KATİL HASAN’A GECİKMİŞ BİR ÖZÜR
Şehrin sokaklarında çoğu gencin adını bile bilmediği,
sessiz, zarif, inci ruhlu bir klarnet ustası dolaşıyor. Tekirdağ’ın rüzgârını
içine çekmiş, notalarını sanki havaya değil de doğrudan insanın kalbine üfleyen
biri… Hasan Gizlenci. Ama herkesin bildiği adıyla: Katil Hasan.
Bu lakabı, bir kaba gücün değil, bir zamanlar
çocuk yaşta sahne aldığı düğünlerde öyle coşkuyla çaldığı için kırmasından almış.
Arkadaşları, “Bu çocuk klarnet öldürüyor!” diye takılmış önce; sonra bu mecazi söz,
zamanla “Katil Hasan” diye yerleşmiş. Bir enstrümanı-çalgı aletini paramparça
edecek bir öfkenin değil, müziğe duyduğu aşkın abartılı bir ifadesi… Yani
“katil” ,onun için aslında klarnetin sınırlarını yok eden, enstrümana-çalgı
aletine hükmeden anlamına geliyor.
Ama ne yazık ki, bu lakabın ardındaki derin ustalığı,
şehrimizin büyük kısmı hâla fark etmiş değil.
Yaşarken heykeli dikilen kaç müzisyen vardır
bu ülkede? Belediye Başkanı Ekrem Eşkinat ve onun kültüre gönül vermiş ekibi,
yıllar içinde ona duyulan saygının bir nişanesi olarak heykelini bir parka yerleştirdi.
Bu bile başlı başına bir onur, bir kültürel bilinç göstergesi olmalıydı.
Ama olmadı…
Zaman geçti, şehir baktı ama
görmedi.
Benim içimde ise uzun zamandır şu soru
dolanıyor:
Niçin fark etmeyiz böyle
değerleri?
Belki tiyatro salonları boş kaldığı, opera
sanatının tartışılmadığı, gençler edebiyatla, felsefeyle yoğrulmadığı için…
Sanatın eksildiği bir toplumda göz ve irade
hep vitrinlere döner. Kulak kalabalığın gürültüsüne alışır. Ve bir gün, yanı
başımızdan bir efsane geçer de biz görmeyiz…
Bu şehrin trajedisidir.
Bir uygarlık körleşmesi…
Katil Hasan, onu görenlerin “ Gel iki çay
içelim usta,” diye çevresi sarılması gereken bir değerdir. Hatta ilgiden
bunalmış olması gerekirken, o hâla mütevazıdır; şehrin sokaklarında kimseyi
rahatsız etmeden, kimseye sırt çevirmeden, incelikle yürür.
İçimde bir mahcubiyet var…
2024 Haziran’ında katıldığım bir etkinlikte
onu dinlerken çektiğim videoyu bugün yine açtım. Klarnetinden yükselen o ilk
tınıda bile hüzün var aslında: Biz neleri geç fark ediyoruz?
Bu yazı, o gecikmiş fark
edişin özrüdür. Ama bu özrün kuru bir sözcük olarak kalmaması gerek!
O hâla hayattayken, gençlerimiz için bir iz
bırakma borcumuz var. Onu daha sık sahnelerde, parklarda, atölyelerde,
okullarda, gençlerle yan yana yürüme fırsatları yaratmalıyız. Klarnetinin
nefesi sadece müziği değil, bir kültürün ruhunu da taşıyor çünkü. Genç bir
çocuğun kulağına değen bir ezgi, belki de o çocuğun bütün hayatının yönünü
değiştirir.
Ve şehir, ustalarına
hayattayken sahip çıktığında ŞEHİR olur.
Bu yazıyı okuyan herkes kendi payına düşen
bir hüzün bulsun isterim. Hüzün, bazen görmenin ilk kapısı olabilir:
Kimi kaybettiğimizi, kimi görmediğimizi,
kimi geç anladığımızı…
Ben kendi gecikmiş selamımı
bırakıyorum:
Emeğine, nefesine, ustalığına
sağlık Hasan Usta…
Seni geç fark edenlerin
mahcubiyetini bu şehre yazmak, anlatmayı çok isterim… İstiyorum…
Güven SERİN