9 Aralık 2024 Pazartesi

FİNİKE'Lİ KÜÇÜK BALIKÇI

 

Kamera ; Güven 

Kamera; Güven

Kamera; Güven



                                   FİNİKE’Lİ KÜÇÜK BALIKÇI

      Günün yarısından çoğu Myra Antik Kenti içinde, civarında ve Demre’de geçmişti. Daha önceden gezmiş olduğum kenti ikinciye gezmek, gezmediği yerleri de görmek kendi yoğunluğunu oluştursa da Çıralı yolunda Finike’ye de uğradık. Yat limanı ve yerel balıkçıların kullandıkları liman oldukça bakımlı, şehre girer girmez enerjisi oldukça yüksek bir yer algısına kapıldım.

   Sağa sola bakındıktan sonra limanın mendirekleri üzerinden denizin içine, akşam telaşına kapılan olta balıkçılarının olduğu yöne yöneldim. Her yaştan insan oltalarıyla balık tutmakla birlikte, birbirlerini çok iyi tanıdıklarını, herkesin diğerine ismiyle, hoş ve yapıcı bir ses tonuyla seslenmesinden anladım.

   Tekirdağ’da görmediğim kadar küçük çocuğun olta balıkçılığına meraklı olduğunu gördüm. Öyle bir merak ki, akşamın dondurucu ayazı çökerken dahi, bedenlerinde taşıdıkları balık tutma heyecanı onları, mendirek üzerindeki taşlar üzerinde bir cambaz gibi oradan oraya savuruyor gibiydi.

   Özellikle en küçükleri dikkatimi çekti. Kocaman oltasını taşımakta zorlanıyordu. Ama o da gönüllü ve çok büyük heyecan içindeydi. Onu tanımayan yoktu. Herkes o; küçük balıkçı geldi diye, hissedilen bir sevinç ve sesleniş içindeydiler.

   Küçük balıkçı önce kuzeydoğu yönünde şansını denemek istese de, ne olduysa, ona seslenenlere mi uydu bilemedim. Derhal güneydoğu yönüne yöneldi. Taşların üzerinde yürümeye o kadar çok uyum sağlamıştı ki sanki koşuyordu. Oysa mendirek üzerindeki kaygan taşlar üzerinde herkes o hızla yürüyemez.

   Bende onun peşinde yürüyorum. Bir taraftan da liman mendireği yamaçlarında yaratmış oldukları sosyal, kültürel, sportif ilişkileri imrenerek izledim. Küçük balıkçı genç kaldığından mı telaş rüzgârına fazla kapıldığından mı; durduğu yerde duramıyor, bir türlü yoğunlaşamıyordu yaptığı işe.

   Ona iyice yaklaşıp seslendim;

—Merhaba küçük balıkçı!

—Merhaba ağabey

—Neler tutuyorsunuz. Genelde ne çıkıyor denizden?

—İskender (Deve balığı ) Levrek ve Barakuda

   Akdeniz, şehrin yanan ışıklarıyla parıldamaya başlamıştı. Günden kalan son ışıklar da birazdan gidecekti. Küçük balıkçı oltasını sıklıkla çıkartıyor, balıklara kaptırdığı yemlerin yerine yenilerini takıyordu.

   Cesurdu, heyecanlıydı ve belli ki ondan büyüklerden özendiği bu işi çok daha ilerilere taşıyacak enerji içindeydi.

   Hernest Hemingway’ın ihtiyar balıkçısı olan yaşlı adam da öyle… Seksen dört gün sürekli balığa çıktığı halde hiçbir şey tutamamıştı. Ama vazgeçmemişti. En sonunda o meşhur öykünün büyük inatçı balığını; Merlin-Kılıç Balığını tutmuş ve o büyük mücadele, yüzleşme başlamıştı.

   Finike’li küçük balıkçı, kendi cesareti, heyecanı içinde mendirek üzerinde sürekli yer değiştirerek kendi nafakasını aramaktan bıkacak birisi değildi. Bir yandan hiç tanımadığı insana; bana cevap verirken, bir yandan da Akdeniz’in derinlerinde onunla oynamak isteyen İskender, Levrek veya Barakuda balıklarını kandırmaya çalışıyordu.

  Avlamak istediği Akdeniz balıkları küçük balıkçıdan çok daha kurnazdılar. İyi yüzücü ve iyi oyuncular. Hepsi yaşamın içinde kalmak için çeşitli hünerler geliştirdikleri; yaşamın o eşsiz evrimindeki gizemli şuurda ve enerjide saklı. Av ve avcı durmadan hünerlerini geliştirmeye mecbur…

 Güven SERİN 

 







6 Aralık 2024 Cuma

BİR ÖĞRETMEN,BİR LİSAN: BİN İNSAN

 


                           BİR ÖĞRETMEN, BİR LİSAN: BİN İNSAN

  Canlılar ile iletişim kurmanın dil bilmenin erdemi üzerine kısacık da olsa durmak isterim. Sözcüklerden oluşan dilleri herkes bilir. Ya işaret dili? Ya gönül dili?

   3 Aralık Dünya Engelliler Günü, sürekli engel yaratma alışkanlığı olan insanlığa bir kez daha, çok farklı etkinliklerle seslendi. Tekirdağ Halk Eğitim Merkezi İşaret Dili Kursiyerleri ve öğretmenleri Mahmure YEL tarafından hazırlanan etkinlik edebi yaşamın vazgeçilmez parçası olan ve tüm canlıların öyküsünü anlatacak şu sözcüklerle başlıyor;

UMUTLARIMIZ

 HAYALLERİMİZ

  DUYGULARIMIZ

   SEVİNÇLERİMİZ

    HÜZÜNLERİMİZ

     HAYATLARIMIZ BİR

      SENDE BİR OL

   Yüz binlerce sözcük bilmek gerekmiyor; bir insanın diğer insanı anlaması ve kendini güncellemesi adına. Ya güncelleme, doğru empati-duygudaşlık kurmasak ne olur? Bugünün muhteşem yozlaşması, yalnızlığı, bencilliği olur. Dikkat ederseniz, artık haplara bağımlı, diğer hayvanlara muhtaç, ama kendi cinsleriyle buluşamayan, anlaşamayan ve en önemlisi konuşup iletişim kurmayan milyarlarca insan var.

   Sanıyorum evrimin süreci de burada hızlanmaya başlıyor. İnsan denen canlı, doğallıktan, şefkatten, huzurdan ne kadar çok uzaklaşırsa o kadar çok evrimin tokadını yemesi artıyor.

   Bir öğretmen, bir lisan ve bin insan; böyle sesleniyor, insanları hiç umursamadan güne başlayan diğer insanlara. Hep aynı gezegenin evlatları olduğumuzu, hep aynı tarafta kaldığımızı hatırlatıyor. Yaşadığımız yerler ister köşk, yalı, isterse kerpiçten olsun; bazı felaketler bizi birleştiriyor. En son yaşanan COVİD canavarı, evrimin çok sağlam bir tokadı değil de nedir? Nasıl da doğayı, doğallığı, komşuluğu hatırlattı hiç hatırlamayan insanlığa…

 Binmiş olduğum taksinin şoförü neredeyse iki üç dakikada bir “Allah” diyordu. Hiç eksiksiz ve neredeyse istem dışı bir sesleniş… Allah, derken teslimiyeti ve aynı zamanda kurtuluşu da anlatır gibiydi. Uzun süren yolculuğumuzun sonunda taksi ücretini öderken söyledi Tekirdağ’ın yabancısı olduğunu.

—Nerelisiniz?

—Hatay! Depremden buraya geldik. Yakın akrabalarımdan ölenler oldu.

—Ya siz? Neler hissettiniz? Nasıl bir duyguydu; anlatıla bilinir mi?

—Çok korkunçtu! Çok… Bizim bina yıkılmasa da, çok büyük yara aldı. O gümbürtü ve depremin şiddeti bizi yerden yere vurdu. Uzun sürdü…

   O zaman anladım taksi şoförünün “ Allah” diye seslenişini. Bir yardım, bir yakarış, bir kurtuluş müjdesi gibiydi.

  Tıpkı Tekirdağ Halk Eğitim Merkezi ve Tekirdağ Down Melekleri Spor Kulübü ve öğretmen Mahmure YEL tarafından ortaya konulan o değerli çalışma gibi; HEP AYNIYIZ… Bir sürü ayrıştırma entelliği oluşumlarına hiç gerek yok. Sade bir insan, önce kendi türlerimiz ve sonra bütün canlı hayatla iletişim kuran canlının sonsuzun soluğunu bile hissedeceğini ısrarla savunuyorum. O ilahi gücün soluğu, zenginlikleri yerle bir eder de başını eğmez, erdemini kimselere ezdirmez…

   Tekirdağ Halk Eğitim Merkezi, Tekirdağ Down Melekleri Spor Kulübü ve Mahmure Yel’i; KUTLUYORUM…

   İşaret dili öğretmeni Mahmure YEL ve kursa katılan çocukların bir başka sürprizi daha oldu. Milli duygularımızı anlatan, Kurtuluş Savaşı Destanı içinden süzülüp de doğan Milli Marşımız da işaret diliyle okundu ve okunmaya devam edecek…

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Güven SERİN 

 

 

 

 

 

 

 

 

  



5 Aralık 2024 Perşembe

BİZ TRAKYALILAR

 

KEMER ÇIRALI
Orhan ile yol tarifi üzerine ...

Antalya Finike
Pideci Bayram 

İzmir Selçuk
Ali Dayı ile Cumhuriyet Meydanı Roma Su kemerleri




İzmir Selçuk
Hatice Abla ile...

             BİZ TRAKYALILAR, DIŞARIDA, NE ÇOK SEVİLİYORUZ

     Hareketin ayak sesleriyle birlikte ruhun kıpırtıları da başlar. Bakmanın, görme ve irdeleme duygularıyla evliliği, çok sağlıklı çocuklar dünyaya getirir. Dönüşümün, bir yerde evrenin temel gücü, o sonsuzluk içindeki hareket enerjilerinden gelir. Dönmüyorsa bir gezegen, bir yıldız, hareketin o şanlı bayrağını taşımıyorsa; daha doğumuyla birlikte sürüklenip diğer yıldızlar tarafından yok edilmeye yazgılıdır.

   İnsan da öyle; zihinsel hareket ile bedensel hareket tam manasıyla uyum içinde sağlamaya başladığı an, huzur denen o bulunmaz şeyin saflığı, çağrıları duyulmaya ve bize ezberletilen şartlarından kurtulmaya başlar. Bir kez zihnin ve bedenin prangaları kırılmaya görsün, yaşamın içindeki çöplükler de bile çok nadir eserler bulma şansınız var demektir…

   Yazımızın başlığı; Biz Trakyalılar olmasının çok önemli sebepleri var. Gezerseniz, görür ve başka bölgelerin insanlarıyla karşılaşıp vakit geçirirseniz bunu daha iyi görmeye, anlamaya başlıyorsunuz.

    Ege ve Akdeniz bölgelerindeki gezide, daha önceki gezilerimde gördüğüm, edindiğim ve yaşadığım tecrübelere, anılara benzerlerini bu kez daha zengin bir şekilde yaşadım.

   Onları sizle paylaşma heyecanını duyuyorum. Antalya Finike ilçesinde yaşayan ve Pideci dükkânına sahip Pideci Bayram Usta ile dükkânında tanıştık. Masadaki bir müşteri gibi oturuşunda ve yan tarafında bizi bir misafir saygınlığı içinde karşılayıp, seslenişinde bir şeyler vardı.

   Finike’de yıllar önce esnaflık yaparken halk dilinde batmış; iflas etmiş. Utancından kasabasını terk etmiş. Sonra, insan denen canlının duygu ve zihin ile yapacağı en güzel şeyi yapmış; sakin olup; dertleri, acıları ve yanlışlarıyla yüzleşmiş. Ve yaratıcıya seslenerek pideci işine girmiş. Epey yol almış. Kaybetmenin onurlu bir canlıya neler yaptığını iyi öğrenmiş ki, sanırsınız bütün dünyalığı tas tamam… Yunus gibi kırk yıl çilehane yaşamı da sona ermiş bir insanın sükûneti içinde Trakyalı insanlara duymuş olduğu büyük saygı gereği sürekli bir şeyler ısmarlamak, sanki gelen yabancı değilmiş de misafiri gibi hürmet denen şeyi, layıkıyla yaptı.

  Aynı gün aynı ilçede tanışmış olduğumuz Şevket gibi; bir yabancıyla değil, bir arkadaşla olur gibi, insan denen canlıya, gurbette olduğunu hissettirmek yerine kendi evindeymiş hissini verdiler.

  Her ikisi de farklı zaman dilimlerinde ayrılırken aynı şeyi, birbirinden habersiz söylediler; “ Trakya’ya ÇOK selam… Biz Trakyalıları seviyoruz…”

   Antalya merkez ilçe Muratpaşa Karaalioğlu Parkı içinde çok özel, değişik ve ses ve yorumuyla hem çalıp hem söyleyen Muhammed de aynı şeyleri söyleyince; “ Ben dünyalıyım” felsefeme “ Ben Trakyalıyım” neşesini de ekledim…

   Anlatacaklarım daha bitmedi. Denizli ilçelerinden Acıpayam esnaf kadını da arkamızdan “ Trakya’ya çok selam; Trakyalıları seviyoruz.” Seslenişini gülümseyerek yaptı.

   Ya Buldan’lı esnaf Şakir? Dükkânına girip 1 litre su aldım. Yol üzerinde bulunan dükkânların fiyat politikasını bildiğim için ücretini sordum. Büyük marketlerdeki aynı fiyatı duyunca şaşırdım. Gülümseyen aydınlık bir yüzdü esnaf Şakir’in yüzü.

—Dükkân önündeki fasulye torbaları size mi ait?

—Evet, deyince; - Nasıl iyi pişiyor mu? Sözüme karşılık, yine aydınlık ve yine riyadan eser olmayan bir yüz içinde;

—Kendi ürünlerimiz. Burasının meşhur fasulyesi! Al pişman olmazsın.

—Peki, o zaman, Tekirdağ’a getireceğim, diyerek iki torba fasulye isteyince;

—TEKİRDAĞ MI? TRAKYA MI? YAŞASIN CUMHURİYET, ATATÜRK, TRAKYA, sözleriyle karşılaştım.

   Böyle şiirsel, milli, ulvi bir yaklaşımın üst derecesiyle ilk kez karşılaştım. Ben de aynı seslenişi yaptım. Ve az önce tanışmış iki yabancı gibi değil; iki arkadaş, sırdaş gibi vedalaştık…

   İşte öyle dostlar; BİZ TRAKYALILAR, kendine yabancı, dışarıya karşı çok iyi bir haldeyiz; dönüşüm ve evrim böyle bir şey olmalı…

Güven SERİN