30 Kasım 2022 Çarşamba

VİRAN EVE SON SARILIŞ

 

Kamera: Güven
Kamera: Güven

Kamera: Güven

                                             VİRAN EVE SON SARILIŞ

 ( Muhteşem Veda )

  Ertuğrul Mahallesi içinde bulunan ahşap ve bahçeli evlerimizden birisi… Beş altı ay öncesine kadar sağlam denecek kadar sağlamdı…

  Her ahşap evin başına gelen bu evinde geldi. Önce içinde oturanlar terk etti. Sonra, ahşap kapısı ve pencereleri bir bir sökülmeye başlandı. Nasıl derler; tabiat boşluk kabul etmez ise, ahşap evler de insansız yaşayamaz…

  İnsansız her evin başına gelen bu evinde geleceği belliydi. Ahşap ve taşı yaşatmak için bu kültüre inanmış insanlar lazım. Göç ettikten sonra ruhunu kent bilinci, sevgisiyle doldurmayan, yaşam ve yaşama telaşı olan insanların yapacağı, saracağı bir yara değildir…

  Ne hazindir ki pek şanlı, şöhretli yöneticilerimizin de elinden bir şey gelmiyor. Bir de dillere destan bir kurumumuz var; Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü! Tam olarak ne iş yapar; bilen varsa beri gele…

  İki katlı ahşap ve bahçeli binanı vedası da muhteşem oluyor. Belki de son bir tanıklık etmek, son bir fotoğraf çekmek ve kendimizle yüzleşmek için bir kez yanına uğramalı ve doğanın ve evin insanlara; hatta Tekirdağ insanlığına olan muhteşem vedasını izlemelidir diye düşünüyorum…

  Nasıl derseniz? Anlatmak isterim. Bu evin yanından ne zaman geçsem, sağlam olduğu, sağlam durduğu için, diğer evlerin yıkılışı, terk ediliş sancıları için bir teselli görüyordum.

  Son olarak yanından geçtiğim vakit duydum; evin son iniltilerini. Büyük ahşap giriş kapısı yerinden sökülmüş. Muhtemelen başka viran bir binanın kapısı veya kış günleri ısınmak isteyen bir insan için birkaç saatlik ısınma enerjisi olmuştur.

  Ne hazindir ki, yapması, koruması, kollaması yıllar sürerken, yıkılması, yok edilmesi haftalar, hatta günler içinde gerçekleşiyor.

  Fakat bu eve sarılmış sarmaşıkların güçlü enerjisini, evin veda zamanına yaklaşmış olmasını hissetmiş olmalarına tanıklık ettim. Tüm zamanlardan daha fazla bir sarılış içinde, neredeyse bütün enerjilerini evin korumak, evden ayrılmamak için veriyorlar.

  Manzara görülmeye değer… Kucaklaşma da öyle; viran ahşap ev ile daha önce sarılmadıkları, kucaklamadıkları kadar sarılma ve kucaklaşma yaşanıyor…

  İşin garibi, insanlık evlerin içlerine, dizilerin korkunç elem dolu öykülerine esir olmuş. Ne sarmaşığın sarılış şefkatini, ne evin “Kurtarın Beni!” demesini göremeyiz… Duyamayız…

  Evrimin bu konuda hiçbir sancısı yok. Doğanın doğallığı bu evden sonra da devam edecek; her boş gördüğü yere, kendi canlı varlığını kök salacak…

  Esas sorun şudur ki,21.yüzyıl yaşanırken, şehirlerimize, ahşap ve taş kültürlerimize ve onların öykülerine, onlar için harcanan emeklere sahip çıkacak gücümüz ve takatimiz yok…

  Ne hazin bir şehirli öyküsü; varken ahşap, bahçe, üretim kültürleri vardı komşuluk ilişkilerinin en yüceleri. Ya şimdi? Mahkûmuz, uygar dünyanın acımasız yalnızlığına ve bencilliğine…

   Sarmaşıklar ile ahşap evi vedası ve sarılışını görmeniz, belki paslı olan, kabuk bağlamış ruhumuzun bir yerinde bir kırılma, aydınlanma ve cilalanma olur; kim bilir…

 Güven SERİN 

 







29 Kasım 2022 Salı

MERHABA GENÇLER ve HER ZAMAN GENÇ KALANLAR

 

İNTERNET

İNTERNET

         MERHABA GENÇLER ve HER ZAMAN GENÇ KALANLAR

 

  Sanatın ve sanatçıların sözcüklere kattığı değeri ve anlamı hiçbir şey katamaz! Sonradan sanatçı olunamadığına inananlardanım. Genleri, etkilenmemiş ise evrensel yolculuğun uçsuz bucaksız boyutlarından:-Ya ticaret, ya siyaset, ya da ziyanlık kokar…

  Hep organik besinler aranır, özlenir ya! Sanatın ve sanatçının da organik, özgün olanları vardır. Cem Karaca’da böyle sanatçılardan... Sahneye çıkınca seslenirdi; “Merhaba Gençler” diyerek ve her daim genç kalabilme heyecanı ve hissiyatı olanlara…

  5–6 ay sonra ülkemiz seçimlere gidecek. Birçok siyasetçinin ifadelerindeki gibi çok önemli dönüm noktası olabilecek bir seçme seçilme olacak…

  Dikkat ederseniz siyasetçilerin tamamı Z Kuşağı olan ilk kez oy kullanacak gençlerin peşinde. Gençlere şirin görünmek için her türlü adım atılıyor ve atılmaya devam edilecek.

  Aklı başında, yarınlarını da düşünen, iyi eğitim almış gençler-gençlik ne düşünüyor acaba? Hemen söyleyeyim:

—Siyasete girmek ve orada yer bulmak çok zor! Yalan mı? Hangi siyasi parti tam manasıyla gençlerinin önünü açıyor? Açabiliyor? Hangi genç, sürekli eğilerek, bükülerek siyasette yükseleceğim diye boyun eğer? Gençlerimiz, gençlik başka neler diyor acaba:

—Geleneksel siyaset sistemi bizlerin sorunlarınla ilgilenmiyor. Bizlerin problemlerini çözemez…

  Gençleri sadece “Gençlik Kolları” olarak düşünen siyasetçilerin gençlerin sorunlarını çözebilmesi mümkün mü? Bunca genç dışarıya gider, kaçarken, muhteşem beyinler başka ülkelerin hizmetine mecbur bırakılmışken gençlerin umutları ve ümitleri taze kalabilir mi?

  Akla şu soru geliyor ve bu soru üzerine aklı başında olan beyinler tartışmaya başladılar:

—Bu durumu nasıl tersine çevirebiliriz? Gençlerimizin dışarıya kaçmasını nasıl önleyebiliriz? Onların huzurunu, umutlarını, genç ve delikanlı hallerini nasıl koruyabiliriz?

  Cevap, yine sosyoloji, siyaset biliminde gizli:

—Düzen veya geleneksel siyaset, gençleri karar alma süreçlerine dâhil edebilir! Etmelidir…

   Hiçbir kurum ve kuruluş gençlikten beslenmediği takdirde sağlam, düzenli ve huzurla kalamaz.

    Onlar, tecrübeli, deneyimli insanların besleyicisi, neşesidir aynı zamanda. Onlar, alışkanlıklara bağlı kalmış, yozlaşmış düşüncelerin de yenilenme, onarılma pınarları, genç dimağları-dır da…

   İsterseniz kendi etrafınızda olan gençler ve her daim genç kalanlarla bir deney, sosyal bir tanıklık yapma zahmetine girin. Bakalım ne göreceksiniz? Koşullar kalkınca, üstelik derviş sabrı değil, normal bir hoşgörü içinde bakınca, sanatçının sıklıkla tekrarladığı:

—Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalan:- insanlar bize nasıl bakacak? Korkuyla mı? Tiksinerek mi? Zoraki mi? Yoksa düşüncelerini, eylemlerini paylaşma ve konuşma istekleriyle birlikte, sarılarak, sokularak mı?

   Sözün özü: MERHABA GENÇLER: Merhaba yarınlar, evrimin öz evlatları: merhaba…

Güven SERİN





24 Kasım 2022 Perşembe

ÖĞRETMEN OLMAK!

 

İNTERNET


ÖĞRETMEN OLMAK!
Öğretici tarafta olan her insanın aynı zamanda öğrenme telaşı ve aşkı yaşar... Çalışkan,zeki bir öğrenci veya ukala birileri tarafından pekala bilmemekle suçlanabilir öğretmen ve öğretici...
Öğretme aşkı denen görev,akıl ve vicdanla buluşmaya görsün,ne verilecek maaşlar,tatiller,sunulan bin bir renkli teşekkürler yeter,çıkmış olunan yolculuğun tamamlanması adına.Bitmeyen bir yolculuktur öğretmen yolu.Yoldaşı da öğrencileridir.
Sınıfların dışına taşan bir alev,yok etmek için değil var etmek için yanmaya başlar.Yoktur çaresi ve geri dönüşü...
Münir Özkul'un sevilme nedeni de budur; gönüllülük içinde çıkılan yolun yoldaşı olmak; aşk içinde...
2500 yıl sonra Buda,Sokrates,800 yıl sonra Mevlana,500 yıl sonra Şekspir durmadan anılıyorsa,unutulmuyorsa Cervantes,Tolstoylar,hepsinin özünde öğreticilik,öğretmenlik gibi bir adanmışlık vardır...
24 Kasım Öğretmenler-Öğreticiler ve Öncüler günü,KUTLU OLSUN...

Güven SERİN

21 Kasım 2022 Pazartesi

KEPİRTEPELİLER RUHU KIPIR KIPIR

 

Kamera; Güven

Kamera; Güven

Kamera; Güven

Kamera; Güven
Kamera; Güven
Kamera; Güven

                                        KEPİRTEPE RUHU KIPIR KIPIR

   ( Gönlüm Dağlara Hey! )

   Hiçbir ülke büyüğü, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk kadar doğal sevgi akışı bırakmadı. Hiçbir, eğitim, öğretim şekli Köy Enstitüleri gibi tat-özlem oluşturamadı.

  Söz açılınca Köy Enstitüleri’nden şafak gibi doğan iki isimden; Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’dan hasretle, efsanevi bir gerçekle yüzleşmeden kimse kendini alamaz.

  Bir milleti sevme biçimi-biçimleri, siyasi ve ticari düşüncelerden uzak; edebiyat, sanat, bilim, felsefe, atölye-işlik dersleriyle buluşması ne demek derseniz; KEPİRTEPE: Köy Enstitüleri ismini vermek isterim.

  Tıpkı Cumhuriyet’e giden yoldaki insanların sadece bedenleriyle değil, ruhlarıyla da yola çıkmış olmanın çok büyük öyküleri yatar Kepirtepe ve diğer 20 Köy Enstitüsü mekteplerinde…

  Bir Kepirtepeli olan Aziz Öğretmen ile çeyrek yüzyıllık dostluğun oluşumunu besleyen ırmakların büyük çoğunluğu Kepirtepe diyarından süzülebilenlerdi.

   Mehmet Çevik öğretmenim bir gün önceden haber verdi:

—Yarın Kepirtepeli bir arkadaşı mezarı başında anacağız. Gelmek ister misin?

  Eski Şehir Mezarlığı yaşlı servilerin hüküm sürdüğü betona teslim olmamış, sükûnetin hâkim olduğu yerlerimizden birisidir. Tekirdağ Süleymanpaşa Selçuk doğumlu emekli öğretmen İhsan Dursun’un mezarı başında ve yakınlarında toplananların büyük çoğunluğu Kepirtepeli öğretmenlerdi.

  Mehmet Çevik tanıdığı, Kepirtepeli olmanın onuru içinde birçok Kepirtepeli öğretmenin elini sıkmamı sağladı. Enstitü yaşamının, kültürel, sosyal dönüşümün, bilim ve sanatla yoğrulma, atölye kültürü içinde olgunlaşma devrimi yapmış, bereketsiz topraklar denen yerde bereket yeşertmiş, Kepirtepe’nin öz evlatlarıyla bir saat beraber oldum.

  Diğer Enstitülerde olduğu gibi Kepirtepe, öğrencileri ve öğretmenleriyle var edilmişti. İşçi de onlar, usta da onlar olmuştu. Çiftçi idiler çiftçi olmasına ama Dünya Klasiklerinde haberdardılar. Masallarla büyümüşlerdi ama Fen dersleriyle de yoğrulmuştu kır ve köy kokan hamurları. Dans biçimlerinden de, spor kollarından da haberdardılar…

  İhsan Öğretmen 16 Kasım 2012 yılında ölmüştü. Şairinin “erken” dediği ölümlerden… Anma etkinliğini Kepirtepeliler Eğitim Vakfı organize etmiş, eşi Şennur Hanım ve kızı destek olmuş.

  Onlarca öğretmen, tıpkı yarım yüzyıl önce olduğu gibi Kepirtepe’nin poyraz, lodos esintili bahçelerinde, atölyelerinde, kırlarında buluştukları gibi buluşmuşlar, tam manasıyla Köy Enstitü felsefesi içinde arkadaşları, dostları için uygar dünya insanları gibi konuşmalar yaptılar.

 İhsan Dursun öğretmenimiz için en çok öne çıkan sözcükler; “ Mertti, kararlıydı, Kepirtepe ruhuna yüreğinden bağlıydı. Kepirtepeliler Eğitim Vakfı’nın kurucularındandı…”

  Ölümünden on yıl sonra dahi hatırlanmak ayrı bir onur ve soylu bir vefa şöleni değil de nedir?

  Dostlarından ve bu anma etkinliğini düzenleyenlerden birisi olan Veli Şenkarabacak; “ Bu şiiri okumadan geçemem” diyerek, dostu İhsan öğretmenin en çok sevdiği, Nadir Köseoğlu’na ait şiiri okudu;

“Bulutlardan haber saldım sen gelecektin/Yağmur yağdı gözlerimi sen silecektin ama/Taş duvarlar sıkar beni/Gönlüm dağlarda hey/Gönlüm dağlarda”

  Uygar dünya, ulaşmış olduğu büyük zenginliğin karşısında duran büyük yoksulluğa dokunamıyor, göçleri önleyemiyorsa, Köy Enstitülerin, Kepirtepeli İhsan öğretmenlerin yetişme biçimlerinden uzak kalmasından değil midir?

   Onlar, sadece bir okul değil, bir yuva, hünerlerin, yeteneklerin, vicdanın, bilincin ve iradenin kök saldığı, yeşillenip meyveler, yiyecekler verdiği tüm dünyanın adaletle çalışıp, ürettiği ve paylaştığı zaman kimsenin aç kalmayacağı felsefesine inanmış, yürekli çocuklar ve öğretmenleridir.

  Kepirtepeliler Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Selahaddin Gül’e, önceki dönem Yönetim Kurulu Başkanları, Veli Şenkarabacak, Sedat Tonguz’a, Recep Öğretmene, Mehmet Çevik, Emine Çevik öğretmenlere ve her daim ruhları kıpır kıpır, pırıl pırıl olan Kepirtepelilere, Köy Enstitülü çocuklara, öğretmenlerin tamamına teşekkürlerimi borç biliyorum…

 Güven SERİN 

 

 

 

 

 

  

 

                      












19 Kasım 2022 Cumartesi

HERA ANTİK ŞEHRİ BİR TÜRLÜ TURİZME HİZMET VEREMEDİ!

 


HERA ANTİK ŞEHRİ

HERA ANTİK ŞEHİR ESERLERİ


         HERA’NIN ŞEHRİ BİR TÜRLÜ TURİZME HİZMET VEREMEDİ!

  Şehirleri biraz daha öne çıkartan, turizmin önemli besleyici ırmaklarından birisi de Antik Kentlerdir…

  Efes Antik Kenti kazılıp gün yüzüne çıkartılmasaydı, turizme açılmasaydı, Selçuk ve Kuşadası’nın neşesi, huzuru, turizmi her daim eksik ve yetersiz kalacaktı. Onca tarihi kalıntıları olduğu halde…

  Bergama Antik Kenti olmasaydı, Bergama’nın adını bile duyan olmayacaktı. Ya Truva? Kim bilir kaç kitap, belgesel, film yapıldı Truva Antik Kenti adına…

  Efes Antik Kenti kazılarını başladığı 1863 yılı ve İngiliz Müh.John Turtle Wood’a ülke olarak, tarihe, kültürel yaşama önem verenler olarak çok şey borçluyuz.

  Bergama Antik Kenti kazılarını başlatan ise Alman Mühendisti. Truva Antik Kenti’nin başlangıcı da 1863 yılan, bir başka yabancı isme Frank Calvet’e uzanır.

  Kendi değerlerimizi, tarihimizi önemli bulup bulmadığımızı sorgulamalıyız! Dünya tarihi, turizmi ve kendi ülke refahımız için ne kadar yetersiz bilince sahip olduğumuzu, her şeye para bulur, emek harcarken, onlarca fabrikaya bedel antik kentleri bir türlü önemseyip, onlarca antik şehrimizi, ülke ve dünya turizme açıp açmadığımızı bir kez daha düşünmeli ve irdelemeliyiz…

  Likya Antik Yolu, gün yüzüne çıkışı da İngiliz Kate Clow sayesinde olmuştur. Ya Tekirdağ Karaevli Mah. sınırları içinde olan, Tekirdağ’ın merkezine 10 km uzaklıktaki Hera Antik Kenti, Trakya’da kazılan tek Trak kentini kim gün yüzüne çıkarmak için uğraşıyor?

   Prof.Dr. Neşe ATİK, belki de en güzel ve değerli yıllarını Tekirdağ tarihine, ülke turizmine katkı vermek için yıllardır uğraşıyor, didiniyor, çırpınıyor!(…)

   Duyan var mı acaba? Duyanlar var, önemseyenler var, kıt kanaat yardımda bulunan kurum ve kuruluşlarımız oldu. Ama bir türlü gün yüzüne çıkanlar dahi turizmin hizmetine açılamıyor…

  Şehrimiz yarım yüzyılda neredeyse dört kat büyüdü. Ülkemizin her yanından göç aldı ve almaya da devam ediyor. Çok sevindirici bir durum… Gelenler ne kadar huzurlu? Ne kadar mutlu?

   Yarım yüzyılda aldığı göçler gibi aynı şekilde turizm desteği alıp, tarihi antik kentini: çok önemli olan Hera’nın Şehri olan Trak Antik Kentini bir türlü ortaya çıkartamıyor!

  Niçin?

  Yeterince destek verilmediği, önemsenmediği için… Şehrin antik yolları veya efsanesi: Kral Yoluna ise dokunulmadı. Dokunulmak istenmedi…

  Oysa turizm, özelikle dünya turizmi, efsaneleri, Trak Medeniyetini, mitolojiyi fazlasıyla seviyor, önemsiyor, gidip gelmek istiyorlar.

    Prof.Dr. Neşe ATİK Hocamıza tam destek olunsa neler olur? Trakya’nın tek Trak şehri gün yüzüne çıkar. Tekirdağ ilk kez gerçekliği, devamlılığı, istikrarı olan turizmle buluşur. Otelleri, lokantaları, çarşıları dolar…

  Dağlarımızı,135 km sahil şeridimizi, su oyunları, eğlenceleri, gezintileri, hava balonu, yürüyüş yollarını çok iyi tanıtamadık, sahiplenemedik...

   Tekirdağ Hera Antik Şehri tanıtımını kaçırmayalım! Elimizi taşın altına koymanın yüce erdemini, yaşadığımızı yere olan bağlarımızı gösterelim; bir el uzatalım… Bacasız sanayi olarak bilenen turizm, gezip görmenin yanında kalıcı ve sürekli hale gelmesi için, antik şehirler, antik yollar ve efsaneler lazımdır.

    Truva’nın, kıyıcığında, mitolojinin, antik dünyaların merkezinde olan şehrimizin önünü açalım. Fedakâr araştırmacılarımızı, bilim insanlarımızı canı gönülden destekleyelim; şehrimizin tarihini ortaya çıkartmak ve kendimizi de bu tarihin içine yazdırmak için…

 Güven SERİN 

 

 

 

 

  






17 Kasım 2022 Perşembe

MÜNİR SATKIN: ZİL ÇALDI ÖĞRETMENİM

 


                           MÜNİR SATKIN: ZİL ÇALDI ÖĞRETMENİM

   Kentler ve hümanizma için emek harcanan her çalışma, şehirlere, kayıp hafızalara ciddi katkı, sosyal ve kültürel bir devrim niteliğindedir. Düşüncemi bir örnekle desteklemek isterim. Aradan otuz kırk yıl geçince bir araya gelen okul veya akrabaları, komşuları dinlemenizi, onların dem salmış sohbetleri içinde kendinizi bırakmanızı isterim.

   Zamanın panzehiri öyle güçlü, öyle etkilidir ki, neredeyse bütün gözyaşlarını, vahşet anlamına gelen kanlı savaşları, yakıp yıkmaları dahi nazikçe bir kenara itip, günün taze soluğu, öpücüğü ile adeta kutsar; insandan geriye kalan insanlığı…

  Bu sözümü de bir örnekle izah edeceğim. Örneğin Efes Antik Şehri veya Bergama Antik Şehri'ni bir gezin. Neler hissedersiniz? Tam olarak tarif edemeyeceğiniz bayram günlerini anlatan, şölensi bir şey gibidir. O viran yapıların, kırık sütunların ve yarı yıkılmış tiyatrolarının taşları. Binlerce yıllık geçmişe, çok derin bir saygı demeti, neredeyse bütün çiçeklerden oluşmuş gibi ruhsal bir sunum yapmaz mıyız?

   Seksenler dizisi yıllarca devam etmesinin yüce anlayışı da burada yatar. Yakın dönem tarihini anlatan diziler, filmler, kitaplar bu yüzden derin, yüce bir anlam taşır. Çünkü o dönemi yaşamış insanların büyük çoğunluğu halen hayattadır ve kendilerini hafıza onarım istasyonunda yenilenmiş vaziyette bulurlar.

  Münir Satkın da böyle bir çalışmaya, esere imza atan öğretmenlerimizden bir tanesi. Sadece eğitimci yanı yok! Müzisyen ve yazarlık yanında tarihe olan merakı, sabırlı çalışması, kim bilir hangi ahşap binaların öykülerini dinler, izler, hissederken ona yüce acılara tutunmuştur…

 Sayın okuyucu, Münir Satkın; Zil Çaldı Öğretmenim isimli eserini 1980 ve 1990’lı yıllarda bizzat tanıklık ettiği yaşamın içinden; sınıflardan, eğitimci arkadaşlarından, öğrencilerinden beslenerek hazırladı.

  Kitabının ilk sayfalarını çevirir, ilk öykülerini dinlerken, Tekirdağ’ın 80’li yıllar özlemi sadece bedenimi değil, her an uçmaya, kaçmaya çalışan ruhumu da şenlendirdi. İşin daha da önemli tarafı; Münir Satkın, hiçbir ağdalı söze tutunmadan, ağır yazarlık yapmadan, iki arkadaşın, dostun saf ve arınmış konuşması gibi konuşuyor okuyucusu ve aynı zamanda kendisiyle…

  Kitabının arka kapak yazısı çok ilgimi çekti. İfadelerini şöyle sıralıyor yazarımız;

 “ Geriye dönüp baktığımızda hepimiz sisler arkasında hatırladığımız veya hatırlamak istemediğimiz anılar, olaylar vardır.

    İnsanların kendi dünyalarını yansıtan unutulmuş olaylarda, anlamlı öyküler gizlidir. Olay ve tutumlara öğretmen kalbinin gözünden bakmak yeni bir yolculuktur.

   Kendini ve başkalarını eleştirmeyi, hesaplaşmanın bir dışa vurumu olarak görmemek gerekir. Doğru noktada durduğunu ve doğru yaptığını düşünenlerin, olaylara farklı açıdan bakıp empati-duygudaşlık yapmak hiç aklından geçmez.”

    Gelelim kitabın içindeki yaşanmış öykülere. Küçük küçük görünen, yaşama ait bütünü anlatan çok değerli parçalar. Kimi yerde gülümsüyor, kimi yerde oturup düşünüyorsunuz. Münir Satkın öğretmen de öyle yapmış, hiç sansür uygulamadan, nazik, centilmen ve insanı insan yapan kaleminin aşkıyla…

   Notlarım arasına bakınca bir sürü hatırlatma yapmışım. Psikolojik Doping, Öğretmenler de Hata Yapar, Vay Uyanık Vay isimli çalışmaları hiç bitmesin diyeceğiniz cinsten edebi çalışmalar…

   Kitabının sonunda “Son Ders “paylaşımı, insan denen canlıyı birden boşluğa düşürecek güzellikte. Öğretmen olmadığım halde, sınıflara, öğrencilere tutunan ayrılık vakti, boğazları tıkanan, kendi soluklarını döndürmekte zorluk çeken bütün öğretmenlerin hissettiğini hisseder oldum.

   Münir Satkın 2016 Şubat ayı içerisinde eserini son sözcüklerle tamamlayarak, son dersten sonra yaşam nehri içinde, yazı yaşamıyla devam edeceğini anlatıyor;

“ Yaşadıklarım benim sınavımdı. Her şey yaşandı ve bitti. Bu kitapta bütün öğretmenlerin katkısı vardır.

   Herkese teşekkürler. İyi ki varsınız…”

   Münir öğretmenim, seni tanımak ve bilmek çok değerli. Farklı alanlarda yazsak da aynı heyecanı, havayı solumanın benim için ayrı bir şans olduğunu bilmeni isterim…

 Güven SERİN 


 

 

 


14 Kasım 2022 Pazartesi

HUZUR

 


HUZURA KAVUŞMAK,BİR ARADA YAŞAMA BİLİNCİNİ DAHA DA İLERİ TAŞIMAK,CUMHURİYET COŞKUSU VE AYDINLIĞINA SIMSIKI SARILIP MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN işaret ettiği; bilime,sanata,eğitime daha da çok inanmak,en kötü,en acılı zamanlarda da bu duyguları taşımak fazlasıyla önemli...İstanbul İstiklal Caddesi vahşetinde ölen insanlarımıza rahmet,yaralılara bir an önce şifa diliyorum...

Güven SERİN


11 Kasım 2022 Cuma

ATLA ABİİ!ATLASANA ULAN

 

İNTERNET

                               ATLA ABİ-ATLASANA ULAN!

 

  Çok uzun zamandır arkadaşlık, hatta sırdaşlık yaptığım arkadaşım birkaç yıl önce başından geçen bir anısını anlatınca şaşırdım… Gülümsedim…

  Bu işe Ali de çok şaşırmış olacak ki, her anlatışında ya unuttuğu bir tarafını, ya da tatlı olan anıların masala dönüşü nedeniyle ilaveler yapıyor; kendi edebi düşleri, kabiliyeti yönünde…

  Ali, tarihi değerleri, antik şehirleri bol olan bir şehrimize gitmiş. Her zamanki gibi yüceler yücesi gönlünü, tarih, kültürel, sosyal değerlerle beslemek, belki bir yudum daha insanlık damlasını bulurum umutlarıyla.

  Laf aramızda Ali, seyahatlere düşlere çıkar gibi çıkar. Günler, hatta aylar öncesinden gittiği yerin antik diyarlarını, kültürel alanlarını, tiyatrolarını, sanat evlerini, gezilecek görülecek neyi varsa araştırır ona göre yola, yolculuğun en yüksek erdemi ve dinginliği içinde gider.

  Ali’yi ilk tanıdığınızda fazla “Ağır Abi” gelir insana. Hatta bazıları korkar, çekinir ondan. Usulca yaklaşıp sorarlar bana arkadaşım Ali’nin ne iş yaptığını. Söyleyince ne iş yaptığını birazda şaşırırlar:

—Yok, yahu, biz onu asker-subay sandık! Çok ciddi adam, der Ali’nin esas olan yüzünü tanıdıklarında:

—Yahu biz senin bu yönünü bilmiyor, görmüyorduk, der gülümserler bir süre sonra.

  Tamam, şimdi Ali’nin yaşadığı anıya geliyorum. Antik diyarları, turizmi, taş yapıları bol olan yerin yakınlarında olan yerden dönüyormuş Ali. Kot takımları, sonbahar esintilerine tastamam uygun vaziyette, biraz hızlı yürüdüğü için kont montu eline almış öylece yaklaşıyormuş kalacağı kasabadaki pansiyonun olduğu yere doğru.

  Özellikle bağ ve bahçelerde kullanılan ismi patpat olarak bilinen küçük araçlardan iki tanesi havayı, doğanın sessizliğini yara yara geliyorlarmış. İlki, öylesine geçip gitmiş Ali’nin yanından. Ardından gelen diğer patpat sürücüsü hoppa görünüşlü genç bir kızmış. Patpat Ali’nin yanına gelince hafif yavaşlamış ve direksiyonda oturan genç kız seslenmiş acele acele yürüyen Ali’ye:

—Atla abi. Ali, kendine seslenildiğini düşünmemiş ilk önce. Patpat hafiften onu geçerken yine seslenmiş saçları yağlı, dağınık biçare görünüşlü kız. Bu sefer daha tok ve sert bir sesleniş:

—Hooop, atlasana ulan, yürümeyi çok mu seviyorsun,- deyince Ali bu sefer yavaşlamış olan Patpat cinsi küçük bir kutucuğa benzeyen araca, emir almış bir asker telaşı içinde atlamış. Oturulacak yer aramış ama nafile. Kız yine kenar mahalle ağzıyla:

—Yahu çök oraya, keyfine bak. Ne dikilip duruyorsun başımda Izbandut gibi. Çöküvermiş tabi usulca her yeri metal kaplı olan küçük bir kutu görünümlü patpat içine.

  On dakika içinde yakın olan kasabanın merkezine gelmişler. Uygun bir yere yanaşmış patpat araçlarıyla gezen, dolaşan serseri kılıklı iki genç insan. Ali o zaman dikkatlice bakmış kızın dış görünüşüne. Kısa saçları belki de günlerdir yıkanmamış, rüzgârdan birbirine dolaşmış iğrenç saçlara bürünmüştü. Yüzü, kötülükten çok uzak şeytan tüylü bir çocuk…

  Kız, Ali'nin süzüşünü, düşüncelerini, saflığını, koşulsuz görünen koşullarını anlamışcasına:

—Beni serseri sanıyorsun değil mi abi?-Yok canım olur mu öyle şey, deyince Ali, kız kendinden gayet emin:

—Benimle çıkar mısın abi. Aziz Öğretmen’in meşhur bir sözü vardı şaşırınca; “ Al buradan yak!” kafa karışıklığı içinde:

—Küçük kızlarla çıkmam ben. Kız, kirli, yırtık pırtık kont pantolonu arka cebindeki cüzdanı içinden nüfus kâğıdın çıkartıp Ali’ye uzatmış.-Bak yaşıma iyi bak bey abiciiim.

  Kızın yaşı 25 olsa bile Ali aynı laflarını tekrarlamış:

—Olsun, aramızda on yaş fark var. Dengi dengine…-Sevdim seni be abi. Çıksak ne olur sanki. Eğleniriz birlikte.

   Yakında bulunan parka gitmişler. Çay kahve sohbeti derken epey uzamış tiyatro sahnesi konuşmaları. Birkaç saat sonra kızın zekâsına, teatral kabiliyetine hayran kalmış. Meğer kız en iyi okullarda okumuş, oldukça zengin, aydın, aristokrat bir ailenin kızıymış.

  Yaşamı, sosyal hayatı başka başka yönlerde tanımak istiyor, farklı kimliklerle, görüntüler içinde insanları şaşırtmayı seviyormuş. Kasabanın zengin semtinde olan konaklarına davet etmiş Ali’yi. Ailesiyle tanıştırmış. Ailece kızlarının yaptıkları için özür dilemişler Ali’den. Ali de onlara Şekspir’in bir oyunuyla seslenmiş:

—Sonu nasıl biterse bitsin, yeter ki iyi bitsin! dedikten sonra iyi dileklerle ayrılmışlar birbirlerinden.

   —Görünüşe aldanma, insanların kusurlarını iyi anla, hemen hüküm verme; sözlerini tekrarlar Ali, bugün bile…

Güven SERİN 




9 Kasım 2022 Çarşamba

MALİ MÜŞAVİRLER DOĞADA DA VARLAR!

 

                     


 

            MALİ MÜŞAVİRLER, DOĞADA DA VARLAR!

    Tekirdağ Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Derneği, tam manasıyla atağa kalktı. Masa başı yaptıkları işin ardı arkası kesilmeyeceğini gören, yaptıkları işi, matematik, sosyoloji, ticari bilimlerle yoğuran Mali Müşavirler, bölgemizin en eski zamanlarda oluşan doğal alanları Istranca Ormanlarında da bir arada yürüdüler.

    Özellikle gençlerin başı çektiği Mali Müşavirlerin koşusu, bir yerde,1956 yılında öne çıkan, şiirde yenilenmenin peşinde koşan; Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Ülkü Tamer gibi, Mali Müşavirler, yenilenmenin, yenilikçi olmanın da öncüsü olacaklarını anlatıyorlardı…

    Her ne yapacaklarsa en iyisini yapabileceklerinin kanıtı gibi bu sefer de Istranca-Yıldız Dağlarında, belki de dünyanın en eski dağlarının vadilerinin kenarlarında, doğa ile dopdolu bir gün geçirdiler.

  Yakın zamanda sahneledikleri tiyatro oyunu, tiyatro sanatına bakışımızı sorgulamamıza neden oldu. İstenirse ve bu isteğin içinde saklı bir yeteneğin olduğu keşfedilirse, sanat denen yüce büyünün, her meslekte gün yüzüne çıkıp, insanların, insancıkların kopuk hafızalarına katkı verecekleri gibi, şehirlere, mesleklere yepyeni ve saygın bir bakış açısı da getirebileceklerini, Yahya Kemal Kültür Merkezinde sahneledikleri oyunlarla ispatladılar…

   Tekirdağ Mali Müşavirleri, dışarıdan veya içeriden bakıldığında oldukça sıkıcı, yorucu ve bitip tükenmeyen mesleğin içinde görünüyorlar. Sıklıkla değişen teknoloji, veri, yorum, kanunlar, maddeler değişimler karşısında ezilip büzülmek yerine, dimdik ayakta, tiyatro, koro çalışmaları yanında şimdi de bölgemizin en güzel doğal güzellikleri içinde adeta kayboldular; yeniden doğdular…

   Yürüyen Ayaklar gezi grubu rehberliğinde yola çıkan üç araçta bulunan Mali Müşavirler ve misafirleri, doğanın kalbinde tam manasıyla sıkı bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Yaklaşık 14 km süren bir yürüyüş; Kayın, Gürgen, Akçaağaç ormanları içinde, sayısız bitkilere dokunarak, ormanın şölensi ve dökülen yaprakları içinde kendi insanlık tarihlerine çok güzel, yaşayan, kıpır kıpır bir anı eklediler.

   Görünen o ki, gönüllü çıkılan, kuruntu, kuşku, koşullardan sıyrılan her yolculuk, başlı başına katkı verenlerin, emek harcayanların en güzel onarım anı, en değerli şifa kaynağına ulaşma zamanları gibi bir şeye dönüşüyor.

   Mitolojideki karakterlerin ölümsüzlük otunu araması hiçbir zaman sona ermedi. Bugünkü tıp da, insan ömrünü uzatmak için bin bir çeşit hüner gösteriyor. Sözün kısası, bir yudumluk yaşamlarımız, dönüşüm, yenilenme ve farkına varma sayesinde çok uzun yaşayanlara tur bindirecek kadar uzun bir sürece süzülüyor…

   Dönüşüm, yenilenme nedir? Derseniz, tiyatro sanatında öne çıkmış, Temaşa Kültür Merkezi felsefesi olarak öne çıkan açıklamayı örnek vererek anlatmak isterim;

 “ Neden Tiyatro? Neden Değişim? Neden Seyahat, Gezi? Neden Doğa? Unuttuğumuz değerleri tekrar hatırlatmak-hatırlamak, sahiplenmek, canlandırmak ve sahnelemek adına geleneksel ile geleceği buluşturmak.”

   Dikkat ederseniz, anlatacak bir şeyleri olmayanların yapacağı tek şey, durduğu yeri bataklığa dönüştürmektir. Ya gezginler, yeni şeylerin peşinde koşanlar?

   Çatalca Binkılıç yakınlarındaki Istranca Dağları gezisi sürerken sıklıkla Yürüyen Ayaklar öncüsü Uğur Bey bilgiler verdi. Belki de karşısında duran ışıltı saçan, neşeden, latifeden haberdar insanlarla doğada bir kez daha olmak ona da aynı enerjiyi yüklemiş olacak ki; “ Nasıl memnun kaldınız mı?” sözcükleri fazlasıyla samimiyet içeriyordu.   

   Bu gezide öne çıkan en önemli değerlerden birisi, en az doğanın kendisi kadar buraya katılan Mali Müşavirlerin seçkin ve doğaya özen gösteren, zarar vermeyen insanlardan oluşmasıydı. Doğanın eşsiz yerlerinde 5–6 saat yürüyen insanların doğa içindeki görüntüleri, güz eğlencesi için, doğanın kendisi için tam manasıyla bir uyum, bir gösteri ve kavuşum anıydı…

   Gezilen, görülen ve geçilen küçük dereciklerde bol bulunan kayalar tam manasıyla Dinozorlar Çağına kadar uzanan milyonlarca yıl öteye gidiyordu. Uğur Beye sorulan bir soru da buydu:-Uğur Bey gördüğümüz bu kayalar hangi zamanlara uzanıyor?-Bir coğrafya öğretmeninden öğrendiğim kadarıyla dünyanın en eski kayalarından, dağlarından birinin üzerinde yürüyoruz arkadaşlar, diye verilen cevabın anlamı, özellikle ileri toplumlar için çok büyük.

   Neden mi? Bulunulan yer,65 ile 250 milyon öteye uzanıyorsa, bunu turizme yansıtırlarsa gerisini siz düşünün…

    Etkenliğin, katılımın anlamları ne olursa olsun, içinde genç insanlar yoksa renkler solgun görünüyor. Bu gezinin genç doğa ve sanatseverlerinden iki isme; Ece ve Eda ERGENE kardeşlere ayrıca teşekkürü, onları yapıcı, onarıcı, huzur verici gezilere katan büyüklerine teşekkürü borç biliyorum…

    5 Kasım gününe çok özel ve unutulmaz anlamlar yüklememize katkı veren Tekirdağ Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Birliği Başkanı ve Yönetimine şükranlarımızı sunuyoruz…

 Güven SERİN