FİNİKE’Lİ
KÜÇÜK BALIKÇI
Günün yarısından çoğu Myra Antik Kenti içinde, civarında ve Demre’de geçmişti. Daha önceden gezmiş olduğum kenti ikinciye gezmek, gezmediği yerleri de görmek kendi yoğunluğunu oluştursa da Çıralı yolunda Finike’ye de uğradık. Yat limanı ve yerel balıkçıların kullandıkları liman oldukça bakımlı, şehre girer girmez enerjisi oldukça yüksek bir yer algısına kapıldım.
Sağa sola bakındıktan sonra limanın mendirekleri üzerinden denizin içine, akşam telaşına kapılan olta balıkçılarının olduğu yöne yöneldim. Her yaştan insan oltalarıyla balık tutmakla birlikte, birbirlerini çok iyi tanıdıklarını, herkesin diğerine ismiyle, hoş ve yapıcı bir ses tonuyla seslenmesinden anladım.
Tekirdağ’da görmediğim kadar küçük çocuğun olta balıkçılığına meraklı olduğunu gördüm. Öyle bir merak ki, akşamın dondurucu ayazı çökerken dahi, bedenlerinde taşıdıkları balık tutma heyecanı onları, mendirek üzerindeki taşlar üzerinde bir cambaz gibi oradan oraya savuruyor gibiydi.
Özellikle en küçükleri dikkatimi çekti. Kocaman oltasını taşımakta zorlanıyordu. Ama o da gönüllü ve çok büyük heyecan içindeydi. Onu tanımayan yoktu. Herkes o; küçük balıkçı geldi diye, hissedilen bir sevinç ve sesleniş içindeydiler.
Küçük balıkçı önce kuzeydoğu yönünde şansını denemek istese de, ne olduysa, ona seslenenlere mi uydu bilemedim. Derhal güneydoğu yönüne yöneldi. Taşların üzerinde yürümeye o kadar çok uyum sağlamıştı ki sanki koşuyordu. Oysa mendirek üzerindeki kaygan taşlar üzerinde herkes o hızla yürüyemez.
Bende onun peşinde yürüyorum. Bir taraftan da liman mendireği yamaçlarında yaratmış oldukları sosyal, kültürel, sportif ilişkileri imrenerek izledim. Küçük balıkçı genç kaldığından mı telaş rüzgârına fazla kapıldığından mı; durduğu yerde duramıyor, bir türlü yoğunlaşamıyordu yaptığı işe.
Ona iyice yaklaşıp seslendim;
—Merhaba küçük balıkçı!
—Merhaba ağabey
—Neler tutuyorsunuz. Genelde
ne çıkıyor denizden?
—İskender (Deve balığı )
Levrek ve Barakuda
Akdeniz, şehrin yanan ışıklarıyla parıldamaya başlamıştı. Günden kalan son ışıklar da birazdan gidecekti. Küçük balıkçı oltasını sıklıkla çıkartıyor, balıklara kaptırdığı yemlerin yerine yenilerini takıyordu.
Cesurdu, heyecanlıydı ve belli ki ondan büyüklerden özendiği bu işi çok daha ilerilere taşıyacak enerji içindeydi.
Hernest Hemingway’ın ihtiyar balıkçısı olan yaşlı adam da öyle… Seksen dört gün sürekli balığa çıktığı halde hiçbir şey tutamamıştı. Ama vazgeçmemişti. En sonunda o meşhur öykünün büyük inatçı balığını; Merlin-Kılıç Balığını tutmuş ve o büyük mücadele, yüzleşme başlamıştı.
Finike’li küçük balıkçı, kendi cesareti, heyecanı içinde mendirek üzerinde sürekli yer değiştirerek kendi nafakasını aramaktan bıkacak birisi değildi. Bir yandan hiç tanımadığı insana; bana cevap verirken, bir yandan da Akdeniz’in derinlerinde onunla oynamak isteyen İskender, Levrek veya Barakuda balıklarını kandırmaya çalışıyordu.
Avlamak istediği Akdeniz balıkları küçük balıkçıdan çok daha kurnazdılar. İyi yüzücü ve iyi oyuncular. Hepsi yaşamın içinde kalmak için çeşitli hünerler geliştirdikleri; yaşamın o eşsiz evrimindeki gizemli şuurda ve enerjide saklı. Av ve avcı durmadan hünerlerini geliştirmeye mecbur…
Güven SERİN