YÜREĞİMDE
TİFLİS’TEN BİR AĞIRLIK, ÖNÜMDE 5000.YAZI
Dile kolay, neredeyse yirmi yıldır bu köşede sizlerle buluşuyorum. Parmaklarımın tuşlara kaç kez gittiğini, zihnimin kaç fırtınadan geçtiğini saymadım ama bugün önümdeki takvim yaprağı bir dönüm noktasını işaret ediyor: Bu,5000’nci yazım.
Böyle yuvarlak, hatırda kalacak bir rakama ulaşınca insanın bir an durup sevinmesi, belki biraz gururlanması beklenir. Fakat itiraf etmeliyim ki, içimde bir sevinçten çok, yıllar önce Tiflis Havalimanı’nda zihnime mıh gibi çakılan bir sorunun ağırlığı var. O gece, Ankaralı bir iş insanıyla sohbet ediyorduk. Yerel bir gazetede köşe yazdığımı, hem de neredeyse her gün yazdığımı öğrenince yüzünde beliren saygıyı ve merakı unutamam. Tam da bu saygının ardından o düşündürücü, o yalın ve bir o kadar da derin soruyu sormuştu: “Sizce çok yazmak mı daha önemli, yoksa nitelikli yazılar mı?”
Bugün 5000.yazının başında bu sorunun yeniden yankılanması bir tesadüf değil. Bir yazarın değerini yazdıklarının sayısı mı belirler? 5 Bin,10 Bin,20 bin yazıya ulaşmak, onu daha mı “önemli” kılar?
Cevabım, yirmi yıl önce neyse bugün de aynı: ASLA!
Edebiyat ve düşünce tarihi, bu sorunun en güzel cevabını veren anıtlarla doludur. Bazen tek bir eser, yazarını ölümsüzleştirmeye yeter de artar bile. Düşünsenize, Harper Lee’yi dünya çapında bir ikon haline getiren, ömrü boyunca yayımladığı iki romandan ilki olan “Bülbülü Öldürmek” değil midir? J.D.Salinger’i nesillerin isyanının sesi yapan o tek romanı,”Çavdar Tarlasında Çocuklar” “Gönülçelen” olmuştur. Oğuz Atay’ı edebiyatımızın zirvesine taşıyan, arkasında bıraktığı birkaç eserin o devası gölgesi, özellikle de “Tutunamayanlar”dır. Veya tek romanı “Uğultulu Tepeler” ile edebiyat tarihine geçen Emily Bronte… Onlar, niceliğin değil, niteliğin, kelimelere yüklenen ruhun ve derinliğin zaferini kanıtlayan isimlerdir. Onların yanında 5000 yazının lafı bile olmaz.
Peki, o zaman neden yazmaya devam ettim? Madem sayıların bir önemi yok, bu 5000 adımlık ısrar niye?
İşte bu sorunun cevabı, Tiflis’teki o iş insanının sorusunun ötesine geçiyor. İşin içinde ticari, siyasi veya birilerine yaranma kaygısı olmadığında yazma eylemi, sıradışı bir yolculuğa dönüşüyor. Bu, yaşadığım şehre, ülkeme ve içinde nefes aldığım çağa tanıklık etme biçimim. Kaldırım taşlarından, esnafın yüzündeki çizgilerden, ülkenin kaderini değiştiren büyük olaylara kadar her şeye dair zihnimde biriken terleri, sizlerle paylaşma çabam. Bu 5000 yazı, bir “önem” hiyerarşisi –ayrıcalığı için değil; yirmi yıllık bir tanıklığı, bir bağ kurma arzusunu ve evrenin bir başka yolcusu olarak bu topraklardaki serüvenimi anlama ve anlatma isteğini temsil ediyor.
O yüzden bugün 5000.yazıyı bir madalya gibi göğsüme takmıyorum. Onu daha çok, yirmi yıldır süren bir uzun yürüyüşün kilometre taşı olarak görüyorum. Tiflis’teki o unutulmaz soru ise bir vicdan azabı değil, bir rehber. Bana her sabah,”Bugün yazdığın kelimelerin hakkını verebildin mi?” diye fısıldayan bir dost.
“…Zira yazmak bir varış değil, kelimelerle nefes alıp verilen o yolculuğun ta kendisidir.”, “Çünkü yazmak, en nihayetinde, bu dünyadan geçtiğinin en dürüst ve an kalıcı izini bırakma biçimidir.”
Bu uzun yolculukta bana eşlik eden siz değerli okurlarıma teşekkürlerimle… Nice nitelikli satırlarda buluşmak dileğiyle…
Güven SERİN
