SİNCAPLARIN BARIŞ BAHÇESİ: TRUVA
( Küçük Truva
Bekçileri )
Tarih susmuş, doğa konuşuyor…
Tarih boyunca kaç kez yandı Truva?
Kaç kez taş üstünde taş kalmadı, kaç kez yelkenler bu kıyılardan savaş ateşiyle
geçti? Belki yüzlerce, belki de binlerce kez… Ama bugün Truva’nın rüzgârı artık
savaş değil, barış taşıyor.
Bu kez Truva’ya gittiğimizde sadece geçmişi değil, geleceği de hissettim. Yeni yapılan müze, düzenlenmiş yollar, doğayla bütünleşmiş yürüyüş alanlarıyla burası artık bir milli park; taşların değil, yaşamın da konduğu bir alan. Tarih ve doğa, yüzyıllar sonra el ele vermiş gibiydi.
Fakat beni en çok etkileyen şey, ne müze oldu ne de Truva Atı… O eski toprağın yeni kahramanlarıyla tanıştım: Sincaplar. Meşe ağaçlarının arasında koşuşturan, ağızlarında birer palamut taşıyan küçük Truva bekçileri… Her biri, kışa hazırlanmanın telaşında; bulduğu her palamudu özel bir köşeye gömüyor ve belki de çoğunu unutuyor. O unuttuğu palamutlar, bir bahar sonra filizleniyor, kök salıyor ve yeni meşelere dönüşüyor. Böyleci doğa, tarihin bıraktığı yarayı kendince sarıyor; sessiz ama kararlı bir iyileşme bu. Bir sincabın ellerinde geleceğin ormanı gizli; unuttuğu her palamut, barışa, huzura, yeşile açılan bir kapı.
Bir ağacın gölgesinde durup rüzgârını dinlediğimde, toprağın altından sesler geliyor gibi hissettim. Belki bir yanı hayal, belki toprağın belleği konuşuyordu. Hektor ile Aşil, o kadim savaşın sessiz tanıkları, meşelerin gölgesinde bir kez daha karşılaşıyorlardı.
Aşil: “ Sana acıdığımı bil, Hektor. Çünkü biz savaşın çocuklarıydık, barışı hiç öğrenemedik.”
Hektor: “ Acımak geç kaldı,
Aşil. Toprak ikimizi de eşitledi. Şimdi sincaplar burada yeni bir orman
kuruyor.”
Aşil: “ O zaman savaşın
hiçbir anlamı kalmadı mı?”
Hektor: “ Doğaya sor. O
çoktan kararını vermiş. İnsan yıkar, ama doğa hep yeniden başlatır.”
Rüzgâr biraz sert esti, uzaklarda bir meşe dalı kırılıp yere düştü. Sanki Hektor’un babası Priamos, oğlunun ölüsünü getiren düşmanına baktığı an toprağa karışan gözyaşları hâla oradaydı; küçük bir su birikintisi oluşturacak kadar çok ve sonsuz… Toprak, o gözyaşlarını meşe köklerine taşımış, barışın suyuna çevirmiş.
Truva artık bir yıkım yeri değil; bir iyileşme alanı. Savaşın bittiği yerde sincaplar koşuyor, taşların arasından meşe fidanları filizleniyor, öğrenciler cıvıltılar eşliğinde öğretmenlerinin Truva hakkında anlattığını dikkatle dinliyor. O eski lanetli toprak, şimdi yaşamın en güzel sesini taşıyor; kuş cıvıltılarını, rüzgârın hışırtısını… Yeşilin olduğu yer sadece göz için değil, ruh için de bir iyileşme alanı. Truva bunu öğretiyor insana. Yüzyıllar süren kavgaların sonunda doğa kendi yasasını ilan etmiş: “ Ben barıştan yanayım.”
Odyessus bugün gelseydi belki meşe gölgesine oturur, sessizce özür dilerdi. Savaşlar eninde sonunda biter, ama toprak hep barışı hatırlatır.
Ve belki bir gün, insan toprağın hafızasını öğrenir; bir sincabın unuttuğu palamutta, bir meşenin huzurlu gölgesinde yaşamın en eski sözünü-BARIŞI yeniden hatırlar.
Güven SERİN




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder