BİR
USTANIN AĞACA VERDİĞİ RUH: PERTEV ASLAN
İnsan yaşamında, bazen öyle karşılaşmalar oluyor ki, kendinize “İşte gerçek sanatçı böyle olmalı” dersiniz. Çünkü sanat, kalabalığın içinden seçilemez; zaman içinde süzülür. Bazı insanlar, sanki imbikten damla damla geçerek bugüne ulaşmış kadar öz, temiz, sahici… Pertev Aslan onlardan biri
Onunla beni tanıştıran, yıllardır kıymetini bildiğim öğretmenim Mehmet Çevik oldu. Malkara’da yetişmiş bir öğrencinin bugün Tekirdağ Belediye Pasajı’ndaki küçük atölyesinde, yaklaşık bir buçuk yıldır sessizce üretim yapması bile başlı başına anlamlı. Beni asıl etkileyen, işçiliği ya da mahareti değildi; sanatı para terazisine koymayan, gönüllülüğü ve sabrı hayatının merkezine almış bir ustayla karşılaşmış olmamdı.
Sanatın ticari kaygılarla kirletildiği çağımızda, Pertev Aslan gibi ustaların varlığı insanı derinden sarsıyor. O,eserlerinin peşinden ünlü olmayı, popülerlik kazanmayı, alkış toplamayı aramıyor. Aksine, sanatıyla yoğrulan bir iç dünyayı inşa etmeyi seçiyor. Öteden beri sanatın tüccar gibi düşünülmesine karşı duranlardanım. Sanatın özü bu olamaz; olmamalı. İşte Pertev Aslan’ın felsefesinde beni mutlu eden de tam olarak buydu: Gerçek sanatın taşıdığı o eski, o sahici nefes.
Pertev Aslan’ın oyma ve kakma çalışmalarına baktığımızda, ilk görünen şey ustalık değil; bir iç titreşimdir. Ağaçla konuşan, ağacın fısıltılarını duyan, ağacın eski yaralarını hisseden bir el… Ağaç, ancak kendisini dinleyene açar içini. Pertev de bu dili bilenlerden.
Tam da burada, bu noktada, sanatın büyük yalnız ruhları hatıra geliyor: Van Gogh ve Fikret Mualla.
Van Gogh’un sarısı, bir renkten çok bir çığlıktı. Güneş tarlalarına bakarken içinden yükselen o çağrı, burada Pertev’in oyma bıçağı ve kıl testeresiyle akrabadır. Van Gogh gökyüzünü kendine benzettiyse, Pertev Aslan da ağacı kendine benzetiyor. Özenle seçilmiş ağacın damarlarında Van Gogh’un görünmez isyanı dolaşıyor gibidir.
Fikret Mualla’nın Paris sokaklarında bıraktığı o kırılgan çizgi ise, Pertev’in işlerinde ağacın doğal çizgilerinde hissediliyor. Mualla kalabalığın içindeki yalnızlığı resmetti; Pertev ise hiç konuşmayan bir ağacın yalnız ruhunu görünür kılıyor.
Bu yüzden Pertev Aslan’ın eserlerine uzun uzun baktığımda, onların sadece bakılan objeler olmadığı; duyulan, sezilen, insanın içine işleyen titreşimler olduklarını hissettim.
Sanatın tarihine biraz bakan herkes bilir:
Van Gogh yaşamı boyunca
neredeyse tek bir tablo bile satmadı.
Fikret Mualla, kendi
ülkesinde dışlanmışlık hissiyle yaşamını geçirdi.
Pertev Aslan ise bugün bir
pasajın küçük bir atölye odasında, büyük bir tevazu ile üretmeye ve daha da
özgün olanı yakalamaya devam ediyor.
Hepsinin ortak noktası da şu: Gerçek sanatçı, yaşarken değil; yaşattığıyla yaşar. Pertev Aslan eserlerini “görülmek” için değil,”doğmak” için üretiyor.
Kısa bir sohbetle ustanın dünyasına bir kapı araladık. Mehmet Çevik ile atölyesinin kapısını araladığımızda yoğun bir ağaç kokusu yüzümüze vurdu. Duvarda asılı eserleri, masasının üzerinde yarım kalan işler ve talaşlar; bir ustanın atölyesinin kılcal damarlarıyla can damarları gibi adeta dans ediyor gibiydiler.
Masasına yaklaşarak Pertev Aslan başını kaldırdı ve sakin bir tebessümle baktı.
“Burası sizi yormuyor mu?” diye sordum.
Elindeki oyma parçasını bıraktı, ardından yumuşak ama zengin bur ruhun da dokunuşuyla şunu söyledi:
“İşte benim dünyam burası.
Buraya gelince, kapıyı kapatınca her şeyi unutuyorum. Burası benim kendimle
sanatımı yoğurduğum bir mekân.”
Belki de bu yüzden eserleri bu kadar sahici. Belki de bu yüzden ağaç onun elinde yeniden doğuyor.
Ağaçla konuşan, sabırla yoğuran, gönüllü üreten, iç dünyasını ticaretin gürültüsüne kapatmayan nadir ustalardan biri… İmbikten süzülmüş olanların arasına adını çoktan yazdırmış…
Güven SERİN





Hiç yorum yok:
Yorum Gönder