ÜRETİCİ BİLGELİĞİ: HASAN ARICI
Yaşamının küçük bir bölümü Tekirdağ Ferhadanlı, daha sonrası Almanya ve kırk yıldır Tekirdağ’da üretmekle şekillenen bir yaşamın sessiz çığlığı gibi sesini hiçbir zaman yükseltmeden, büyük düşlerden, zenginliklerden beslenmek yerine, kendi toprağında, atölyesinde, insanların en küçük ihtiyaçlarını yıllardır karşılamış olan bir usta, üretici ve bilge kişilik…
Hasan Arıcı gibi üretici insanlar, ömrünü gevezelikle geçirmeye alışmış toplulukların, insanların hep tercih edeceği yaşam biçimi olmadığını biliyorum. O’nun ibadeti; ya atölyede, ya da bahçesinde, üreterek yükselir gökyüzüne…
Bahçede çalışırken gördüm onu. Güneşin öz evladı gibi, başından hiç çıkmayan şapkası, hünerli elleri ve zihniyle baş başa; tıpkı filozofun binlerce yıl fuzuli çağrılara kendini kapatıp; “ Gölge etme başka bir şey istemem” gibidir; toprağın içinde, güneşin altındaki görkemli halleri…
Marangozhanesinde artık unutulmuş, bir yerde “Tarih” olmuş kuskus, tarhana teknelerini tekrar yeryüzüne çağıran; elleri, yetenekleriyle var eden de Hasan Arıcı’dır…
Bildik insan korkuları ve telaşları kendisinde yok dersem, yanlış olmaz! Öyle bir dalar ki yaptığı işe, alıştığımız insan beklentilerinin ötesine ulaşır. Talaşla kaplansa da bulunduğu atölye, O’nun hedefi bellidir; elindeki işi en iyi şekilde bitirmek…
Toprağın ve suyun olduğu yerde de öyle. Ekilmeyen meyveyi ekmek, bilinmeye tatları bahçesine davet etmek… O’nun yarattığı bahçenin tadına koşan çok olur. Doğada, doğal yaşamın içindeki bahçelerin meraklısı olan hayvanlar, kim bilir kaç bin kez yakarışlarını toprağa bereket eken bahçıvan-usta için olmuştur.
En iyi lahanayı, domatesi, elmayı, kirazı, çileği, inciri yetiştirdiğiyle kalmaz, başka “En iyi-ler” ne var, diye kendi serüvenini; toprak ile güneş arasıdaki bitip tükenmez enerjisini sürekli devinim halinde tutar.
Yaratıcı ve üretici zihinlerin bilgelikleri fısıltı halinde yayılır yaşadıkları yere. Vakitleri yoktur, boşluğun içinde boş vermişlik haliyle aynıyı tekrar edenlere laf yetiştirmek isteyenlere…
Uzundur menzilleri. Türkülere konu olmuş sözler gibidir onların sessiz çığlıkları. Toprak çağırıyorsa, tohumlar ; “Hadi koş, bize can ver “diyorsa, O’nun içindeki aşk; kırların kokusunu, esintisini de beraberinde getiriyordur.
Yaşadığı yerlerle bağlar kurmak, hünerli insanların üretken zihinleriyle, elleriyle tanışmak; insanı arayan ve gözleyenler için ayrıcalıktır…
Hasan Arıcı gibi insanların bol olduğu zamanlarda “ Geçinemiyoruz” sözünü duymak zordu. Hatta utanılacak bir şeydi… Kapıya gelen dilenci bir kadın, en yoksul bilinen ailelerden bile bir köy ekmeği, koca bir kalıp köy peyniri alıp, duasını ederek çıkardı.
Düşünüyorum da, herkes sloganlarla bir yaşam oluşturmaya kalksaydı, üreten insanların zihinleri toptan tükenseydi ne olurdu? Bu soru, yarım yüz yıl önce zor bir soruydu! Ya şimdi? Çok kolay bir cevap; herkes verebilir:
—Çobanları Afkanistan’dan getiririz… Yaşlılarımıza bakacak insanları, Türkmenistan, Özbekistan, Ermenistan’dan getiririz. Niçin ama? Çünkü üretme düşüncesi hastalandı…
En son çobanlık yapan, Işıklar-Ganoslar Dağları’nın tepelerinde rastladım çoban da öyle demişti; “ Ağabey, bu işten kazanıyorum kazanmasına ama iki yıl içinde küçükbaş hayvanlarımızın tamamını satıp, Tekirdağ’a yerleşeceğim.
—Neden?
—Buralarda kalırsam kim
evlenir benimle?
İki yıl sonra gerçekten de çoban tutmuştu sözünü; artık oradaki dağların, vadilerin çan sesleri susmuştur…
Hasan Arıcı, yarım yüzyılı çoktan aşmış ömrü içinde, bildik bütün mazeretleri bir kenara, nazikçe iterek yoluna devam etti. Etmeye de çalışıyor. Zaman denen mucizenin, insan bedenine inen ağır yaşlılık yüklerinin bile ona pes ettirme şansı olmadı. Öyle veya böyle; üretmeye devam ediyor. Kendi fısıltılarını, sessizliğin de sesi: ÜRETMEK olduğunu göstere göstere, öyküsünün altına HASAN ARICI imzalarını atıyor…
Güven SERİN