24 Aralık 2025 Çarşamba

AY BULUTTA SAKLANIR: GANOSLAR DİYARI

 


KAMERA; GÜVEN



                 AY BULUTTA SAKLANIR: GANOSLAR DİYARI

  Yeniköy, Ganoslar Dağları’ın yüksek bir tepesinde kuruludur. Derin Manastır Vadisi’ne Kuzeyden ve Kuzeybatıdan bakan bu eski yerleşim, sadece bir köy değil; yüzyıllardır sessizliğin, rüzgârın, marifetin ve bekleyişin biriktirdiği bir hafızadır. Eski bir Rum köyü oluşu, taşlarına, taş duvarlarına ve patikalarına halen bir fısıltı bırakır. Geceleri ise bu fısıltılar, insanın iç sesine karışır, adeta süzülür…

  O gece, tam da bu yükseklikte, yıldızlara yakın ama bulutlara teslim bir gecede kamp kurduk. Ay, buluta saklanmıştı. Gökyüzü cömert değildi; yalnızca bir anlığına kuzey yıldızları göründü, o kadar. Ama bazen insan için bir an, bir ömürlük suskunluğu açmaya yeter.

  Kamp ateşi…

  Sadece doğru yerde, çevreye zarar vermeyecek bir şekilde, kontrol altında yakılan bir ateş. Ne doğaya meydan okuyan ne de onu tüketen bir ateş. Sadece ısınmak için değil; durmak, bakmak ve dinlenmek için…

   O gecenin en büyük emeği, yörenin çocuğu Yunus Usta’ya aitti. Yunus Çakır…

   El marifetiyle, sakinliğiyle, geceyle kurduğu o sessiz anlaşmayla. Taşlara sevgiyle dokunur, ateşi aceleye getirmez. Sanki kamp ateşiyle değil, ateş onunla konuşur. Böyle insanlar vardır; bulundukları yerde gürültü, şamata artmaz, aksine dünya yavaşlar.

  Bizimle her zaman olmasa da zaman zaman bu halka içine dâhil olan Bülent Yorulmaz’ı da anmadan geçemeyiz! Fazla söze gerek duymaz; varlığıyla alan açar, farklılığıyla tebessüm ettirir. İşte bu yüzden, geceyi paylaşanlar arasında adı sessizce ama onurla durur.

   Ve yaşlı meşe…

   Kurumuş dallarıyla, gövdesiyle, ateşte bize verdiği son ısıyla. Ona bir kayacak olarak değil, bir emanet gibi yaklaştık. Isındık ama eğildik de. Minnetle…

  Gecenin koynunda, kamp ateşi etrafında sohbet sürerken bir an geldi…

Eylülzede çaldı.

“Ay bulutta saklanır/Eylül gözlerine doğduğu gece…”

   Sözler ateşten yükseldi, dallara takıldı, gökyüzünde kayboldu. O an, hepimiz sanki geceyle birlikte başka bir eşiğe geçtik. Yaşlı meşe, sözcükler ve nağmeler arasında; zamanın aceleciliği geride kaldı. Kimse konuşmadı. Zaman bile akmadı. Çünkü bazı anlar, anlatılamaz; sadece kavramalın bile sessiz kaldığı, tükendiği bir aralıkta; sadece yaşanır…

  Sabah kamptan ayrılmadan önce…

  Ateşin külleri halen sıcakken, sade bir kamp kahvaltısına oturduk. Tam o sırada, dağların yamaçlarından köpek sesleri gelmeye başladı. Avcıların domuz avı için saldığı köpekler, bu kez yaşlı ve çok büyük bir tavşanın peşindeydi.

  Köpeklerin sesi yaklaştı. Taşların arasından, otların, ağaçların içinden…

  Derken o tavşan, bütün yorgunluğuyla kamp alanımıza kadar geldi. Bir an durdu. Büyük, yaşlı gözleriyle bize baktı. O bakışta ne kaçış vardı ne öfke; sadece tükenmişlik.

Göz göze geldik.

Kimse konuşmadı.

O an, dağ sustu.

  Beş on dakika sonra üç el silah sesi duyuldu. Kovalamaca bitti. Tavşan da…

   İçimizde bir hüzün kaldı. Derin, ağır ve kolay geçmeyecek bir hüzün. Çünkü bu sadece bir hayvanın ölümü değildi; doğayla kurduğumuz ilişkinin ne kadar kırılgan olduğunu yeniden hatırlatan bir andı.

   İşte tam da bu yüzden… Ganoslar-Işıklar Bölgesi’nin, gecikmeden milli park sorumluluğu içinde ele alınması gerekiyor. Bitki örtüsünün, hayvan çeşitliliğinin, yaban hayatının; daha ciddi, daha bilimsel ve daha vicdanlı bir koruma altına alınması şart. Bu dağlar sadece manzara değil; canlı, nefes alan bir bütün…

 Yazdığım, sadece bir kamp yazısı değildir. Bir kültür, bir duruş, bir yavaşlama bir sorumluluk çağrısı…

   Ganoslar’da ay görünmedi o gece.

  Ama insan,kendini biraz daha net gördü.

Güven SERİN 

 

 






Hiç yorum yok: