15 Kasım 2025 Cumartesi

SVETLANA

 


         BİR DİKTATÖRÜN KIZI: HAYAT BOYU SÜREN İLTİCA

“Kırk yıl yükseklerde yaşadım, kırk yıl aşağılarda; sorun yok!”

Bu sözler, yeryüzünün en kudretli, en acımasız adamlardan biri olan Josef Stalin’in biricik kızı Svetlana Alliuyeva’ya ait. Dünyanın tepesinde bir yaşam içinde doğuyorsunuz ama hayatınız, ömrünüzce bir yetim ruhu taşıyarak geçiyor.

 Svetlana’nın öyküsü, sadece tarihin tozlu sayfalarında kalamaz. Mümkün değil; anne ve baba sevgisinin boşluğuyla yara almış bir ruhun acı bir ağıdı.

 Babasının gücü, gökyüzünü bile delip geçiyordu belki, ama o güç,altı yaşındaki bir kız çocuğunun kalbindeki derin deliği kapatmaya yetmedi.Annesi Nedezhda Alliuyeva’nın intiharıyla başlayan bu trajedi,Kremlin’in o kalın ve sisli duvarları arasında bir hüzün perdesi gibi açıldı.Diktatörün kızıydı,ama sevgiye açtı.Yanında bir koruma ordusu vardı,ama ruhu yapayalnızdı.

 Büyük rütbelerin, o keskin gücün ve o bitmek bilmeyen gösterilerin peşinde koşanlar, farkında olmadan kendi aile ocağını da dinamitliyordu. Gözleri, tarihin büyük sahnesine o kadar takılıyor ki, evlerinin küçük, loş köşesinde solan çiçekleri, yani kendi evlatlarını göremiyordu.

 Svetlana babasının emirlerinden, o dehşetli gölgesinden kaçmak için yollar aradı. Âşık oldu, ama babasının öfkesi o masum aşkı Sibirya’ya sürgün etti. O an anladı: Babası onu seviyordu belki, ama bu sevgi, onu boğan, nefessiz bırakan bir pranga idi.

Sonunda,1967’de,dünya nefesini tutarak izledi: Stalin’in kızı, Sovyetler Birliği’nden iltica etti. Amerika’ya gitti, adını Lana Peters yaptı. Derdi ne kominizim ne de kapitalizm; onun derdi, sadece daha özgür bir insan olmaktı.

 Özgür olabileceği bir kapı çalmıştı, öyle sanıyordu.

 Ama en büyük acı, en büyük hayal kırıklığı onu orada bekliyordu. Yıllar sonra, ülkesine, doğduğu topraklara geri döndüğünde… Kalbi, geride bıraktığı çocuklarının onu özlemle karşılayacağı umuduyla çarpıyordu. Belki yıllardır süren bu çilekeş yaşam, sonunda bir “yuva” bulacaktı.

 Acı gerçek, bir bıçak gibi saplandı kalbine: O,kendi yolunu seçtiği an, çocuklarını çoktan kaybetmişti. Onlar büyümüş, annelerinin yokluğunda başka bir hayat kurmuşlardı. Geri dönüşü olmayan bir ayrılıktı bu. Svetlana, evlatlarının onu beklediğini sanıyordu; oysa onu bekleyen tek şey; yabancılığın buz gibi duvarları, elleri oldu.

Özgürlük arayışındaki bir anne, en büyük bedeli kendi kalbiyle ödemişti.

Hayatının sonunda, yoksulluk içinde, gözlerden uzak bir bakımevinde hayata veda etti. Onun son sözleri, bir sitemden çok, kadere boyun eğen bir kabullenişti.

“Kırk yıl yükseklerde, kırk yıl aşağılarda yaşadım! Sorun yok!”

Sorun yok muydu gerçekten? Biz biliyoruz ki, o sözlerin arkasında, bir ömür boyu dinmeyen bir hüzün fırtınası gizliydi. Kim bilir, ruhunda taşıdığı o anne-baba sevgisi boşluğu, hangi fırtınalarda onu savurdu?

 Svetlana’nın öyküsü, güce tapan bir dünyaya son bir fısıltıdır: “ Rütbeleriniz, ne kadar yüksek olursa olsun, bir çocuğun kalbindeki sevgi yuvasını yıktığınızda, siz de kendi evinizi yıkarsınız.”

 Ve o hüzün, bugün hâla bizim de içimizi acıtmaya devam ediyor.

Güven SERİN 

 

 

 

 

 





Hiç yorum yok: