11 Kasım 2025 Salı

BARBAROS KIYISINDA BİR OTOBÜS

 


           BARBAROS’UN KIYISINDA TURKUAZ BİR HİKÂYE

        ( Bazen Bir Yol, Bir Manzaradan Çok Daha Fazlasını Anlatır )

   Hafta sonları, şehirden biraz uzaklaşmak, sessizliğin içinde yenilenmek için Süleymanpaşa’dan Barbaros’a giderim.

 On beş kilometrelik kısa bir yol, insana büyük bir uzaklık hissi verir. Aslında uzaklaşmıyorum; sadece kalabalığın gürültüsünü geride bırakıyorum. Halk otobüsü gideceğim yere doğru yol alırken, eski bağların yerini sitelere bırakışını görürüm hep. Toprak susmuş, bağlar yok edilmiş, çok katlı sitelerin, evlerin arasında kalmış tarlaların, bağların doğal hali, atan kalpleri; eskisi gibi atmaz ve görünmez olmuş… O sessizliğin içinde toprağın bile dinlenmeye çekildiğini hissetmeden edemiyorum…

  Çoğu zaman yaptığım gibi Barbaros limanına gelmeden birkaç durak önce indim. Yürüyüş, bu yolculuğun belki de en güzel parçalarından birisi. Çok katlı evlerin yanında alçak evlerin bahçelerinden dışarıya taşan ağaçlar, yeşillikler ve kuş sesleriyle birlikte, biraz deniz kokusu, biraz sabah serinliği…

  Ve sonra, denize doğru inen sokağın sonunda sahile yaklaştığımda o mavi otobüsü gördüm. Günün sürpriziydi bana. Turkuaz rengine boyanmış karavana dönüştürülmüş bir mavi bir otobüs. Üzerinde birkaç sözcük var: Ada Rüzgârı ve Turkuaz sözcükleri, bu otobüsün ruhunu, felsefesini ve ismini anlatıyordu. Otobüsün ismiyle birlikte üzerindeki ada ve pusula resimleri, belki de sahiplerinin yaşama bakışını gösteriyor, anlatıyor:

 “ Belki her yere aitiz, ya da hiçbir yere.”

  Karavanın deniz tarafında iki insan kahvelerini yudumluyorlardı. Belki de ben gelmeden önce kahvaltılarını bitirmişler, yolculuğun devamı olan başka durakları konuşuyorlardı. Kırk yaşlarında iki insan; kadın ve erkek… Kadının saçları örgülü ve beline kadar uzanıyordu. Erkeğin yüzünde, zamana karışmış, zamanlara ait kargaşadan öte bir sükûnet vardı.

   Onları rahatsız etmemek için belli bir mesafeden izledim. Ne konuştuklarını bilmiyorum ama yüzlerindeki huzuru sanki rüzgârla paylaşıyorlardı.

   O mavi karavan, sahiplenmemiş bir özgürlüğü simgeliyordu. Ne bir evin duvarlarına ne bir kentin tabelasına aitti; onların sarıldığı özgürlük duruşu… Mülkiyetin ve yerleşikliğin dışında, insanın kök salmadan da yaşayabileceğini hatırlatan bir görüntüydü. Bir ev gibi değil, bir fikir gibiydi:

 “ Yolda olmak, sahip olmaktan daha kalıcıdır.”

  Limanın rıhtımına vardığımda balıkçılarda günün telaşı çoktan başlamıştı. Ağlar, kayıklar, kovalar ve denizle konuşan eller.

   Ama zihnim hâla o mavi otobüsün-karavanın yanındaydı. Bir rüzgâr estiğinde, sanki o karavanın içinden bir şarkı yükseliyordu:

 “Yolun kendisi evdir.”

   Belki o otobüs, bugün veya yarın başka bir sahile gidecek, belki yeni bir adaya, yeni bir kasabaya ve sabaha… Ama o sabah Barbaros kıyısında bıraktığı iz, mülkiyetsiz bir özgürlüğün en saf hali olarak kalacak.

 Güven SERİN 

 

 

 

 

  

 

 

  


Hiç yorum yok: