10 Ekim 2025 Cuma

SAÇAKALTI AYDINLARI

 


GPT

               SAÇAKALTI AYDINLARI ve KÜLTÜREL ZİRAAT

Saçakaltı, tarihler boyunca sadece gölge, yağmurdan sığınma değil, aynı

zamanda yaşamın, sohbetin ve emeğin bir simgesi olmuştur. Yağmurdan,güneşten korunmak için sığınılan bu alan, aslında üretimin, paylaşımın, kültürün filizlendiği yerdir. Gölgede durmak yeterli değildir; gölgeyi anlamak ve gölgenin altında bir şeyler yetiştirmek gerekir.

Bugün saçakaltı aydınlar var. Onlar gölgenin rahatlığında oturur, her şeyi

kurumlardan bekler, üretmeye yanaşmazlar. Toplumun ve şehrin yükünü başkasına devreder ama şikâyet etmeyi, eleştirmeyi ihmal etmezler. Kurumların açacağı sergi salonları, kültür merkezleri, belli kafeler veya sanat mekânları…

İşte onların sosyal ve kültürel hayat sandıkları yerler. Oysa gerçek kültür,sadece salonlardan ve mekânlardan beslenmez.Tabiatta bile vermeden alma ilişkisi yoktur. Bir bahçe, bir tarla, bir bağ… Onları görmek yetmez; almak için sürekli ekmek, sulamak, kollamak ve fedakârca emek harcamak gerekir. Ürün, emeğin karşılığıdır. Aynı yasa kültürde de geçerlidir. Saçakaltı aydınlarımız ise bu gerçeği unutur gibi,başkasının toprağında, başkasının emeğinde dolaşır, oradan oraya savruluyormuş gibi görünürler. Gölgeyi severler ama yükü taşımazlar; izlemeyi bilirler ama

üretmeyi bilmezler. Bir başka tehlike: Sadece belli mekânlara, kurumsal etkinliklere bağlı bir kültür, kendini sınırlayan bir kültürdür. Bir kafede, bir sergi salonunda veya bir kültür merkezinde sosyalleşmek kolaydır; ama gerçek şehir hayatı, taşına,sokağına,mahallesine sahip çıkmakla, kendi gölgesinde üretmekle doğar. 

Kurumların açtığı mekânlar sadece aracıdır; kültürü var eden, emeğini ortaya koyan bireydir.Bu noktada, gerçek aydın ve sanatçılardan ders almak gerekir. Yunus Emre

mekânlara bağlı kalmadan, köy köy, kasaba kasaba dolaşarak insanlara felsefeyi,sevgiyi birliği anlattı. Van Gogh, hiçbir eserini kurumsal bir galeriye teslim etmedi; fırçasını, toprağı ve ışığı takip ederek kendi iç dünyasında ve doğada eserini yarattı. Van Gogh, kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda yeni bir eser tamamladığında duyduğu coşkuyu şöyle dile getiriyordu:

“Yeni bir tabloyu tamamladığımda, sanki dünyadaki tüm yüklerden kurtulmuş gibi hissediyorum. Bu, bana hayatın anlamını yeniden hatırlatıyor.”Saçakaltı aydınları gölgeyi sever ama yükü taşımayı reddeder; başkasının emeğine yaslanır ve kendi sorumluluğunu unuturlar. Gerçek aydın ise elini taşın altına koyar; şehrin taşına, parkına, kültürüne sahip çıkar, tohumunu atar, 

emeğini verir. Kurumlardan beklemek kolaydır, ama gerçek ziraat sabır, emek

ve adanmışlık ister.

Sözümüz açıktır: Sayın saçakaltı aydını, gölgenin rahatına sığınmayı bırak.Kendi şehrinin toprağına eğil, elini kirlet, emeğini ver. Yoksa saçak çöker, gölge biter, kültür kurur. Çünkü yaşamın, doğanın ve kültürün temel yasası aynıdır:

Vermeden almak mümkün değildir.

Kültür, sadece kurumların açtığı kapılardan değil; senin mahallenden,sokağından, saçakaltından filizlenir. Oradan oraya savrulan gölge değil,emeğiyle şehrin ışığını büyüte kişi ol.

“İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir; sen kendini bilmezsen, bu şehrin

gölgesinde boş dolaşırsın.”

Yaşamın melodisi kültürdür; sahilde ıslık çalan insanların izi ise onun en güzel neşesidir.

Güven SERİN 




Hiç yorum yok: