20 Aralık 2025 Cumartesi

YAVUZ SAL

 



                GÜCÜN DEĞİL, DİSİPLİNİN HİKÂYESİ: YAVUZ SAL

   Parmak hesabı yapsam, Yavuz Sal’ı kırk iki, belki kırk üç yıldır tanıyorum. Aynı lisede, üç yıl boyunca aynı sınıfı paylaştık. Zaman bazı insanları sadece yaşlandırır; bazılarını ise olgunlaştırır, derinleştirir. Yavuz Sal, o ikinci gruptandır.

   “Yavuz Sal kimdir?” deseler, hiç düşünmeden şu cümleyi kurarım:

 “ Disiplinli bir sporcu, bir insandır.”

   Lise yıllarında karate sporuna merak sarmıştı. Ama bu, gelip geçici bir heves değildi. Okul biter bitmez, adeta koşarcasına antrenmana gider, sporun hakkını vermeye çalışırdı. Ardından tekvandoya gönül verdi. O gün bugündür bu yolculuk, sıradan bir spor serüveni olmaktan çoktan çıktı.

   Yavuz Sal bugün sadece bir sporcu değil; yüzlerce öğrenci yetiştirmiş, öğrencilerinin bir kısmı hoca olarak yaşama kazandırılmış,”hocalar hocası” unvanını çoktan hak etmiş bir emek insanıdır.

   Okul yıllarından aklımda kalan en önemli özelliklerinden biri şuydu: Karateyle uğraştığı dönemlerde bile sporu asla bir gösteri aracı olarak görmedi. Gücünü sergilemek, insan korkutmak ya da üstünlük kurmak için kullanmadı. Onun için spor; önce ruhu eğitmek, sonra da bedeni güçlendirmekti.

   Tekvando ile birlikte, belki de atalarımızın yüzyıllar boyunca yoğurduğu o yüksek disiplin anlayışını hayatının merkezine koydu. Kendisi için de öğrencileri için de temel ilke hep aynı oldu:

 “Bu spor, önce disiplindir.”

   Yıllardır Yavuz’la baş başa, uzun bir sohbet etmenin özlemini çekiyordum. Ta ki güneşli bir Tekirdağ gününün şanslı bir anına kadar…

   Onu, lise yıllarında okula gidip geldiğimiz Hükümet Caddesi üzerinde gördüm. Dayanamadım, bir Nasreddin Hoca fıkrasını sahiplenerek seslendim:

 “Yavuz, senin için çok geziyor diyorlar! Ben de onlara ‘gezseydi bana da atölyeye uğrardı’ dedim.”

Gülümsedi.

Buluşmak üzere sözleştik.

   Ben yoluma devam ettim. Önce Halil Sever Usta’ya uğradım. Kısa ama bir o kadar değerli bir sohbetli birlikte ısmarladığı Türk kahvesini içtim. Ardından da Eski Sanayi dükkânlarında atölyesi olan Sedat Dursun Usta’ya uğradım. Tavlada bir güzel yenildikten sonra sahilin yolunu tuttum. Yavuz, sahilde bir bankta oturuyordu. Vagon Kafe’de olacağımı söyledim.

 Yarım saat sonra geldi.

   Ve iki arkadaş; geçmişle geleceğin tam ortasında, şimdiki zamanda buluştuk. Sohbetimiz ilerledikçe anladım ki tekvando, dışarıdan bakıldığında sadece tekme ve savunma sporu gibi görünse de özünde çok daha derin felsefe barındırıyor. Selam vermekle başlıyor her şey. Rakibe değil, önce kendine saygı öğretiyor. Sabırsızlığı törpülüyor, öfkeyi dizginliyor; bedeni güçlendirirken zihni de terbiye ediyor.

   Yavuz Sal’ın öğrencilerine ilk öğrettiği şey sadece teknikle olmadı. Ne yüksek tekmeler, ne hızlı hamleler… Önce duruşu anlattı. Salona girişteki selamı, hocaya ve arkadaşına gösterilen saygıyı, kaybedince susmayı, kazanınca kibirlenmemeyi… Çünkü tekvando, insanı ringde değil, hayatta ayakta tutmayı amaçlar.

   Bugün Yavuz Sal hâla spor hocalığı yapıyor. Tekvandonun verdiği o sağlam disiplinle; hem öğrenmeye hem de öğretmeye devam ediyor.

   Bu yazı, bir dostluğu anmak için yazıldı. Bir spor insanını onurlandırmak için yazıldı. Ama en çok da; gücün değil, disiplinin bir hayatı nasıl şekillendirdiğini hatırlatmak için…

 İyi ki varsın Yavuz SAL.

İyi ki aynı sınıfı, aynı yılları ve aynı dostluğu paylaşmışız.

Güven SERİN  


 

   


Hiç yorum yok: