolculuğu da belli. İçinde duyarlı insan var; insanlık ateşiyle başlamış yangını. Ya sonra? Tabiatın kıvılcımlarıyla bir daha yanmaya başlamış; bir daha…

   Eğitimci şairimiz, Sevdanın Mevsimi Yok, şiirinde ise insanın belki de en güzel heyecanını, romantik saatlerini bir daha hatırlatıyor;

   “ Bir soluk ver yaşama

     Kalbin tık tık ederken

    Sevdanın mevsimi yok

    Ne geç kaldın, ne erken.

     Erteleme yaşamı

    Yarın-öbür gün derken.

    Sevdanın mevsimi yok

    Ne geç kaldın, ne erken.”

   Henüz vakit varken gülüm; henüz vakit varken…

                                Güven SERİN 

19 Haziran 2023 Pazartesi

ELMALI KADINLARI DİRENİYOR

 

Kamera; Güven

Kamera; Güven

                   MALKARA ELMALI KADINLARI DİRENİYOR

 

     Direnme sözcüğünü özellikle seçtim. Neredeyse 10 yıldır bir başlarına direnen Elmalı Kadınları, şaşmaz bir irade, tüketim çağını fırsat çağına çeviren diğer ticarethane felsefesinden çok uzakta; Tekirdağ insanına ve turizmine HİZMET ediyorlar…

   Hizmet sözcüğünün altını kalınca bir şekilde çizmeyi borç biliyorum… Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nin Kırsal Turizmi Geliştirme projelerinin içinde Elmalı’da var. Bu projenin bir ayağı Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi olmasının yanında diğer ayağı da fedakâr Elmalı Kadınlarıdır…

   Yöresel Ürünleri Tanıtım Evi, o gün bugündür hizmet vermeye devam ediyor. Korudağları, çam ve meşeler diyarının hemen eteklerinde kurulan Elmalı Köyü-Mahallesi ve Belediyemiz tarafından Elmalı kadınlarının işletmesi, turizme katkı vermesi için onarılan taş mekân, başladığı günün felsefesi ve heyecanıyla direnmeye, mücadele etmeye, ayakta kalmaya çalışıyor.

   Burada sunulan lezzet şöleni olarak nam salmış kahvaltının karşılığı sadece 100 TL.

     İşin garibi, üretken kadınlarımız, oksijeni enerjisi bol olan kahvaltı bahçesinde hizmet için yarışıyorlar. Tek bildikleri şey; “ Daha getireyim mi? Daha süt, daha çay, daha lokma, yumurta ister misiniz?” eylemleri ne ticaret kokuyor, ne siyaset…

 

  Bir zamanlar Selçuk Şirince diyarı bu yolculuğa direnişe geçmiş ve kazanmıştı. Şirince’nin kazanmasındaki büyük pay, Efes Antik Kenti ve Meryem Ana Kilisesine yakın oluşundandır.

   Elmalı kadınlarımızın desteği ise kendi üretken felsefelerinde ve her türlü zorluğa dayanma iradelerinde gizli. İddia ediyorum; buraya ayrılacak zaman ve çok küçük paralar sayesinde, yaşayacağımız büyük kırılma ve çöküntüler bize bir süre daha uğramayacak, cesaret edemeyecektir.

   Bu tür organik insanlar diyarlarına giderken lütfen zırvalama, koşullama, önyargı ve korkunç beklentilerle mutsuzluk heykeli yapma felsefenizi bir kenara bırakın! Nazikçe…

   Elmalı Kadınlarının direndiği,hizmet verip üretim gerçekleştirdiği yere açıldığı günlerden bu yana gidiyoruz.Bilenler bilir; “Kültürel olanı,istikrar,disiplin olanı severim…” İstikrarı olmayan, kültürel kimliğe bürünmeyen hiçbir fotoğraf, haz mutlu olmam için yeterli gelmiyor…

   Anlaşılır, kabul edilir, huzur verici, ruh ve bedenimize iyi gelen her türlü etkinlik önünde sonsuza kadar eğilebilir, ellerim şişene kadar alkışlayabiliriz; alkışlıyorum: SİZ ELMALI KADINLARINI: Direnme ve üretiminiz daim olsun…

  Arkadaşlarım Erdinç Tokatlı,Yunus Çakır,Metin Onur ve Lokman Turan,Elmalı Kadınlarımızın direnme mücadelesine ellerinden geldiğince katkı veren,takdir eden Tekirdağlı insanlarımızdan-dır.

    Onları bir kez de ben kutluyorum; üreten ellere saygı duydukları, hiç olmazsa yılda birkaç kez destek vermek için yola çıktıkları için…

   Başta ELMALI KADINLARIMIZ, sonra Tekirdağ Büyükşehir Belediyemiz ve Belediye Başkanımız Kadir Albayrak, Tarımsal Hizmet Dairesi Başkanlığını ve buraya emek harcayan herkesi kutluyor, her daim teşekkürü borç biliyorum…

 Güven SERİN 

 

 

  





16 Haziran 2023 Cuma

SİZE ANLATACAKLARIM VAR

 

İnternet

                                          SİZE ANLATACAKLARIM VAR

    ( Yıldız Sertel )

  Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel’in kızı Yıldız Sertel’in: Nazım Hikmet ile Serteller isimli kitabını, birçok eseri bitiremediğim gibi yarım bıraktım. Ya sonra? Bende kalması gereken zaman fazlasıyla bittiği için Tekirdağ Namık Kemal Kütüphanesi’ne geri getirdim.

  Sağlam, içeriği zengin besinini halktan, sanattan, felsefeden alan her çalışma gibi bu eser de on sayfa okuyana bile, başka meraklar başka yoldaşlık yapma fikirleri aşılıyor.

   Doğruyu söylemek gerekirse, amatörce dahi koşmuş olduğum yeni öğretiler gözümü korkutuyor. Başımı gökyüzüne çevirip, kısıtlı astronomi bilgilerimle bile baktığımda o sonsuz karşısında ürperen ben; edebi, felsefi sonsuz karşısında da aynı ürpermeyi yaşıyorum. Ne koşmanın faydası var, ne de bilmem kaç yüz bin bilgiye, esere ulaşmanın…

  Yazı yaşamımın dönüşümü başlayalı çok olmasına rağmen halen yapmam gereken “Sakin Şehir” felsefesine uygun, sakin bakışımı oturtamadım.

   Yıldız Sertel’in eserinden de yola çıkarsak, yine o büyük şairi; Nazım Hikmet’i hatırlayıp andım. Onu tanımanın, anlamanın, öğrenmenin imkânı da yok gibi…

   Bir şeyi daha öğrendim. Baba ile anne Serteller o günün en önemli muhalif gazetesi Tan’ı satın almışlar. Cumhuriyet gazetesinden sonra ikinci büyük gazetenin günlük satışı 40 bin adet olduğunu öğrendikten sonra okuyucu sayısını varın siz düşünün…

  Merak ve keşfetme duygularıyla Tan gazete arşivine bir parça uzandım.12 Nisan 1937 sayısı, Burhan Felek’in “Felek” isimli köşesine göz attım. Yazar köşe yazısına şöyle başlıyordu;

 “ Allah cümleye geçinden versin! Kimin ölüp, kimin kalacağı kestirilemez. Lakin doğrusu sağ iken ölü gibi,öldükten sonra diri gibi muamele görmeye de insan tahammül edemez…”

   Bizi bize anlatan bu yazı günümüzden 86 yıl önce yazıldığı halde değişen HİÇBİR şey yoktur…

   Değerli kurnazlıklar, saygın hilebazlıklar ve yaşadığı köyü, kasabayı, kenti, ülkeyi bir türlü aklın, iradenin, bilginin, görgünün, zarafetin elleriyle, yürekleriyle kucaklayamayan her daim öfke, kırgınlık içinde yaşayan insanlar topluluğu…

  En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz? Kendisine “Aydın” ım diyenlerin ne yeterli şefkate, ne de hoşgörüye sahip olamamalarına! Zannedersiniz ki dünyayı kurtarmışlar da kendi şehirleri için çok yorgun düşmüşler…

  Ne demeli, ne etmeli? Burhan Felek’i bilmek, tıpkı Haldun Taner’i, Sait Faik’i. Kafka, Cervantes’i, Nazım Hikmet’i, Aytaç Oy’u, Aydın Oy’u, Mahmut Sümer’i, Öksel Demir’i ve yaşadığım şehri, ülkeyi, köyleri, kasabaları bilmek, hissetmek gibi insana huzur, hoşluk ve direnç veriyor…

   Şimdi sormak isterim size Burhan Felek’in kim bilir kaç bin kez sorduğu gibi; “ Yaşama hakkını niçin geri tepiyorsunuz? Kum saati döner dönmez tersine döndüğünü hem biliyor, hem de görüyorken; bunca sızlanmayı başarılı birleşmelere, bir elin nesi var felsefesini yaşamın paylaşım, mutluluk tercihine dönüştürmeyi kim-kimler engelliyor?

    Canım kardeşim, Nazım’ın dizelerindeki gibi kabahattin büyüğü bizde, sizde olmasın?

Güven SERİN  


15 Haziran 2023 Perşembe

HAKKI KESKİN: ÖRNEK VATANDAŞ

 



                                HAKKI KESKİN: ÖRNEK VATANDAŞ

 

  Bulgaristan’ın Büyük Tırnova şehrinde dünyaya gelen Hakkı Keskin, zengin eski Osmanlı topraklarının az kalan Türk ailelerinden birisinin oğludur. Tırnova’da bir hisar’ın-kulenin dibinde olan evleri, tarihi ve doğal güzelliklerin kesiştiği yerde olmuş olsa da; dedesi, babası; büyükleri için bir başka özlem; Türkiye’ye gelme ateşi yanmıştı.

  Dedesi Başpehlivan unvanını almış, aynı zamanda çok sayıdaki faytonları sayesinde ticaretle uğraşıyordu. Babası, dokuz koltuğun olduğun büyük bir berber salonu sahibi olmakla birlikte, Avcıbaşı unvanını almış, tam da Hakkı Keskin’in gelecek yaşamı için inanılmaz derecede pozitif görgü ve hünerlerin bol olduğu Bulgaristan’dan 9 yaşında Türkiye’ye, Tekirdağ’a gelmişlerdi.

   Hakkı Keskin’i birkaç sözcükle izah etmem istense; “Hareket” ve “Spor” ve “ Hüner” diyerek cevabımı tamamlarım… Hareketten hiçbir zaman uzaklaşmayan Hakkı Keskin, hiçbir zaman spordan uzak kalmamış; sporu öğrencilik yıllarından başlamak üzere, tüm yaşamı boyunca öğrenim ve daha sonra aile bütçesine katkı kültürüne dönüştürmüştür.

  Yüzmeye duyduğu derin saygı, irade gücünü, kas gücüyle birleştirme becerileri sayesinde dalgıçlık yapmaya başlamış. Sünger avcılığı, zıpkınlı balık avlama hobilerini bir yerde geçim kaynağına da dönüştüren örnek vatandaşlarımızın en başında geliyor.

   1970’li yılların sonunda almaya başladığım Bilim Teknik Dergisinin bana öğrettiği ilk şeylerden birisi; evren ve dünyamızın hareketi sayesinde yörüngede kaldığı ve milyar yaşlarına rağmen, şaşmaz bir yaşam iksiri icat etmeleri; yine muazzam hareket güçleri sayesindeydi…

   Eski insanlar, hareketten uzak kalan insancıklara; “ Miskinler “ derdi. Zordur miskinliğin beyhude çabaları ve korkunç durağan saplantıları… Henüz gençken bile işe yaramaz bir ruh âlemine sürükler insanı…

   Tekirdağ Süleymanpaşa’da yaşı sekseni geçtiği halde kaç kişi yüzme sporuyla meşgul olur? Yazlık gezintisinden dönünce ilk uğradığı yerlerden birisi; Olimpik Yüzme Havuzudur. Öyle, birkaç yüz metre değil, Bin metreleri aşan sportif iştahı vazgeçilmezleri arasındadır.

    Namık Kemal Lisesi yıllarında Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne Beşiktaş Futbol Kulübü’ne uzanan yolculuğu altı ay sürmüş. Hızı, sportif zekasıyla Beşiktaş Kulübü’ne kadar uzanmış,yeterince ilgi görmediği için,daha o zamanlar sünger avcılığından iyi para kazandığı için İstanbul’un masalımsı dünyasından gönüllü olarak ayrılıp tekrar şehrine ve lise biter bitmez üniversite için tekrar İstanbul’un yolunu tutmuştur.Hakkı Keskin için yakışan sözcüklerin en başında “Hareket” gelir dedik ya; öğretmenlik,Anadolu,okullar,sınıf ve öğrenciler serüveni de böyle hareketli zamanlarda başladı.

  Bitmeyen özlemlerinden birisi de kırlara olan tutkusuydu. Kara avcılığını da bu yüzden seçmiş, benimsemiş, her fırsatı kırlarda almıştı. Bildiğim kadarıyla kara ve denizde, yapabileceği her şeyi yapmış, bir hava sporlarına vakit ayıramamıştı.

   Deniz ve karada avcılık sporunu, hobi ve ticari olarak başarılı şekilde sürdürmesi ona bir başka kapıyı açacaktır. Atıcılık Sporu, Türkiye Atıcılık Sporu ve Milli Takım Antrenörlüğü yanında oğlu Ataberk Keskin ile onlarca sporcuyu ulusal Atıcılık Sporu bilincinden uluslar arası şahlanışlara hazırlamış, inanılmaz başarıların altına imza atmıştır.

  Oğlu Ataberk Keskin ve kızı Elif Keskin Yurtbulmuş Milli sporcularımızın başında geliyor. Ataberk Keskin’in onlarca başarısından değil de birkaç tanesinden söz etsem şöyle derdim:

Yedi kez Balkan Şampiyonluğu… İki kez Dünya İkinciliği… Ne demektir bütün bunlar? Milli Onur ve Milli Marşımız ve bayrağımızın dalgalandırılması, ülke saygınlığı yanında Tekirdağ isminin defalarca göndere de çekilmesi anlamını taşımıyor mu?

  Hakkı Keskin, hiçbir zaman bulunduğu yaşla uğraşmayan nadir ve örnek insanların neredeyse nesli tükenmiş olanıdır. Hünerlerini saymakla bitiremeyiz… Hareket enerjisini, kaslarının genç insanlara örnek duruşunu nereden alıyor derseniz; iç enerjisini besleyen kaynağı; üretkenliğidir.

     Yemek yapmasını, yiyecekleri dönüştürmesini bilen ve kendisine hizmete üşenmeyen örnek vatandaşımız; şimdi Akdeniz’in koylarında, suya, dalış sporuna en yakın olduğu yerlerde; kendi kendini, yeniden İCAT etme peşindedir…

 Güven SERİN 

  

 

 

 




13 Haziran 2023 Salı

BU MEYDANLAR Z KUŞAĞINA YETMİYOR

 

Kamera; Güven

Kamera; Güven

Kamera; Güven

Kamera; Güven

Kamera; Güven
Kamera; Güven
                    

                BU MEYDANLAR Z KUŞAĞINA YETMİYOR

                       ( Kiraz Festivalimizin Ardından )

     Günümüzün gençliği pop müziği, pop sanatçılarını seviyor. Sadece şarkılarıyla değil yaşam biçimleri, yaşama dair duruşlarıyla da sevdiği, dinlediği sanatçıları çok yakın takip ediyorlar…

    Siyaset ve gazetecilikte “Sahaya inmek” diye söylenen bir deyim vardır. Nedir sahaya inmek? Derseniz, hareketin, emeğin içinde olmak derim…

    Kalabalığın zirve yapmaya başladığı saatlerde 57.Kiraz Festivalimizin ikinci konser gecesi akşamı bende sahaya, tam da kalbine indim. Gençler ve her daim genç kalanlar konser alanına saatler öncesinden gelmiş…

   Süleymanpaşa Belediyesi’nin gençlerle daha da yakın olma isteği, genç Başkan Cüneyt Yüksel’in gençlik enerjisinden olduğunu düşünüyorum…

   Geceye, şarkılarıyla; yorum ve sesleriyle damgasını vuran iki sanatçı oldu. İlk saatlerde sahne alan Mustafa Ceceli, seyirciyle bağ kurmakta usta olduğunu söylemek isterim…

   Konser başlamadan önce Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şube Müdürlüğü sahneye çıkan personeli gençlere seslendi.Uyuşturucunun kötülüklerini çok net ve sade bir şekilde anlattı…

    Bu tür seslenişlerin çok yerinde olduğuna inanıyorum. Her fırsatta çok farklı videolarla, gençlerin algılarına tam 12’den dokunacak duyurularla uyuşturucu denen insan ve insanlık düşmanı maddeleri, sonsuza kadar unutturmak, yok etmek hepimizin boynunun borcudur…

   Sahaya indim de ne gördüm? Sahil dolgu alanının Ulusal ve Uluslar arası tanıdım, program yapılan festival için yetmediğini gördüm. İnsanların, özellikle yılda birkaç kez inen insanların bu engin insan denizi içinde nasıl eziyet çektiğini ve çektirdiklerini de gördüm…

   Başka neyi gördüm? Gençlerimiz müziği fazlasıyla seviyorlar. Hele pop müziğini daha da fazla… Onların çok daha görkemli konser alanlarında sevdikleri sanatçılarla buluşması, yarının ve bugünün gençliğine en güzel festival, bayram hediyeleri olacaktır.

   Daha başka neyi gördüm? Siyaset bilimi içinde siyaset yapan Süleymanpaşa Belediye Başkanı Cüneyt Yüksel’in her dakika, her saat en az sahne önüne toplanan binlerce genç gibi yüksek heyecan içinde olduğunu gördüm. Her eylemin içinde olmaya çalıştığı, her fırsatta gençlere seslenip, onların yanında olmayı; ister siyasi, ister insani tercih duyarak yapsın; bu tür sahaya inme çalışmaları herkesin fayda bulacağı, mutlu olacağı görüntülerdir…

   Mustafa Ceceli’den sonra sahneye gelen sanatçı Funda Arar oldu. Sahnenin sisli, renkli ışıkları arasında tam da sesine, şarkılarına uygun bir Funda Arar, her zaman ışıltı ve görkem saçan bir sanatçı. Zaten coşmuş gençleri, saatlerdir ayakta bekleyen sanatseverleri daha da coşturup eğlendirdi…

   Sahaya inmekle başka ne buldunuz derseniz; evrensel neşeyi, birlikteliği, bir arada olmak için ne çok sebebimizin olduğunu da buldum… Artık Z Kuşağını kimse yok sayamaz…

   Belki bizler gibi AĞIR AĞABEY, AĞIR ABLA gibi görünmüyorlar ama her şeyin farkındalar. Bir iş, bir eylem samimiyet içinde mi yapılıyor, yoksa yapaylık mı taşıyor; oldukça farkındalar…

   Onları kazanmak isteyen anne babalar ve siyasetçiler sadece samimi olsun ve sanatın, bilimin, Mustafa Kemal Atatürk’ün yönünü çizdiği “Çağdaş Medeniyetler Seviyesi-Çizgisi” Gelişmiş ülkelerin gençliği neyle buluşuyorsa, neyi hak ediyorsa onları hak eden gençliğe sunalım; kâfidir ve Milletimizin yararına olacak en değerli kazanım, zenginliktir…

   Eksiklerini eleştirdiğim, fazlalıklarıyla onur duyduğum 57.Kiraz Festivali geride kaldı. Sahaya inen, eğlenceye, müziğe “umut” olan her şeye susamış olan gençlerimize ne yapsak azdır. Tekirdağ şehrine de öyle… Çok bekledi ve çok yoruldu; çağdaş şehirlerin çizgisinde olabilmek için…

    Festivalimize emeği geçenleri, yorulmak nedir bilmeyenleri KUTLUYORUM…

 Güven SERİN 

 

 

 

 

10 Haziran 2023 Cumartesi

FESTİVALİMİZ BAŞLADI,TİYATROMUZ DEVAM EDİYOR

 


Kamera; Güven


İnternet

                                                      Kamera; Güven 


         FESTİVALİMİZ BAŞLADI TİYATROMUZ DEVAM EDİYOR

  Hareket denen şey, özellikle fizik bilimiyle çok daha iyi anlaşılır hale geliyor. Dikkat ederseniz durağan halde hiçbir şey yoktur. Dağlar, taşlar, ormanlar bile…

  Haziran ayının ikinci haftasında Tekirdağ için de hareket denen şeyin en yüksek, zengin ve kıpırtısı, değişim ve dönüşümün bol olduğu zamanlara tanıklık ediyoruz…

  Bir taraftan 57.Kiraz Festivali davulları Naip diyarından duyuluyor ses veriyorlar. Bir yandan da Perşembe gününün akşamüstü SOLOTÜRK olarak gönüllere giren, coşkuyu ateşleyen uçaklarımız hareket ve becerinin gösterisini sunuyor. Kimlere? Sahilde toplanmış yüzlerce binlerce insana…

  Uçak gösterilerini de çok değerli buluyorum. Fakat halkımız arasında dolaşırken, bir yandan imrenerek bakan insanlarımızın pilotlarımızla övüncü yaşanırken bir yandan da şehrin bu kadar yakınında uçması, ses yüksekliğinin vermiş olduğu aynı anda yaşanan korku ve heyecan; özellikle küçük çocuklarda yarattığı korku fısıltıları dolaşıyor.

    Eski zamanlarda olduğu gibi uçakların daha yukarıdan ve deniz tarafından olması düşünülmelidir diye kendi yorumumu ve halkımızdan aldığım izlenimimi not düşüyorum…

  Festival alanını ağır adımlarla gezdik. SOLOTÜRK gösterilerini bazen kulaklarımızı tıkayarak ama imrenerek izledik. Her yer insan ve her yer çadırlardan kurulmuş birkaç ay boyunca nafakasını bekleyen, arayan esnaflarla dopdolu.

  Bir gün önce yazdığım gibi; bu alan böyle değerli FESTİVALE yetmiyor, yetemiyor… Acilen yepyeni ve altyapısı sağlam ve esnaf ve halkı huzurlu, neşeli kılacak derece; eşi-dostu ve düşmanı imrendirecek derece sağlam, olacak Kiraz Festival Alanını düşlemek yanlış değil…

  Gençler pop şarkıcılarını şimdiden ve heyecan içinde bekliyorlar. Bu yazım yayınlandığında Ferhat Göçer ve Fatma Turgut Tekirdağ gençleriyle buluşup gecenin derinliklerine yollayacakları alkışlarla kutsanacak sevgi ve saygıyı gönüllere taşıyacaklar…

  Şehir esnafımız,ister küçük ister büyük işletmeler olsun; otellerden lokantalara herkes şehrimizin bir haftalık hareketini değil,aylar sürecek,hatta 12 aya yayılmış hareketlere ihtiyacı var.Biliyorsunuz ki,yaz aylarını saymazsak,gece çöker çökmez meydanlarımız boşalıyor.Esnafımız ışıkları söndürüyor.Bu meş’aleyi yakmış olan ESKİŞEHİR iyi analiz edilmelidir.Festivaller haftalarca sürse dahi; bu şehir nüfusunun esnafını beslemeye yetmez…Her türlü hareketi,kongrelerden tutun da Olimpik Havuz ve Olimpik Buz Pisti,uluslar arası ve ulusal yarışmaların odak merkezi haline getirilmesi,şehrimizin kış aylarına da insan hareketi,esnaf bereketiyle buluşması,daimi hale getirilmelidir.

  Festival alanını saygıyla ve yoğun insan kalabalığından bir an önce çıktıktan sonra yolumuz; Tekirdağ Şehir Tiyatrosu oldu. Gelen tiyatro izleyicileri çoğu benim gibi; kimi ikinciye, kimisi de üçüncüye izlemeye gelenlerdi…

  Tekirdağ Büyükşehir Şehir Tiyatrosu Yılmaz İçöz Sahnesi, Haldun Taner Ustanın başyapıtı sayılan oyunuyla; Gözlerimi Kapatırım Vazifemi Yaparım, binlerce insanı büyülemeye devam ediyor.

  Perde arası molada tiyatro sevenlerle buluşup konuşuyoruz. Herkesin dilinde;

 “ Muhteşem bir kadro… Noksansız bir sanat gösterisi, şöleni…”

   Bir kez daha teşekkürün en yücesini sunuyor ve sanatın ellerinden, gözlerinden öpüyorum. İnsan denen canlı, sadece eğlence, tüketimle varlığını neşeli, huzurlu ve değerli kılamaz. Eksikse sanat, bilim ve felsefe; ne yersek yiyelim, nasıl gülersek gülelim; bir yan hep eksik, hep buruk ve her hastalıklı kalmaya mahkûmdur…

   Şehrimiz şenlendi; bir yandan 57.KİRAZ FESTİVALİ ve bir yandan ŞEHİR TİYATROMUZ…

 Güven SERİN 

 


 

 




7 Haziran 2023 Çarşamba

GARİP DÜRTÜLER,İÇGÜDÜLER

 

İnternet

                                            GARİP DÜRTÜLER, İÇGÜDÜLER

    (Dosta ve Baba’ya Son Sarılış )

   Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi çok önemli sanatçıların hocalığını yapmış İbrahim Çallı, Hasan Âli Yücel ile iyi bir dostturlar. İki dostun hayatını bir parça analiz ederken rastladım o son karşılaşma zamanına…

   İbrahim Çallı, Türk resmine önemli katkılar yapmanın yanında çok değerli sanatçıların da yeşermesine büyük katkılar sunmuştur. Neşeli birisidir. Sofrasında herkese yer vardır. Bu sofraya sıklıkla gelenlerden birisi de Hasan Âli Yücel’dir.

   Hasan Âli Yücel’in hatıralarından anladığımız şudur; iki dost son defa Taksim civarında karşılaşmışlar. Dönemin Milli Eğitim Bakanı o karşılaşmayı şöyle not etmiş;

   “ Onunla son defa Taksim civarında karşılaştım. O şakacı Çallı, benimle uzun uzun içli içli konuştu.

    Sesi, kederli bir inilti kadar ihtiyar ve bitkin titriyordu. Ayrılırken öpüştük. Aksi yönlere yürüdük. Garip iç dürtüsüyle arkama döndüm. Ne göreyim; o da bana bakıyordu. Birbirimizi bir kere daha selamladık.”

   İki büyük değerin son konuşması ve o edebi yaşama bırakılan son miras; “ Birbirlerini bir kere daha selamlamak!” Aslında dostu Hasan Âli Yücel de fazla değil, dokuz ay sonra Çallı’nın ardından edebi dünyaya göçecektir…

   Aradan geçen bunca zaman, söylenen bunca uygarlık şarkısı ve kazandığımızı sandığımız bunca iç savaşlarımız, durmadan karıştırdığımız zehirli kazanlar bir yana; kaçımızın geride bıraktığı böyle güzel, özgün bir hatırası; hatta hatıra defterine not düşecek kadar duyarlılığı var…

   İbrahim Çallı İle Hasan Âli Yücel dostluğu ve bu son karşılaşmayı her okuyuşumda bendeki derin tesirini, ruhuma demir atmış bir başka içli hatıra ile kesişmesine de borçluyum.

   Babam ölümünden tam olarak bir hafta önce Tekirdağ’a gelmişti. O sıralar İpsala Ziraat Odası Başkanlığı görevindeydi. Oda ile ilgili belki bir mesele veya bir toplantı için Tekirdağ’a gelmişlerdi. Arkadaşlarından ayrılmış ve “Oğluma uğrayayım” diyerek, çok nadir yaptığı şeyi yapmıştı. Toplum telaşı, kendi idealizmi ailesinden çok öne geçmiş, onu da arkasına bakmadan koşturuyordu.

   O gün, yani ölümünden bir hafta önce bu ideali kırmış, bana geldiğinde yarım saate yakın sohbet etmiş, hiçbir zaman girmediği konulara girmiştik. Ağustos ayının bunaltıcı bir günü yaşanıyordu. O istemese de babama son bir limonata ısmarladım…

    Demir sokağa, oradan da Hüseyin Pehlivan Caddesi köşesine birlikte çıktık. İçimden gitmesini istemiyordum. Biraz daha kalsa ne iyi olacaktı… Zaten her zamankinden fazla kalmıştı; ona göre… Caddenin güneyine, Arkeoloji Müzesi yönüne hızlı ama sanki gitmek istemeyen adımlarla ilerledi. Arkadaşlarıyla sahilde buluşacaklardı.

   Babamın ardından, uzun uzun baktım; son bir bakış; öyle uzun ve içli oldu ki, tıpkı Hasan Âli Yücel’in dostunun ardından sın bir kez baktığı bakmak istediği o dürtü gibi bir şeydi; o bakışın içinde saklı kalan özlemin, sevginin, ayrılığın edebi ve erdemli tarafı…

Güven SERİN 


5 Haziran 2023 Pazartesi

DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ

 




Fotoğraflar; Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi

                                                           DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ

     ( Ekosistemin Yakıtı Su )

   4 Haziran Pazar günü sahil dolgu alanında Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi tarafından Dünya Çevre Günü etkinliği yapıldı. Başkan Kadir Albayrak,18.Dönem Tekirdağ Milletvekili Av.Güneş Gürseler ve Prof.Dr. Halim Orta’nın katılımıyla çevre ve çevremiz konusunda çok önemli bilgiler verildi. Demek ki çok kısa zamanda bile insanın anlayabileceği, çevresine daha duyarlı hale gelmesi mümkün oluyor.

   Katılımcıların yaptığı konuşmalar, verdikleri bilgiler; bölgemizin ve dünyamızın çevre sorunlarının ne halde olduğunu göstermeye, anlamaya yetti. Yok, olmanın eşiğine gelen çevremizin neredeyse iniltilerini duymuş, dinlemiş olduk…

   Başkan Kadir Albayrak kısa konuşmasında göreve geldiklerinden bu yana yapmış oldukları en önemli çevre yatırımlarını anlattı. Göreve geldiklerinde Tekirdağ’ın ciddi çöp sorunu olduğunun altını çizdi.

   Fazla değil 9 yıl önce 42 tane vahşi depolama çöp merkezi varken,1 taneye düşürülmesi, Batı ve Doğu Atık Tesislerinin kurulması, aynı zamanda 2020 yılında, çöplerden, atıklardan enerji üretimine de başlandığını Başkan’ın anlatmasıyla öğrendik.

   Çevre konusunda duyarlılık gösteren küçük öğrencileri ilk başta söylemeyi unuttum. Onların çevremiz için hazırladıkları pankart ve kendi özgün seslenişleri çevremizi koruma adına taptaze umut oldu. Mektebim Ana ve İlköğretim Okulu öğrencileri de öğretmenleriyle birlikte Çevre için çok iyi hazırlık yapmışlar ve en çok alkışı onlar aldı.

   Bu tür etkinliklerde muhakkak çocukları da davet etmeliyiz. Onların enerjisi inanılmaz derece etkili oluyor. Hatırlarsınız, İsviçreli genç kız; Greta Thunberg yapmış olduğu konuşmada dakikalarca ayakta alkışlanmıştı. Greta önemli mevkilerde olan büyüklerin önünde ki konuşmayı neyi anlatıyordu? Elbette dünyamızın kirliliğini, dünyanın çevresinin yaşamak sunmaktan uzaklaşmaya başladığını şu sözlerle ifade eden Greta;

 “ Notre Dame Kilisesini kurtardığınız gibi dünyamızı da kurtarın!Notre Dame’nin temelleri sağlam.Bizim de temellerimizin sağlam olduğunu umuyorum.Ama öyle olmamasından korkuyorum…”

   Ya 4 Haziran Pazar günü sahil dolgu alanında bulunan çevre,iklim duyarlılığı için orada bulunan küçük öğrenciler neler söyledi;

Birinci Çocuk: Doğayı ve çevreyi korumak için çöpleri çöp kutusuna atmalıyız.

İkinci Çocuk: Su sağlıklı bir yaşam için ihtiyaç duyulan doğal bir kaynaktır.

Üçüncü Çocuk: Su kaynaklarını korumalı ve tasarruflu bir şekilde kullanmalıyız.

Dördüncü Çocuk: Fabrika bacalarına filtre takılmalıdır.

Beşinci Çocuk: Tarımda kullanılan tarım ilaçları ve yapay gübre kullanımı denedim altına alınmalıdır.

Altıncı Çocuk: Orman yurdun öz evladı,ormansız yok dünya…

Yedinci Çocuk: Sağlıklı bir hayat için yeşile ihtiyacımız var.

   Çevre ve çevremiz konusunda duyarlı,bilgili,eğitimli konuşmacılarımız ne dedi derseniz hemen; 18.Dönem Tekirdağ Milletvekili Av.Güneş Gürseler’e dönelim! Çevre hakkımızı hatırlatan Gürseler,Anayasamız bize herkesin sağlıklı bir çevrede yaşma hakkını vermiş olduğunu hatırlattı.Bu hakkın önemli olduğunu,aynı zamanda bu hakkın bizlere bir ödev verdiğini de anlattı.Çere konusunda,iklim konusunda bizlere düşen ödevi de yapmamız gerektiğini söyleyen Gürseler; “Çevre Hakkı” ,çevreyi ayakta tutmak gibi ödevimiz olduğunun altını defalarca çizme gereği duydu.

   Bilmem kaç kez yazdığım gibi,evlerimize girerken ayakkabılarımızı çıkartan bizler,doğaya,çevreye aynı duyarlılığı bir türlü gösteremedik.Nasıl olsa doğa denen şey; sonsuzdur,algısı tamamıyla bilgisizlikten kaynaklanan dehşet bir sorunumuz…

   Prof.Dr.Halim Orta,Çevre ve İklim konusunda akademik yönüyle,insan yönüyle de çok önemli açıklamalar,uyarılar yaptı.

   İnsanın bu şekilde çevreye verdiği zarar devam ederse,en fazla bu yüzyılın sonuna kadar dünyadaki hayatın büyük çoğunluğunun biteceğini,bilimsel tespitlerle anlatıp dikkat çekti.57 yaşında olduğunu ifade eden Prof.Halim Orta,yedi yıl önce düşüncelerinin değiştiğini ve daha net hale geldiğini şu sözcüklerle anlattı;

“ Şimdi 57 yaşındayım,artık bu dünyanın tüm canlılar için yaşanabilir mekan olması için çalışıyorum.Dünya sadece bize ait bir yer değil.Biz sadece kendimizin daha çok refah içinde yaşamamız için çalışıyormuşuz!Artık,tüm dünyanın,canlıların refahı için çalışmaya başladık…”

  Kısacık sandığım etkinliğe ne çok şey sığmış oldu…İki önemli konuşmacı ve çocuklar; yaşamın kıyıcığında sadece bir ömre sığdırmak istediğimiz lüks yaşamlar için korkunç tüketimlerle YAZGI gibi dünyamızı hasta ettik…

   Bölgemize gelecek olursak; sadece Ergene Nehrine bir bakın derim!Ve yer altı sularımızı nasıl kullandığımıza bir bakın!Marmara Denizini ne hale getirdiğimize de bir bakın…

   Son söz; Sularımızı korumalıyız!Sularımızı hoyratça kullanmalı ve kirletmemeliyiz…

Güven SERİN 






3 Haziran 2023 Cumartesi

GÜNEŞ GÜRSELER: BENDEN BU KADAR...

 




Kendi kitabından alıntı

                   BAŞARI SONUÇTUR: BENDEN BU KADAR…

    Nisan 2023 Luna Yayınlarından çıkan kitabın ismi: Benden Bu kadar… Güneş Gürseler’in Ali İhsan Tertemiz ile birlikte yaptıkları;  Söyleyişi eseri, sayfalarını açar açmaz yakın tarihimize, belki de kendi anılarımıza bile uzanma heyecanı yaratıyor.

   İster siyasal, ister edebi, sanatsal, bilimsel iz bırakmış insanların biyografi, söyleyişi türü yapmış oldukları çalışmaları oldukça değerli buluyorum. “Benden Bu kadar” isimli çalışma-eser, yakın tarihimize ışık tutmakla kalmıyor, yaşadığımız şehrin, içinde bulunan mekânların ve burada yaşayan insanların da tanımadığımız, bilmediğimiz öykülerini gün yüzüne çıkartıyor.

  Bir kitabı bitirmeden, bitmesini beklemeden, heyecan içinde eserden aldığım etkiyi ve enerjiyi kaleme alıyorum. Henüz yarısına bile gelmediğim ama aldığım notların ardı arkası kesilmeyince bu eserle ilgili ilk köşe yazımı yazma cesareti gösteriyorum.

  Güneş Gürseler’in Tekirdağ’la birleşen yolları, çocukluk hatıraları, anne ve babasının öğreten-öğretmen, asker yönleri, ister istemez kendi bahçeli okul günlerimize, çocukluk zamanlarına inmemize, çocuk hoşluğu içinde imkân tanıyor.

   Güneş Gürseler’i siyasetçi olarak duyduk ve tanıdık. Erdal İnönü ile kurdukları bağların, sadece siyasetin iştah kabartan sahnelerinde kalmadığı, aile dostluğuna dönüştüğünü de bu eser sayesinde öğrendim.

   Belli unvanlara, hünerlere sahip her insanın bu tür çalışmaları olmalıdır. Edebi dünyaya verecekleri hazzın yanında, şehirlerin bir türlü tamam olmayan eksik parçaları, yitik hazineleri de ancak bu tür değerli çalışmalarla ortaya çıkar: Bir gün, bir güneş gibi şehirlerin üzerinde pırıltılar saçar…

   Güneş Gürseler’in sanata bakışı, tutunması İstanbul’da kaldığı öğrencilik yıllarında, İstanbul Çemberlitaş yakınlarında bulunan İpek ve Şafak sinemalarına gelen filmler için zaman, çaba ve para ayırması, aynı zamanda Klasik Türk Müzik sanatçısı bir efsane olan Münir Nurettin Selçuk’un Saray Sineması solo konserlerinin takipçisi olmasına imrendim…

  Yaşar Konak Pasajı önünden geçmeyen Tekirdağ insanı yoktur. İsmini Yaşar Eryalçın isimli Tekirdağlı kadınlarımızdan birisine ait olduğunu bilmiyordum. İsimler ve öyküleri, mekânlar ve içinde yaşayanlarla ayrı bir yaşam birlikteliği oluşturduğuna inananlardanım. Kitabın sayfalarını çevirdikçe, kurşun kalemle alt çizgileri ve oklar daha da artmaya başladı. Güneş Gürseler’in tam da söyleyişi-muhabbet tadındaki eseri, ince ayrıntıları unutmayan hafızasını da takdirle karşıladığımı söylemek isterim.

   Geçirdiği mide kanamasını, tanıdıkları Doktor; Orhan Güngör’ün eşi Evren Güngör tarafından anlaşılması, Güneş Gürseler’in Ziraat Bankası köşesinde karşılaştığı Evren Hanım sayesinde teşhis konulup tedavi sürecini başlatması, o günün Tekirdağ insanlarının komşuluk, mahalle kültürü ilişkilerini de özgün şekilde yaşandığını anlıyoruz…

   Milletvekilliği çalışmalarına damga vuran KAMYONET ise tam manasıyla isterdim ki şehrimizin “Yakın Tarihimiz” isimli bir müzesi olsun ve burada, öyküsüyle her gelene bir şeyler anlatsın. Kitabın 58–59.sayfalarında “Kamyonetin Kerameti” nasıl olur, bir kamyonet ve aynı zamanda AKÇAKAYA soy ismi taşıyan insanların bu şehrin tarihindeki hizmetleri de dupduru: Gökyüzü gibi bir kez daha bu insanların fedakâr duruşları karşısında, onları alkışlama isteğimin oluştuğunu gördüm…

   1993 Ağustos günü, Tekirdağ Beyazköy açıklarındaki küçük teknede beş arkadaş gezintiye çıkmışlardı. Güneş Gürseler Amerika’dan yeni dönmüş, başında da basketbol kasketi bulunuyordu. Eser, Turgay, Recep Palabıyık, Salim Ekici ve Güneş Gürseler’in tekne gezintisi ve basketbol kasketi; tam manasıyla kadersel kırılma anlarından, bu beş arkadaşın yaşadıkları sürece hiçbir zaman unutamayacağı derin izlerden birisi olmuş…

   Erdal İnönü ve eşlerinin Tekirdağ’a davet edilmesi, onların da aile dostluğu sıfatını hak eden bir heyecan içinde herkesten habersiz Gürseler ailesinin davetlerine katılması, Tekirdağ ve Tekirdağ insanları için ( Turgay, Naslihan Öğe, Mustafa Öğe ) nasıl bir heyecan yarattığı kitabın sayfalarında çok daha detaylı anlatımlarıyla okuyucuları, şehir sevdalılarını bekliyor.

   Kitabın başlarında olmama rağmen, Güneş Gürseler’in Milletvekilliği dönemine de yer vermek istiyorum. Çevre konusunda, ulusal çevre bilincine katmış olduğu katkıların yazılı anlatımları, zaten yakın siyasi tarihimizin arşivlerine geçmiş, duyarlı hafızalara kazınmış halde. Şehrimizde yaşayan ve yaşadığı çevreye; “Dikkat Dünya Tektir” felsefesi, bir başka eseriyle dikkat çekip, kırk yıldır düzelmeyen çevre sorunlarımız için harcanan bunca emeğin bir gün muhakkak ciddi müjdelere, temiz çevre bilincine ve hareketine dönüşeceğine de inanıyorum…

   Çevre duyarlılığı içinde yaptığı çalışmaların en manevi-duygusal anları ise Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr.Kriton Curi’yi tanımak olmuş.Bu tanışmanın dostluğu ve sonu ise her duyarlı okuyucu ve insanın yüreğinde bir nem,bir sızı oluşturacağı inancını içindeyim…

     Birlikte siyaset yaptıkları Erdal İnönü, aynı zamanda Güneş Gürseler ailesinin aile dostudur. Dostu Erdal İnönü’nün yaşam, bilim felsefesinden etkilenme anını, onun söylediği bir sözü de kitabına taşımış; “ Başarı, sonuçtur!”

 Güven SERİN