4 Kasım 2025 Salı

BİR KENTİ YENİDEN OKUMAK

 


          TEKİRDAĞ RÜZGÂRI: BİR KENTİ YENİDEN OKUMAK

 

 Böyle bir çalışma için bir yazı hazırlamak hem heyecan verici, hem de hissettiklerinin, öğrendiklerinin tamamını aktaramamak hüzün verici. Bu eser için ilk başta“Kentin Kalbini Dinlemek: Tekirdağ Üzerine Bir Kitap” başlığını tasarlamıştım.

  15 Ekim 2025 günü, Tekirdağ’ın belleğinde iz bırakacak iki konuğu ağırladım. Yıllarını, emeklerini Tekirdağ’ın kimliğini anlamaya, anlatmaya adamış üç ismin çalışmasıyla tanıştım: Namık Kemal Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doç.Dr. İhsan Çetin ve onun öğrencileri Firdevs Midil ile Selin İlter. Bu şehrin hikâyesini, insanıyla, geçmişiyle, taşına toprağına sinmiş anlamıyla derlemişler: Tekirdağ Kentleşmesi ve Kimliği.

  Bu eser sadece akademik bir araştırma değil, aynı zamanda tam manasıyla bir vicdan aynası. Şehri sadece yaşanılan bir yer değil, hatıralarımızla, duygularımızla, alışkanlıklarımızla örülmüş bir canlı varlık olarak anlatıyor.

  Önsözündeki şu cümle, kentin ruhunu anlamak için iyi bir işaret:

“ Kente aidiyetle başlayan duygusal bağ, biriken anılarla birlikte çeşitlenmiş ve derinleşmiştir. Gurbetin acı olması ile memleket özleminin ardında bu duygu yatar. Diyeceğimiz o ki, kentler bir mekân olmanın ötesinde bir anlam taşır.”

  Bu satırlar, insanın içinde bir damarın yeniden atmasını sağlıyor. Bu anlam, Tekirdağ’ın taşında, kokusunda, insanında, rüzgârında gizli.

  Doç, Dr.İhsan Çetin ve öğrencileri bu anlamın peşine düşmüşler. Kentin damarlarını adım adım incelemiş, tarihini, dönüşümünü, yitirdiklerini ve umutlarını belgelerle, gözlemlerle ortaya koymuşlar.

  Kitabı bitirdiğimde içimde Tekirdağ’a bir kez daha sarılma isteği doğdu. Bu çalışma sadece bilgi değil, bir farkındalık armağan ediyor. Okudukça şu soru kaçınılmaz hale geliyor:

“Biz Tekirdağ’ı ne kadar tanıyoruz?”

Bir kenti sevmek, onu tanımakla başlar. Tanımadığımız bir kente nasıl aidiyet duyabiliriz?

  Bu eser, kent algısını bir dokumacı titizliğiyle işliyor; bazen renkli iplerle, bazen renksiz alanlara dikkat çekerek…”Sakin şehir “ kavramına değiniyor mesela. Şarköy’ün bu projeye katılma isteğini, Sığacık’ta başlayan sade yaşam hareketinin Tekirdağ’a nasıl yansıyabileceğini düşündürüyor. Belki de gelecekte insanlık yeniden doğaya, sessizliğe, küçük şehirlerin huzuruna dönecek.

  Kitabın 62.sayfasında geçen Georg Simmel’in “Metropol ve Zihinsel Yaşam” makalesi ise, modern şehirde insanın ruhsal yükünü anlamak için benzersiz bir kapı aralıyor. Simmel şöyle der:

“ Büyük kent hayatı, bireyi sürekli olarak uyarımların bombardımanına maruz bırakır; bu yüzden insan, duygusal tepkilerini korumak için zihinsel bir kabuk geliştirir. Bu kabuk, bir savunmadır ama aynı zamanda yalnızlıktır.”

   Ne kadar tanıdık, değil mi? Belki de Tekirdağ’ın rüzgârını, denizini, yokuşlarını ve eski sokaklarını koruma isteğimizin ardında tam da yalnızlıktan kurtulma arzusu yatıyor.

   Ve sonra… Kitabın bir sayfasında karşıma çıkan Zübeyde Hanım Parkı. İçimi burkan yerlerden biri. Ağaçların yerinde artık sadece beton var; 220 araçlık bir otopark ve “modern” bir meydan. Ama o meydanın ne sesi var, ne gölgesi, ne kuşu, ne de hatırası…

  Eğer bu kitabı o alanı düzenleyenler okusaydı, belki o meydan bugün, yalnızca arabaların değil, insanların da nefes aldığı, ağaçların gölgesinde sohbet ettiği bir alan olurdu.

“Tekirdağ Kentleşmesi ve Kimliği”,bize kaybettiklerimizi hatırlatırken, hâla elimizde kalanları koruma isteği de aşılıyor.

Her satırında “henüz vakit varken” diyor.

Henüz vakit varken…

  Bu yazıyı sahile inerken ve orada Tekirdağ rüzgârıyla yürürken tanıdığım, hissettiğim Tekirdağ rüzgârı heyecanı içinde yazıyorum.

   Bu rüzgârda hâla bilimin, emeğin ve umudun nefesi var. Ve o nefes diyor ki:

 Bir şehri sevmek, onu yeniden okumatan, yeniden anlamaktan geçer.

   Bu anlamlı esere emek veren Doç.Dr. İhsan Çetin’i, araştırmadaki titiz çalışmalarıyla katkı sunan Firdevs Midil ve Selin İlter’i içtenlikle kutluyorum. Saha çalışmasında yaptığı destek için Emin Benan Utku’yu da kutluyorum. Onların bu çabası sadece bir kitabı değil, bir kentin bilincini büyütüyor.

  Ayrıca böyle değerli bir çalışmaya akademik zemin sağlayan Namık Kemal Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nün tüm idarecilerine, akademisyenlerine ve öğrencilerine de teşekkür borçluyuz.

Çünkü kentleri sadece binalar değil, düşünen, soran, araştıran insanlar yaşatır.

   Ve şimdi…

Tekirdağ rüzgârı yüzümü vuruyor.

Bir şehrin hafızası, bilimin ve emeğin ışığında yeniden can buluyor.

 Güven SERİN 

  


Hiç yorum yok: