23 Aralık 2025 Salı

GENÇLİK

 



SÜMER’DEN BUGÜNE: GENÇLİK HEP SUÇLANDI

   Sahilde bir kafeteryada…

   Masalar dolu, deniz kendi sessizliğinde. Yan masaya iki genç geldi; bir kadın, bir erkek. Sesleri yüksek ama hoyrat değil; daha çok içte birikenin taşması gibi. İnsan, istemese bile kulak misafiri oluyor.

   Sanıyorum bir sağlık kuruluşunda çalışıyorlar. Erkek sesiyle ustaca oynuyor; bazen kadınsı bir neşe, bazen buyurgan bir memur ciddiyeti… Karşısındaki genç kadın gülüyor. Bu gülüş hafif değil; bastırılmış bir yorgunluğu saklamıyor, ele veriyor.

   Sohbetin tam da orta yerinde, erkek bir cümle bırakıyor masaya:

 “Böyle bir şey olmak isterdim…

Kamburu çıkmış, masa başı bir çalışan.”

   Tam da orada sohbet sıradanlığı kaybediyor. Çünkü gençlik artık yükselmeyi değil, sabitleşmeyi hayal ediyor. Geleceği fethetmeyi değil; çevresi belli bir hayatı.

   Erkek devam ediyor, önceden gözlemlediği memurları taklit ediyor:

 —Evet, sıradaki gelsin!

   Taklit başarılı. Kadın başını sallıyor; belli ki o da aynı duygunun içinde erkeğe destek oluyor. İstedikleri şey yaşlanmak değil aslında; belirsizlikten kurtulmak. Gençliklerinin yok olması değil; omuzlarındaki görünmez yüklerinin adının konması.

  Çünkü kambur, çoğu zaman yaşlılığın bedensel arızası değil; toplumun, kendi taşıyamadığı yükü gençlerin sırtına erken koymasının görünür halidir. Bugünün genci kamburu bu yüzden hayal eder: En azından ne taşıdığını bilmek için.

   İlk bakışta bu sohbet tuhaf gelebiliyor insana ama değil. Bu çağın gençliğinin itirafıdır.

   Bugünün gençleri sadece çalışmıyor; sürekli tutunmaya çalışıyor. Ekonomik olarak sıkışmış, psikolojik olarak gerilemiş, sosyolojik olarak da “bir şey olma” baskısıyla kuşatılmış durumda. Masa başı memuriyet burada kariyer hedefi değil; hayatın nereye kadar gideceğinin belli olduğu durak, belirsizliğin biteceği bir eşik.

   Bir filozof, değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu söyler. Doğru ama tarih bize başka bir gerçeği anlatır: Şikâyet de hiç değişmez.

   Bugün gençler çok konuşuluyor, çok eleştiriliyor. Oysa bundan dört bin yıl önce, Sümer tabletlerinde yaşlılar gençlerden yakınıyordu.”Saygısızlar” ,”tembeller”, “eskisi gibi değiller” diyerek, seslenişlerini kil tabletlere kazıyorlardı. Demek ki kuşak çatışması yeni değil; sadece biçim değiştiriyor.

   Fakat bir fark var. O günün gençleri dünyayı bozmakla suçlanıyordu. Bugünün gençleri ise dünyanın altında kalıyor.

   O kafedeki kahkahaları ne umursamazlık, ne de hafiflik. Onlar, dayanma sınırına yaklaşmış bir kuşağın kendini ayakta tutma biçimi gibi geliyor bana.

   Belki de bu yüzden, gençliğe söylenecek son söz sert bir hüküm değil; berrak bir çağrı olmalı. Aytekin Karaçoban’ın dizeleri gibi… Taş kesilmiş bir suskunluk yerine, akışkan bir bilinç önermeli bu ülkeye…

 “Taş gibi durgun ve suskun başlamak yerine,

Su gibi akışkan, konuşkan başla,” der şair.

“Uyansın bilincim,

Sesi sis içinde yitiren o ülkeye…”

   Yeni bir öz ister, yeni bir biçim, yeni bir kimlik… Bakışı özellikle ışıklı olmasını ister. Üstüne açık bir gök yerleştirir; bilir ki göğün coğrafyası konukseverdir, sınırı yoktur ve aynı dil konuşulur her köşesinde.

 Belki de gençlik kamburu değil, işte bu açık göğü hayal ediyordur.

 Güven SERİN 

  


Hiç yorum yok: